BORROMINI, Francesco (1599-1667)
İtalyan mimar. Barok mimarlık üslubunun en önemli sanatçılarındandır.
25 Eylül 1599’da Kuzey İtalya’da Lugano Gölü kıyısındaki Bissone’de doğdu. Babası bir yapı ustasıydı. Borromini mesleğe taşçılık yaparak başladı. Yirmi yaşlarındayken, ilerde en önemli yapıtlarını yaratacağı ve yaşamının sonuna kadar kalacağı Roma’ya gitti.
O günlerde dönemin önemli mimarlarından Maderno, San Pietro Kilisesi’nin yapımını sürdürmekteydi. Uzak akrabası olan Borromini’yi taşçı ustası olarak yanma aldı. Borromini burada taş oyma bezemelerin, melek heykellerinin yapımıyla uğraştı. Ama Maderno genç ustanın yeteneğini gördüğü için onu, ölümünden az önce üstlendiği Barberini Sarayı’nm tasarımında da çalıştırdı. Borromini de ustasına her zaman büyük sevgi ve saygı beslemiş, hatta vasiyetinde onun mezarına gömülmek istediğini belirtmişti.
1629’da Maderno’nun ölümü üzerine San Pietro’ nun mimarlığına Bernini getirildi. Borromini önce onun en yakın çalışma arkadaşı oldu, gerek San Pietro’nun gerekse Maderno’nun ölümüyle yarım kalan Barberini Sarayı’nm tasarımında ve yapım işlerinde yardım etti. Ancak aralarındaki ilişki hiç de dostça değildi. İçine kapanık, kuşkucu, huysuz ve çabuk kırılan bir insan olan Borromini, Bernini’nin başarılarını çekemiyor, kendini onun yanında ezilip kenara itilmiş, hakkı yenmiş olarak görüyordu. İkisinin mimarlığa bakışları da farklıydı. Bernini ressamlıktan ve heykelcilikten yetişmiş, özellikle heykel alanında o günlerin en önde gelen sanatçısı olmuştu. Bu birikimi mimarlıkta da başarılı olmak için yeterli görüyordu. Taşçılık gibi yapı sanatının en önemli basamaklarından birinden gelen ve her şeyden önce yetkin bir yapı ustası olan Borromini ise, onu teknik alanda yetersiz buluyordu. 1633’te San Carlo aile Quattro Fontane Kilisesi’ni yapması önerilince hiç düşünmeden Bernini’nin yanından ayrıldı. Ama yaşamı boyunca onu en büyük rakibi olarak gördü, her fırsatta acımasızca eleştirdi. Ruhsal sağlığının giderek bozulması sonucu 2 Ağustos 1667’de Roma’da yaşamına kendi eliyle son verdi. San Giovanni dei Fiorentini Kilisesi’ne gömüldü.
San Carlo aile Quattro Fontane Kilisesi
Borromini’nin mimar olarak yaptığı ilk yapı San Carlo aile Quattro Fontane’dır. Bir kilise ve avlulu bir manastırdan oluşan yapı grubu küçük ve elverişsiz arsaya çok ustaca yerleştirilmiştir. San Pietro’nun kubbesini taşıyan ayaklardan birinin içine sığabilecek kadar küçük olmasına karşın San Carlo Kilisesi, Yüksek İtalyan Baroku’nun en görkemli yapıların-dandır. Kilisenin planı, kenarları eşit uzunlukta bir paralelkenardan oluşur. Paralelkenarın köşeleri yuvarlatılmış, kenarları ise, içeri doğru şişirilmiş, böylece iç mekân dalgalanan bir duvarla çevrili ve girişe göre dik konumda bir elipse dönüşmüştür. Bu çözüm Antik Çağ’da, Orta Çağ’da, hatta Barok dönemde de çok kullanılmış olan uzunlamasına akslı şema ile Rönesans’ın merkezi plan şemasını aynı yapıda birleştirmektedir. Yalnız burada, merkezi plandaki dairenin yerini elips almıştır. Daireye oranla daha bitmemiş, daha az belirgin bir görsel etki uyandıran elips, bu nitelikleriyle barok düşünceye daha yakın olduğu için, aslında Borromini’den önceki barok mimarlarca da kullanılmıştır. San Carlo’da. duvarların içbükey ve dışbükey girinti ve çıkıntıları, belirgin bir sınırla ayrılmaksızın birbiri arkasından devam eder. Böylece hangi öğenin nerede bitip hangisinin nerede başladığının bir bakışta kavranamaması mekâna bir hareketlilik adeta bir akışkanlık getirmekte, çok canlı bir ritm kazandırmaktadır.
Yapı bir kasnağa oturan, yine elips biçimli bir kubbeyle örtülüdür. Kubbenin iç yüzü kaset sıralarıyla kaplıdır. Bu kasetler kubbenin merkezindeki fenere doğru yükseldikçe küçülür ve görsel bir yanılsatmayla kubbenin daha y. ksek görünmesini sağlarlar. Tepedeki fenerden giren ışık, kasetleri yalayarak kasnak hizasına kadar yayılırken, mekânın daha aşağıda kalan bölümlerini görece bir karanlık içinde bırakır. Bu etki, kubbenin boşlukta yüzüyormuş gibi algılanmasına yol açar.
Barok dış mekân
Borromini San Carlo’nun dış yüzünü, yapının içinden çok sonra, ancak 1667’de yapıp bitirebilmiştir. Onun burda yapı yüzüne getirdiği yenilik, harekettir. Yapının yüzü yan yana üç tane içbükey bölümden oluşur. Kilise girişinin de yer aldığı orta bölümü ise dışbükey bir çizgi izler; daire yayı biçiminde kaldırıma taşan basamaklar bu etkiyi daha da vurgularlar.
İç mekânda olduğu gibi dış yüzdeki bu dalgalı yüzeyler de birbiri içine akarak erir, rüzgârda dalgalanan bir perde izlenimi yaratır. Sanat tarihçisi N. Pevsner bu dış yüzü “…adeta çıplak insan vücudu gibi sallanır, kıpırdar, istek uyandırır” diye tanımlamaktadır. O günlerde, birbirine bitişik yapıları ve dar sokaklarıyla henüz Orta Çağ’daki görünümünden kurtulmamış olan Roma kentinde böyle bir yapı yüzünün yol perspektifine nasıl bir zenginlik, nasıl plastik bir derinlik kattığı ortadadır. Ama Borromini’ nin, yapının yüzüne getirdiği hareketin bunun da ötesinde bir anlamı vardır. Borromini duvardaki yüzeysel etkiyi yok etmek için ona dıştan bezemeler eklememiş, iç mekândan gelen hareketi aktarmıştır. Böylece plandaki hareketlilik, iç duvarların büklümlerindeki gözle izlenen basınç, dış yüze yansımıştır. Dış yüz, iç mekânla hiçbir ilişkisi bulunmayan bir tiyatro dekoru gibi ele alınmaktan kurtulmuş, iç mekânı biçimlendiren hareketi dışarıya da yansıtan bir ayna olmuştur. Böylece taş da bir yapı malzemesi olarak esneklik kazanmakta, taştan örülen duvarlar katılıktan kurtulmaktadır.
Sant’Ivo della Sapienza Kilisesi
Borromini 1642’de, San Carlo’nun iç bölümlerini bitirdikten kısa bir süre sonra Roma’da Cizvitler’in üniversitesi olan Sapienza’da bir kilise yapmakla görevlendirilmiştir. San t’ Ivo della Sapienza diye anılan bu kilise, daha önce yapılmış olan Rönesans üslubundaki ince uzun avlunun bir ucunda yer alır. Avluya bakan ön yüzünü oluşturan içbükey duvar, eski yapının iki yandaki kanatlarıyla olağanüstü bir uyum içinde bütünleşir. Bu duvarın yüzeyindeki gömme sütunlar da (plastr) kanatlardaki sütun dizilerinin yarattığı ritmi devam ettirirler.
Sant’ Ivo’nun iç mekânı, Borromini’nin yapılarındaki hareketlilik kavramının en iyi belirdiği örnektir. Kilisenin planı, altı köşeli bir yıldızın içine yerleştirilmişse de, bu geometrik bağıntı ilk bakışta algılanabilecek kadar açık değildir. Yıldızın sivri uçlarının yuvarlatılmasıyla ortaya çıkan yarım daire biçimli nişler, yuvarlak orta.mekânı çevreler. Böylece yine dalgalı duvarlarla birbiri içine akan bir yan mekânlar dizisi oluşturulmuştur. Doğrudan alt yapının üstüne oturan ve altı tane dışbükey dilimden oluşan kubbe, bu biçimiyle, aşağıdaki yarım daire planlı nişlerin yarattığı hareketliliği sürdürür ve tepesindeki fener aracılığıyla daha da yukarılara doğru iletir. Fener, bir koni ve bunu çevreleyen sarmal bir bezemeyle son bulur. Bu sarmal biçim insanda, yapının tabanından kubbenin merkezine kadar içerden yükselen hareketin, adeta fenerin tepesinden dışarı fırlayıp, daha da yukarılara doğru devam ettiği izlenimini uyandırır. Sant’ Ivo della Sapienza’nm kubbe feneri bu ilginç görüntüsü nedeniyle, çeşitli sanat ve mimarlık tarihçileri tarafından Mezopotamya’daki ziguratlara, Baalbek’deki Venüs Tapmağı’ai, Samarra Camisi’nin sarmal rampalı konik minaresine benzetilmiştir.
Sant’Agnese Kilisesi’nin önyüzü
Navona Alanı’nda yapımı sürmekte olan Sant’Agnese Kilisesi ’nin bitirilmesi işi 1653’te Borromini’ ye verilmiştir. Kilisenin ilk mimarı Carlo Rainaldi (1611-1691) özellikle giriş merdivenlerini çok geniş tutarak alana doğru taşmasına neden olmak gibi bazı nedenlerle eleştirilere uğramıştı. Borromini ele aldığında yapı epeyce ilerlemiş, planında değişiklik yapma olanağı kalmamıştı. Onun yapıya asıl katkısı ön yüzün, bir de kubbenin biçimini tasarlamak olmuştur. Bu ön yüzün, biçimleniş bakımından kilisenin içi ile tam bir bağıntısı yoktur. Ama içbükey orta bölümüyle, hem tüm yapı kütlesinin Navona Alanı’n-dan geriye doğru çekilmiş gibi görünmesini sağlamakta, hem de yarattığı hareket duygusuyla Borromini’ nin üslubunu çok güzel ortaya koymaktadır. Yüksek bir kasnağa oturan sivri kemerli kubbe ise Roma kentindeki kubbelerin en zarif olanlarından biridir. Alandan bakıldığında iki yandaki ikişer katlı çan kuleleri kubbe ile birlikte algılanabilmekte, hepsi birden kilisenin alt yapısıyla uyum içinde birleşerek dengeli bir bütün oluşturmaktadır. Ön yüzünün ortaya koyduğu plastik değer nedeniyle Sant’ Agnese, Yüksek Barok dönemi mimarlığının İtalya’daki en önemli örneklerinden sayılır. Borromini bu kadar katkıda bulunduğu yapıyı bitirmeden görevden alınarak yerine yeniden Rainaldi getirilmiştir.
Başka yapıtları
Din dışı mimarlık alanında Borromini daha çok eski yapıların değiştirilmesi ve genişletilmesi gibi işlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Ama o böyle durumlarda bile olağanüstü çözümler ortaya koyabilmiştir. Spada Sarayı’m&a. yaptığı ve gerçek uzunluğu görünenden çok daha kısa olan kolonad, barok sanat anlayışının önemli öğelerinden birinin, yamlsatıcı görüntünün en ilginç örneklerindendir. Borromini’ nin Sapienza için 1661’de yaptığı Alessandrina Kitaplığı, kitap raflarının iç mekânın bütünleyicisi olarak düşünüldüğü üç katlı büyük okuma salonuyla, 18. yy’da Avrupa’nın birçok büyük kitaplık yapısına örnek alınmıştır.
Ölümünden bir yıl önce, 1666’da bitirdiği son yapısı Propaganda Fide Okulu nda Borromini’nin üslubunun önemli bir değişime uğradığı izlenir. Duvar yüzeylerindeki hareketliliğin azalması ve süslemelerin sadeleşmesi sonucu yalm, ama ağır ve anıtsal bir görünüme bürünen ön yüzüyle bu yapı, onun daha önceki bütün yapıtlarından ayrılır.
Yaşamı süresince beğenilen ve tutulan bir mimar olmakla birlikte Borromini, bir yandan da yapı sanatının temel kavramlarını sarsmakla suçlanmıştır. Alışılmadık, çok cesur ve kendine özgü üslubu, ne kadar yenilikçi olurlarsa olsunlar Bernini, Cortona, Rainaldi gibi çağdaşı mimarlar tarafından bile yadır-ganmıştır. Borromini’nin kendi ülkesindeki meslek-daşları üzerinde pek etkisi olmamıştır. Ancak sonraları Geç Barok döneminin özellikle Alman ve AvusturyalI mimarları, onun mekân tasarımındaki dahice ilkelerinden yararlanmışlardır. Borromini’nin mimarlığa getirdiği esnek plan kavramını, özellikle de yapı yüzünü oluştururken kullandığı dalgalı duvarları, günümüze değin çeşitli mimarların pek çok kez uyguladığı gözden kaçmaz. Gaudi’nin, Le Corbusier’ nin, 1960’larda ürün vermiş daha başka mimarların yapıları arasında bunun örnekleri vardır. Sanatında hep yeniye, alışılmamışa, zamanı için şaşırtıcı olana yönelmesine karşın, Borromini de pek çok büyük sanatçı gibi geçmişi hiçbir zaman gözardı etmemiştir. Ama eskimiş üslupların yarattıği biçimleri taklit etmek yerine, onları kendi özgün yaratıları içinde eriterek kullanmasını bilmiştir.
• YAPITLAR (başlıca): San Carlo aile Quattro Fontane Kilisesi, 1634-1641, Roma; Spada Sarayı’na ek bölümler, 1636’ya değin, Roma; Filippini Şapeli, 1637-1640, Roma; Falconieri Sarayı’na ek bölümler, 1639-1631, Roma; Sant’ Ivo dellaSapienza Kilisesi, 1642-1660, Roma; San Giovanni in Laterona Kilisesi onarımı, 1646-1649, Roma; Propaganda Fide Okulu, 1646-1666, Roma; Sant’Agnese Kilisesi ön yüzü, kubbesi ve çan kuleleri, 1653-1667, Roma; Sant’ Andrea delle Fratte Kihsesi’nin kubbe ve çan kulesi, 1653-1665, Roma; Santa Maria dei Sette Dolori Kilisesi, 1665-1666, Roma; Alessandrina Kitaplığı, 1661, Roma; Falconieri Şapeli, 1664-1667, San Giovanni deı Fıorentini Kilisesi, Roma; San Carlo aile Quattro Fontane Kilisesi’ nin ön yüzü, 1667, Roma.
• KAYNAKLAR: M. Dvorak, Francesco Borromini als Restorautor, 1907; D. Frey, Architettura barocca, 1926; E. Hempel, Francesco Borromini, 1924; A. Munoz, Roma barocca, 1919; P. Portoghesi, Borromini architettura come linguaggio, 1967; H. Sedlmayr, Die Architektur Borromi-nis, 1939; H. Thelen, Francesco Borromini: Die Handze-ichnungen, 1967; H. Wölfflin, Renaissance und Barok, 1888.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi