Doğalcılık (Natüralizm) ve Tiyatro
1870’li yıllara girildiğinde, Avrupa’da yeni bir edebiyat akımı filizlenmeye başlıyordu. Hazırlayıcılığını biyoloji biliminde bir devrim olarak kabul edilen evrim kuramıyla Charles Darwin’ in, birtakım ahlaksal tasarımların bile kalıtımla geçen deneyimlerin ürünü olduğunu ileri süren Herbert Spencer’in ve insan davranışlarının iyi ya da kötülüğünü topluma yararlı ya da zararlı oluşuna göre değerlendiren John Stuart Mill’in yaptıkları bu akım, doğaüstü olay ya da varlıkları tümüyle reddediyor, doğayı, deney yoluyla ulaşılabilen olgulara benzer bir olgular bütünü olarak tanımlıyor ve onun yaratılmış olabileceği düşüncesine karşı çıkıyordu. O dönemde, Avrupa edebiyatını etkilemekte olan Gerçekçilik (Realizm), Romantizm ve Mistizm gibi akım ve tutumlara karşı olan bu akıma, sonradan Natüralizm (Doğalcılık) adı verilmiştir.
Fransız edebiyatının büyük gerçekçi yazarlarından Balzac ve Flaubert, gerçeği tümüyle ve doğrudan doğruya okura aktaran betimlemeleriyle, Maupassant ise metafiziğe karşı olan görüşlerinden yola çıkıp, insanı özellikle iç tepkileri açısından bir doğa yaratığı olarak ele aldığı öyküleriyle Doğalcılık’ın edebiyat alanındaki ilk örneklerini verdiler. Rus edebiyatında da Tolstoy ve Dostoyevski ülkelerinde Doğalcılık’ın öncülüğünü yaptılar. Bu arada ünlü Fransız romancı ve oyun yazan Zola, Ingiliz düşünür Auguste Comte’un deneye, akla dayanmayan her türlü idealist kurguyu reddeden pozitivizminin etkisi altında, Gerçekçilik’in özel ve köktenci bir biçimi olan Doğalcı tiyatronun ilkelerini ortaya koydu.
Doğalcılık’ın ilk verileri roman alanında gerçekleşti. Zola’ya göre romancı, tüm olayları deneylerle açıklanabilen bir temele dayandırmak zorundaydı. Bu görüşe uygun olarak doğalcı yazarlar, çevre, kalıtım ve insanın psikolojik durumunu ön planda tutan romanlar yazdılar. Doğalcılık, şiir alanında da güzellik uğraşını, coşkuyu ve mistizmi kesinlikle reddeden, motiflerini teknoloji dünyasından alan, büyük kentleri ve büyük kent insanlarının yaşantısını işleyen konuları yeğliyordu.
Doğalcılık’ın tiyatro alanında kendini gösterebilmesi ancak 1880’lerin ikinci yansında ve Zola’nın ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda gerçekleşti. Zola, tiyatro üstüne yazılarını topladığı iki kitabında ve başlıca oyunu olan Therese Raquin’de Doğalcı tiyatronun ilkelerini şöyle belirlemişti: “Bir oyun, hiçbir yapmacıklığa kaçmaksızm, olaylan doğrudan doğruya ele alan, çevre ve koşullara bağlı olan insanı ve onun içinde bulunduğu durumu ortaya koyan bir yaşam kesiti olmalıdır”. Zola’dan sonra Doğalcı tiyatroyu geliştiren oyun yazarlan Ibsen, Hauptmann ve Strindberg de yapıtlannı bu ilkeler doğrultusunda oluşturdular.
Doğalcı tiyatro, gerçekliğin derinindeki süreçleri kavramaya yanaşmayıp, insanı alabildiğine edilgen ve dış koşullanmalann bir sonucu olarak ele alması, toplumsal gelişmenin gerçek yasalan ile insanın doğa ve toplum üzerindeki etkin işlevini görmezlikten gelmesi ve sahneyi insan doğasının incelendiği yan tutmayan bir labora-tuvar olarak görmesi nedeniyle giderek bir çıkmaza sürüklendi. Doğala oyun yazarları bu çıkmazdan kurtulmak için bir seçim yapma durumunda kaldılar. Zola, bu çıkmazı sosyalizmi seçerek aşarken, Ibsen ve Hauptmann Sembolizm’e ve mistik bir anlayışa, Strindberg ise “düş oyunları”na yönelerek kaderci bir tutuma sığındılar.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi