İbn-i Tufeyl, tam adı Ebu Bekir Muhammed bin Abdal Malik bin Muhammed bin Tufail el Kaisi el-Endülüsi (1106-1186). Latin dünyasında Abentofail olarak da bilinir. Tanınmış İslam filozoflarındandır.
İbn Tufeyl, 1106’da Granada yakınlarındaki Guadiks’de doğdu ve 1186’da Marakeş’te öldü. İbn-i Bacce tarafından eğitilmiş olan İbn-i Tufeyl, İşraki felsefesinin Endülüs’teki en önemli temsilcilerinden biridir. Uğraştığı ve önemli eserler verdiği başlıca konular tıp, felsefe ve gökbilimdi.
Tufeyl Hayy bin Yakzan adlı felsefi romanın yazarıdır. Eserde bir adada tek başına kalan bir adamın hakikati keşfi anlatılır. Bu eseri önemli kılan noktalardan biri İslam felsefesinde ve dönemin doğabilimcilerinde sıklıkla karşılaşılan evrim fikrini içermesidir. Tufeyl eserde kendi evrim kuramını da şekillendirmiştir. Günümüze ulaşan ve bütün dünyada tanınmasını sağlayan eseri ise Hayy bin Yakzan ya da diğer adıyla Esrarü’l-Hikmeti’l-Meşrikiye’dir. Dünyada felsefi romanın ilk örneği ve ilk “robinsonad” olan Hayy bin Yakzan, 14. yüzyıldan başlayarak dünyanın bütün belli başlı dillerine çevrilmiş, başta Robinson Crusoe’nun yazarı Daniel Defoe olmak üzere birçok Batılı sanatçı ve düşünürü etkilemiştir. Eserin Batı dillerine ilk çevirisi 1671’de yapıldı.
Hayy bin Yakzan (Uyanık’ın oğlu Diri)
Çizgi filme de çekilen İbn-i Tufeyl’in bu felsefi eserinde kendi felsefesinde işlenen temel meseleler Tanrı, bilgi, evren, yaratılış ve ahlaktır. Eserde Hayy ıssız bir adada kendiliğinden meydana gelmiş veya Yekzan isimli bir hükümdarın kızından doğmuştur. Hay’ın ada ortamındaki büyüme-gelişme aşamaları belirli yetenekler kazanmasıyla bağlantılıdır. Bir aşamadan bir üsttekine geçerken, gelişmesiyle orantılı olarak düşünce kabiliyetinde de ilerleme olur. Hay bu ıssız adada bir ceylan tarafından emzirilir, büyütülür. Bir süre sonra ceylan ölür, tek başına kalan Hayy’ın düşünce dünyasında ölüm kavramı belirir. Yalnızlıktan usanınca adada dolaşmaya başlar, diğer hayvanları gördükten sonra, kendisinde, başka canlılarında bulunduğu şuuruna varır. Çevresine bakınır meyveli ve meyvesiz ağaçları görür, onlardan başka türden ağaçların, meyvelerinde olabileceği kanaatine varır. Yuva yapmak için çalı-çırpı toplayan kuşlara bakar, araç yapmaya başlar, yapraklardan, kabuklardan kendisi için bir barınak oluşturur. Bütün bu gözlemlerin tecrübeye dayalı gelişmeler ona çevresinde bulunan canlı çeşitlerini tanıma imkanı sağlar. Gördüğü varlıklardan yola çıkarak genel varlık terimine, daha sonra tümellere ulaşır. İbn Tufeyl, işlediği tüm felsefe sorunlarını bu gözleme dayalı düşünme usulüyle çözmeye çalışır.
Romanın Özeti
Hayy küçük bir bebekken bir ceylan tarafından beslenmeye başlar. Anne ceylan yavru Hayy’ı iki yıl sütüyle besler. Hayy zamanla annesini taklit etmeye onun gibi sesler çıkartmaya, hareketler yapmaya başlar. Ama Hayy zamanla hem annesinden hem de etrafta gördüğü diğer hayvanlardan farklı olduğunun bilincine varmaya başlar. Ve onları gözlemleyip çevresine, tabiata bakarak düşüncelere dalar. Hayy’da ilk uyanan temel insani duygu, “utanma” olur ve avret yerlerini örtmesi gerektiğine karar verir. 8 yaşına geldiğinde artık Hayy ellerini beceriyle kullanmakta ve basit aletler –sopa vb- yapmaktadır.
Artık anne ceylan yaşlanmış ve güçten düşmüştür. Hayy besleme sırasının kendine geldiğini “akl”ederek anne ceylana bakmaya başlar. Fakat Hayy’ı çok sarsacak olan olay gerçekleşir. Anne ceylan ölür. Hayy Hasta sandığı anne ceylanın öldüğünü anlayamaz, çünkü ölümü bilmemektedir. Anne ceylanı iyileştirmek için ölü vücudu araştırmaya koyulur, annesini hareket etmekten alıkoyan nedir? Ve nihayet ölüm denen olguyu kabullenir. Bu da onu canlıları hareket ettiren temel bir neden fikrine götürür ve Ruh’u keşfeder. Salt madde gözünde değerini yitirmiştir. Bir müddet sonra çürüyüp kokmaya başlayan cesedi ne yapacağını düşünürken biri diğerini öldürüp toprağı eşeleyerek öldürdüğünü gömen iki kargayı görür. Bu Kur’an’a zikredilen Habil Kabil kıssasına da uymaktadır. Hayy gözlemleri neticesinde bütün canlılarda olan şeyin ne olduğunu düşünmeye başlar.
Bir müddet sonra ateşi keşfeden Hayy ateşte muazzam bir güç görür. Ateşin hem yakıcı, hem aydınlatıcı ve hem de ısıtıcı özelliğini kavrayan Hayy kıyıya vuran bir balığı içine attığında ateşin balığa olağanüstü bir lezzet kazandırdığını görür. Ateşin dördüncü özelliğini de keşfetmiştir. Ateş üzerine yoğun bir şekilde düşünürken ısı sıcaklık kavramı ile canlılardaki “can” kavramı ile ilişki kurmaya çalışır. Yine hayvanlar üzerinde gözlemlerine devam ederek, organlarını bunların düzenlerini, “can” denen olgunun belli bir süre tükenmeden nasıl dayandığını araştırmaya koyulur. Hayy 20 yaşına geldiğinde artık “hayvansal ruh” başta olmak üzere bayağı bilgiye sahiptir.
Bu arada Hayy hayvanlarda yaptığı gözlemler neticesinde onların birçok özelliklerinden yararlanmayı öğrenir. Derilerinden ayakkabı, kıllarından ipler halatlar yapar. Ve hayvanları evcileştirmeyi, boynuzlarından aletler, silahlar yapmayı öğrenir. Hayy da gözlemleri neticesinde nesnelerin farklılıklarından ve benzeşen yönlerinden hareketle kesrette vahdet fikrine ulaşır.
Ama Hayy’a göre her canlı türünün bireylerinde bulunan “ruh” aslında tek bir ruhun parçasından başka bir şey değildir. Değişik değişik kaplara bölünen su gibi ruh da ayrı ayrı kalplere dağıtılmış gibidir. Yani Hayy’a göre ruha ilişkin çokluk, bulunduğu yerin çokluğudur. Hayy, deney, gözlem ve akıl yürütmeleri sonucunda karşılaştırmalar ve kıyaslar yaparak düşüncelerini canlılık aleminden cansızlar alemine çevirir. Cisimlerin özelliklerini inceler, farklılıklarını araştırmaya koyulur. Cisimlerin sıcak, soğuk, renkli ve renksiz gibi özellikleriyle birbirlerinden ayrıştığını görür. Ama aralarında sürekli bir değişim ve birbirlerine dönüşüm de vardır. Canlı aleminin de “ruh” kavramından soyutlandığında bu cisimlerden farklı olmadığı sonucuna ulaşır. Demek ki tüm nesneler birdir. Hayy artık madde kavramını keşfetmiştir.
Hayy’ın bu deney, gözlem ve akıl yürütmeleri neticesinde ulaştığı fikir “Allah” fikridir. Şimdiye kadar yaptığı gözlemlerden ulaştığı kesin sonuç şudur: Her yaratılmış nesne için bir Yaratıcı’nın varlığı kaçınılmazdır. O güne kadar öğrendiği tüm bilgilerin ışığında varlığın tümünün sonradan olan, yaratılmış mahluk ve nesne olduğu açığa çıkar. O halde bunları kesin olarak yaratan Aşkın bir güç vardır. Hayy suret-form ile ilgili gözlem ve düşüncelerini yeniden ele alınca, bütün biçimlerde ulaştığı aynı sonuca göre, daha önceleri biçimden kaynaklandığını sandığı etkilerin, gerçekte biçimden değil, biçimi araç gibi kullanan bir Varlık’tan olduğunu anlar. (Tümevarımın ispatlanamaması meselesi) Bu varlık aşkındır, ilk nedendir, zorunlu ve temel ilkedir.
Hayy artık 28 yaşındadır. Bundan sonra onun yegane amacı bu “Zorunlu Varlığı” tanımaktır. Ama Hayy hala bu varlığı “duyularla” tanıyabileceğini düşünmektedir. Tabii Hayy’ı Yaratıcı’yı dünyanın dışında, uzaydaki kozmik olaylarda aramaya iten şey, gözlemlediği üçboyutlu ve sınırlı dünyadaki yetersizliktir. Ama Hayy daha ilk gözleminde gök cisimlerinin de üç boyutlu olduğunu tespit etmiştir. Öyleyse bir uzama sahip olan herşey bir cisimse yıldızlar ve felekler de birer cisimdir. Düşünmekten yorgun düşen Hayy bütün varlığı canlı bir yaratık sayarak “Bütün gökler içerdikleriyle birlikte bağımsız bir özneye muhtaç tek bir şeydir” sonucuna varır..
Tabii bu arada İbn-i Tufeyl, Hayy’i düşündürerek alemin kıdemi(ezeliyeti) meselesine de değinir. Hayy iki durumu da düşünür. Alemin “kadim” ya da “hadis” oluşunu uzun uzun düşünen Hayy, sonunda her iki durumda da cisim olmayan Yaratıcının varlığının zorunlu oluğu sonucuna ulaşmıştır. Bu “Varlık” bütün durumların üstünde ve cismin her durumundan münezzeh ve yücedir. Demek ki bu Varlık, bütün varlıkların varoluş nedeni ve ilkesidir. Bütün varoluş her iki görüşe göre de bir Yaratıcı’nın eseridir. Herşeyin varlığı bu Varlığa bağlı ve bağımlıdır. İbn-i Tufeyl burada kesin bir tercih belirtmekten kaçınır. Bu kararsızlıkta o zaman İslam dünyasındaki “alemin kıdemi” tartışmaların etkisi olsa gerek.
Hayy bu yaklaşım biçimiyle herşeyi yeniden gözlemlemeye başlayınca cisimlerin en aşağı tabakasında bile Yaratıcı’nın sonsuz güzelliğinden, eşsiz sanatından izler, işaretler tecelliler görmeye başlar. 35 yaşına basan Hayy’ın bundan sonra varacağı aşama Yüce Varlığı duyu ve akıl yürütmelerle değil, tefekkürle bulmak olacaktır. Aynı zamanda canlılar alemini ve gezegenlerin hareket ve konumlarını, üstte olanların altta olanlarla ilişkilerini gözlemleyerek çevresindeki varlıklarla arasındaki ilişkileri belirleyecek bir takım ahlaki ilkelere varır ve bunları doğru olarak tespit eder. Bu ilkeler/bilgiler, Peygamberler aracılığıyla gönderilen ilahi mesajın öngördüğü bir takım ahlaki ve hukuki düzenlemelerden, Şeriat’ın ana fikrinden başkası değildir. Hayy’ın kendisinden zayıf bir hayvana veya susuz kalmış bir bitkiye karşı yerine getirmesi gerektiğini öğrendiği ödevin, biz insanların bir arada yaşadığı toplumsal hayatın aynısı ya da başka bir ifadesi olduğu söylenebilir.
Hayy gök cisimlerinin Mutlak Varlığı biliyor oldukları düşüncesinden hareketle kendi hareketlerini onların hareketlerine benzetmeye çalışarak “ibadet” kavramına ulaşır. Ve giderek daha düzenli şekilde ritmik, dairevi Allah’a saygı ve yakınlığı amaçlayan hareketler yapmaya başlar. Hayy’a göre artık kendi varoluşunun asıl amacı, Allah’a ibadet etmek, O’nu kabule yetenekli ruhunu arındırmak ve kesintisiz tefekkürle müşahede makamına ulaşmaktır.
Hayy, şirkten kurtulana, hem kendisi, hem de yer, gökler ve içerdikleri şeyler, ruhsal biçimler ve Zorunlu Varlığı bilen tüm zatlar düşüncesinden tümüyle silininceye kadar Allah’ı katıksız müşahadeye ulaşmak için çalışmalarını sürdürür. Sonunda diğer varlıklar da, kendi zatı da kaybolur. Tümüyle yok olur. Zorunlu ve gerçek Varlığın, kendisinden başka bir gerçeklik taşımayan sözüyle “Bugün mülk kimindir? Tek ve herşeye gücü yeten Allah’ındır” diye haykırarak yokluğa (fena) erer. Bu makamda hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir kalpten geçmeyen şeyleri görür ve tadar. Hayy artık 49 yaşındadır.
Hayy yaşadığı bu olağanüstü tecrübenin ardından artık Hakikatin Bilgisini elde etmiştir. Bu makamda akıllara durgunluk veren, ruhunu aydınlatıp kendisine bağlayan tecelli ve güzelliklerini yaşama alışkanlığı edinmeye çalışırken yine olağanüstü bir şey olur ve bir sandal vasıtası ile Hayy’ın bulunduğu adaya gelen Absal isminde bir insanla karşılaşır. Absal yaşadığı toplumun bilgi düzeyini yeterli bulmamış ve bütün malını mülkünü satıp yoksullara dağıtarak sakin bir adaya gitmek isteyen bir sufîdir. Burada tefekküre dalmayı amaçlamaktadır. Absal ilahi mesajı Peygamberler vasıtası ile almış, lakin bir takım işaret ve sembollerin gizlediği batın-iç anlamların gerçek mahiyetini öğrenmeyi arzulamıştır. Absal’ın şehirde kalan arkadaşı Salaman ise, dinine bağlı gündelik ibadetlerini yerine getiren birisi olmakla birlikte, İlahi tebliğin kendisine verdiği kadarıyla yetinmeyi ilke kabul etmiş, dolayısı ile Absal’a, bu yolculuğunda katılmamıştır.
İbn Tufeyl, felsefe ile alakalı fikirlerinin sergilendiği Hay bin Yekzan’ı roman türünde yazdığından, Batılı araştırmacılar onu kendi sahasında ilk eser, felsefeye dayanan ilk roman diye nitelerler.