BONAVENTURA (1221-1274)
İtalyan tanrıbilimci ve gizemci. Yeni-Platonculuk’tan kaynaklanan gizemci bir bilgi öğretisinin kurucusudur.
Toskana yakınlarında Bagnorea’da doğdu, Papa’ nm “İkinci Lyon Ruhani Konseyi” nedeniyle, çağrısı üzerine gittiği Lyon’da öldü. Gerçek adı Johannes Fidanza’dır. Çok küçük yaşta geçirdiği ağır bir hastalık nedeniyle, annesi, onu Ermiş Franciscus’a okutturmuş, iyileşirse bu ermişin kurduğu Fransisken tarikatına gireceğine sözvermişti. Sağlığına kavuşunca yeniden yanma gittiği Franciscus, onu gördüğünde “iyi yarınlar” anlamında “Bona Ventura” deyince çocuğun adı “Bonaventura” olarak kalmış. Yirmi iki yaşma erdiğinde, annesi onun çocukluğunda ermişe verdiği sözü yerine getirmesini istemiş; bunun üzerine Bonaventura da Fransisken tarikatına girmiş. Bonaventura, öğrenim içinFransıskenler’in çoğunlukta oldukları Paris Üniversitesi’ne, özellikle bilge Hales’li Aleksander’in yanma gönderildi. Orada tan-rıbilim okudu, kısa bir süre içinde çalışkanlığı, güçlü yeteneği ve tanrıbilime olan içten yakınlığı ile ilgi topladı. 1253’te öğretmen Hales’li Aleksander’in yerine öğretim üyesi oldu. Bu süre içinde Eski Anadolu-Yunan bilgelerinin, o çağda bilinen yapıtlarını inceledi. Hıristiyanlık’m doğuşundan sonra gelişen felsefe çığırlarını, özellikle Yeni-Platonculuk’la Kilise Baba-ları’nm, Augustinus’un görüşlerini öğrendi. Aristoteles felsefesinin çok yaygın olduğu bir çağda ve ortamda yetişmesine karşın, daha çok Platon’un görüşlerinden kaynaklanan Yeni-Platonculuk’a eğilim duydu, bu akımın kurucusu olan Platınos’un yazılarını inceledi. 1254’te “doktor” sanını kazandı, 1256’da tarikatın yönetimini ele aldı, tarikata yeni bir düzen verdi. Manastır yaşamının insanı olgunlaştırmak için en doğru, en yeterli yol olduğu görüşünü savundu. Keşişler için evlenmemeyi, kendilerini bütün geçici eğilimlerden, tutkulardan, isteklerden uzak tutarak Tanrı’ya adamalarını istedi, insanlara böylece örnek olabileceklerini, insanları bu yöntemle kurtuluşa ulaştıracaklarını ileri sürdü. Meryem’e, alışılagelenin üstünde bir saygı gösterilmesini, sevgiyle bağlanılmasını önerdi. Çalışmalarını ve düşüncelerini beğenen Papa X. Gregorıus, Bonaventura’yı önce, Albano piskoposluğu, sonra kardinallikle görevlendirdi.
Gerek görevli bulunduğu sürede, gerek özel yaşamında dinle felsefeyi bağdaştırmaya çalışan, düşünceleriyle davranışları arasında bir bağlantı kurmaya önem veren Bonaventura için düşünmekle eylemde bulunmak eşdeğerdir. Olgun kişi, bilge kişi düşündüğü gibi yaşayan, yaşamını inançlarına göre < düzenleyen kimsedir. Yaşamın amacı tanrısal buyruklara göre davranmak, onları bir ilke olarak benimseyip uygulamaktır. Görevle inanç arasında bir uyum kurulamazsa dinin öngördüğü davranış biçimi gerçekleşemez,
Bonaventura, felsefeye taıırıbılım sorunlarına çözüm aramakla girdi. Onun felsefeden anladığı da, Yeni-Platoncuiuk’tan kaynaklanan, varlık aşamalarının doruğunda Tanrı’yı gören, tanrıbilimdir. İlk çalışmalarında Aristoteles felsefesinin kanıtlama yönteminden yararlanarak gizemcilikle felsefeyi uzlaştırmayı denedi. Sonra tanrıbilimle felsefe arasında, tanrıbilım yararına bir bağlantının bulunduğunu ileri sürdü. Kutsal Kitap’ın bildirdiği “yaratılış” ve Adem-Havva İkilisinin işledikleri suç sonucu ortaya çıkan “düşüş” olayını gizemci bir anlayışla açıklamaya koyuldu. Böylece düşüncesinin odağına insanı yerleştirdi.
Bonaventura’ya göre insan yaratılmış bir varlıktır. Onun yaratılışı, üstün bir arınmışlık içinde, tanrısal gerçekleri görmek ve kavramak içindi. Başlangıçta insan suçsuzdu, mutlu olabilmesi ıçm gereken bütün olanaklar elindeydi. Ancak, özgür istenciyle davranan Adem’in işlediği suç yüzünden, insanın başlangıçtaki armmışlığı, mutluluk sağlayan olanakları ortadan kalkmıştır. Adem’in suçu yüzünden, onun izini süren soyu da suça (günaha) sürüklenmiştir. Itinerarium Mentis In Deum adlı yapıtında açıkladığına göre, insan bilgisizliği yüzünden mutsuzdur, acı çekmektedir. Ancak onun bilgisizliğinin kaynağı Adem’in işlediği suçtur. Bu bilgisizlik, insan doğasının gereği değildir, işlenen ilk suçun sonucudur. İnsanın bu bilgisizlikten, ilk suçun etkisinden kurtulması için birtakım koşullar vardır. Bunlar da iç armmışlığı, yetkinlik, derin sevgi, yakarış, Kutsal Kitap’m öngördüğü biçimde yaşamak, Tanrı’dan başka bir nesne düşünmemek gibi, insanın benliğini geliştiren, kişiyi Tanrı’ya ulaştıran durumlardır. Tan-rı’va ulaşmanın yolu belli aşamalardan geçerek yükselmedir. Bu aşamalar üç basamaklı bir merdiven gibidir. En yüksek aşamada, tümellerin tümeli olan Tanrı vardır, ondan sonra gelen iki aşamada nesneler bulunur. Nesnelerin bir bölümü tanrısal izlerdir, öteki bölümü tanrısal görüntülerdir (hayaller). Bu nesnelerin birtakımı geçicidir, birtakımı kalıcıdır, ölümsüzdür. Gelip geçici olanlar insanın dışındadır, gövdesiyle ilgilidir. Kalıcı, ölümsüz olanlar ise, insanın içevreniyle bağlantılıdır. Tanrı’ya ulaşmanın birinci koşulu bu izleri kavramak, onlara uymaktır. Kişi onlara uyar, onları kavramaya çalışırsa “Tanrı yolu” na girer. İnsanın içevreniyle ilgili tanrısal görüntüler gönül annmışiığıyla, ruh dinginliğiyle kavranır. Bunu vapmava da “Tanrı gerçeği”ne yönelmek denir. En üst aşamada bulunan Tanrı’ya ulaşmanın son koşulu da Tanrı sevgisiyle kendinden geçiş, Tanrı’dan başka bir nesneyi düşünemeyiştir.
Bonaventura, Tanrı’ya ulaştıran üç aşamalı yola karşılık, insan varlığında üç yetinin bulunduğunu ileri sürmüştür. Ona göre bu yetiler şunlardır: Tanrısal izleri, insanın dışında bulunan nesneleri algılamaya yarayan “duyarlık”, bu nesnelerin algılanışıyla onların kaynağına varmayı, gelişmelerin art arda gelen dizisini kavramayı sağlayan “anlak” ve en üst aşamaya çıkaran, Tanrı’yı bütün görkemi, bilgeliği, armmışlığı, salaklığı ve değişmeyen ölümsüz tözüyle görmeyi gerçekleştiren “us”.
Tanrı vardır ve bütün varlık türlerinin doruğunda bulunur. Onun varlığı kendi özü gereğidir, kendi özünün tek koşulu varolmaktır. Bu nedenle Tanrı özü ile varolmak birbirini gerektirir. Biri olmadan öteki olamayacağı gibi, birini düşünmeden ötekini düşünme olanağı da yoktur. Tanrı varlığının en açık kanıtı, “Tanrı kavramı”dır. Varolmayanın kavramı da olamaz, kavramı olanın- varolmadığı da düşünülemez. Felsefe tarihinde “ontolojik kanıtlama” denen bu yöntemi Bonaventura, kendi bulmamış, Anselmus’ tan almıştır.
Bonaventura bilgi sorununu Tanrı varlığıyla birlikte ele almış, bilgiyi tanrısal varlığı kavrama, bilme olarak nitelemiştir. Ona göre bilginin tek ereği Tanrı’dır. De Reductione Artium Theologiam adlı yapıtında bilginin kaynağını araştırırken “tanrısal ışın”ın gerçeğe ulaştırıcı tek ilke olduğunu öne sürmüştür. “Tanrısal ışın” insanın bilme eyleminde yol göstericisi, sorunları aydınlatmada en güvenilir kılavuzdur. Bu ışın insanın içine doğar, ruhunda belirir. Bu nedenle bilmek tanrısal ışınla aydınlanmaktır. Tek ereği Tanrı olan bilginin tek kaynağı da Tanrı’dır.
Evrende görülen bütün tek tek nesneler, tümel olanın, tanrısal evrende, tanrısal varlıkta bulunan “idealar”m yansımalarıdır. İnsan bu tanrısal tümelin tikel yansımalarını görür, tanrısal ışın yardımıyla kavrar. Evren, Tanrı varlığının dışında değildir, onunla birlik ve bütünlük içindedir. Evrenin ortaya çıkışı tanrısal özden bir ışık niteliğinde fışkırma (emanatio) biçiminde olmuştur. Bu fışkırma birdenbire değil, değişik aşamalarda gerçekleştiğinden, en yüce varlık olan Tanrı’dan en altta bulunan nesnelere dek basamak basamak iniş niteliğindedir. Bu nedenle her nesne, bulunduğu varlık aşamasına göre, tanrısal olanı, “ıdea”yı yansıtır.
Bonaventura, evrende bulunan nesnelerin kavranmasında, karşıtların önemini vurgulamıştır. Ona göre bir konunun anlaşılmasında olumluyla olumsuzun birlikte düşünülmesi gerekir. Olumluyu tanımlamanın tek yolu olumsuzu gözönünde bulundurmaktır. Yetkin, yetkin olmayanla, değişmeyen değişenle kavranabilir, tanımlanabilir. İnsanın düşünme, yargılama gibi mantıkla ilgili, anlayış gücüne özgü eylemlerinde iki karşıt durumun birlikte görülmesi gerekir. Bu durum iyilik, güzellik, yücelik, olgunluk, erdem, bilgelik, doğruluk gibi konularda da geçerlidir.
Özdek, varlığın temelini biçimlendirir, biçime varlığın temelini yerleştirir. Biçim de özdeğe öz kazandırır. Bu nedenle özdek-biçim bağlantısı bir varoluş koşuludur. Evrende “genel ruh” yoktur, her nesne kendi özel biçim ve eylemiyle dirilik kazanmıştır. Her nesnenin ayrı bir biçimi olması, Tanrı’da bulunan yetkinliğin “ideal biçimi” yüzündendir. “İdealar” yaratılmış değildir, Baba-Oğul gibi tanrısal özde vardır.
Bonaventura’ya göre ahlakın konusu mutluluktur. Mutluluk usla donatılmış her ruhun değişmez yazgısıdır. Ruh ölümsüz olduğundan mutluluğun tadına varmıştır. Ölümlü olan bir varlıkta böyle bir özellik bulunamaz, insan gövdesi ölümlüdür, ona değer kazandıran ruh ölümsüzdür. Öte yandan, insan bütün eylemlerinden dolayı, Tanrı katında sorumludur. İyiliğin karşılığı iyilik, kötülüğün karşılığı ceza olacaktır.
Bonaventura, tanrıbilim sorunlarına çözüm aramada, çağının Arıstotelesçi anlayışına getirdiği yeni yorumlarla kendinden sonra gelenleri etkilemiş, özellikle Yeni-Platonculuk akımının gelişmesinde, Hıristiyan düşüncesiyle bu akımın uzlaştırılma çalışmalarında öncü olmuştur.
• YAPITLAR: Itmerarium Mentis in Deum, 1259, (“Ruhun Tanrıya Ulaşması”);De Reductione Artium ad Tbeo-logiam, ty, (“Bilimlerin Tanrıbilime Indirgenebilirliği Üstüne”); De Decem Praeceptis, 1267, (“On Öncü Üstüne”); De Septem Donis Spıritus Sanctı, 1268, (“Kutsal Ruhun Yedi Armağanı Üstüne”); In Hexaemeron Sive III umına-tiones Ecclesiae 1273, (“Kilisenin ya da Aydınlanmaların On Günü Üstüne”); De Mysterio Trinitatis, ty, (“Üçleme Gizemi Üstüne); Opera Omnia, 1882-1902, (“Tüm Yapıtları”).
• KAYNAKLAR: L.Buzzotto, Erkenntnis und Existenz Untersuchung zur Erkenntnislehre Bonaventura’s; W. Nyssen, Kommentar zu Bonaventura’s Collationes in Hexameron, 1964; F.Sakaguschi, Begriff der Weisheit in der Hauptıverker Bonaventura’s, 1-969.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi