Ingmar Bergman Kimdir, Hayatı, Filmleri, Hakkında Bilgi

BERGMAN, Ingmar (1918 – 30 Temmuz 2007, Farö)

İsveçli sinema ve tiyatro yönetmeni. İskandinav sinemasının en önemli temsilcilerindendir.

Ernst Ingmar Bergman, 14 Temmuz 1918’de, İsveç’in Uppsala kentinde Protestan bir rahibin oğlu olarak dünyaya geldi. Çocukluğundan beri sahne ve sinema ile ilgiliydi. On iki yaşında kendisine armağan edilen oynatıcıyla başlayan bu tutku, üniversitede yönettiği öğrenci oyunları ve amatör tiyatro çalışmalarıyla sürdü. 1944’de Hâlsingborg Şehir Tiyatrosu’n-da çalışmaya başladı. Göteborg Şehir Tiyatrosu’na geçtiğinde tiyatro yönetmeni olarak ünü perçinlenmiş bulunuyordu. İsveç sinemasına yeni yetenekler kazandırmak isteyen Svensk Filmindustri için senaryo editörlüğü yaparken ilk yönetmen yardımcılığı denemesine girişti.

İlk film çalışmaları
1944’te Alf Sjöberg’in Hets (“Cinnet”) filmindeki yardımcılığından sonra 1945’te, senaryosunu da yazdığı Kris (“Kriz”) adlı ilk filmini yönetti. Yönetmen, bir taşra melodramı olan bu filmi “ne pahasına olursa olsun bir film çekmek için” kabul ettiğini söyler. Bir yıl sonra Det Regnar pa var karlek (“Aşkımızın Üzerine Yağmurlar Yağıyor”) adlı filmi çekti. Bir Norveç sahne oyununun uyarlaması olan film yoğun kara film (gangster, dedektif ve korku filmleri) etkileri taşıyordu. Bergman 1947’de ünlü ve deneyimli bir yönetmen olan Gustaf Molander için bir film senaryosu yazdı: Kvinna utan ansikte (“Yüzü Olmayan Kadın”). Bu çalışmadan yararlanarak da bir sonraki filmini yaptı. Skepp till Indialand (“Hindistan’a Bir Gemi”) gene bir oyun uyarlamasıydı. Bergman senaryoda daha sonra sık sık ele alacağı iki izleği, baba kompleksi ile otorite sorununu vurguladı. Ayrıca gene ilk kez bu filmde ayrı iki anlatının kesişip örtüşmesi tekniğini kullandı. 1947’de Mıısik i Mörker (“Karanlıkta Müzik”) ve daha sonra Hamn-stad’ı (“Uğranılacak Liman”) çekti. Hamnstad, Berg-man’ın öteki filmlerinde görülmeyen belgeci bir anlayışla çekilmiş bölümler içeriyor ve Italyan Yeni-Gerçekçilik’inden izler taşıyordu. Bu sıralarda, kendi oluşturduğu konulara oyuncuları alıştırması ve rollerini benimsetmesi başarılı vönü olarak dikkat çekmeye başlamıştı. 1949 tarihli Fangelse (“Hapishane”) çoğu iç mekânlarda geçen bir filmdir. Bergman’m ana izleklerinden olan kötülük ve şeytan, ilk olarak burada ortaya çıkar. Bir fahişevle onu intihara sürükleyen nedenleri konu alan film karamsar, nihilist bir eğilimi yansıtıyordu.

Üslubunun bağımsızlaşması
Bergman aynı yıl Törst’ü (“Susuzluk”) çekti. Kadın kahramanlarının psikolojik çıkmazlarını ve yalnızlıklarım inceleyen ilk tipik Bergman filmlerinden biri budur. Aynı yıl çevirdiği Till Glddje (“Sevinç”) ise Bergman’m kır ve doğa görünümlerine ağırlık vererek ansızın yön değiştirdiği bir filmdi. Y’önetmenin “yaz filmleri” dediği bu dizi 1950’deki Sommarlek (“Yaz Oyunu”) ile sürdü. Bergman, bu filmin kendisi için büyük önem taşıdığını, kendini ilk kez bu filmde tümüyle bağımsız hissettiğini ve üslubunu bulduğunu belirtmiştir. Senaryosunu kendi öykülerinden birinden esinlenerek yazdığı bu aşk filminde sarsıcı bir doğal dekor kullanıyordu.

Bergman’ın eleştirmenlerce önemsenen ilk filmlerinden biri 1952 tarihli Kvinnors Vantan’dır (“Bekleyen Kadınlar”). Filmde bu kez güldürü kalıpları içinde kadınların duygusal ilişkileri ele alınır. Güldürünün en başarılı biçimde kullanıldığı asansör sahnesi Bergman’m giderek artan teknik becerisinin de bir örneğiydi. “Yaz filmleri”nin sonuncusu, 1953 yapımı Som.ma.ren med Morıika (“Monika’yla Geçen Yaz”), bir gençlik aşkını konu edinir. Bu filmde yoğun ve mutlu bir erotizmin etkilerini, yaz ışığının parlak renklerini görmek mümkündür. Olumlu eleştiriler alan film ticari başarı da kazandı.

Tiyatro yönetmenliği
Bu aydınlık ve iyimser filmi, Bergman’a özgü karamsarlığın en çarpıcı örneklerinden biri olan Gycklarnas Afton (“Talaş ve Yaldız”) izledi. Film bir grup sirk oyuncusu arasındaki gerilimleri konu ediniyordu. Sirk sahibi Albert, cinsel açıdan soğuk karısı, kıskanç metresi Anne, Anne’nin peşindeki oyuncu Fans arasındaki cinsel savaş görsel bir çarpıcılıkla ele almıyordu. Bu oyuncuların toplumsal konumlarından kaynaklanan aşağılanmışlık duygusuyla örtüşen cinsel yetersizlikleri neredeyse dışavurumcu bir anlatıma kavuşuyordu, ilk gösterilişinde inanılmayacak kadar kötü eleştiriler alan film bugün Bergman sinemasının kilometre taşlarından biri sayılır.

Bergman bu sırada Malmö Şehir Tiyatrosu yönetmenliğine de getirildi. Özellikle tiyatroda, oyuncularıyla kurduğu yoğun ilişkilerle seçkinleşmiş bir yönetmendi. Burada on yılı aşkın bir süre Strindberg, Moliere, Goethe ve Ibsen gibi yazarların oyunlarını sahneledi. Yavaş yavaş kendi oyuncu grubunu kuruyordu. Bu dönemde iki önemli film çektr.Kvinnodröm (“Sonbahara Yolculuk”) ve Nara Livet (“Hayatın Eşiğinde”). Özellikle İkincisi, bir doğum kliniğindeki kadınların öykülerini anlatırken gene tipik Bergman konularını gündeme getiriyordu.

Bu dönemin başyapıtı ise İsveç sinemasının en başarılı duygusal güldürülerinden biri sayılan Som-marnattens Leende’dir (“Bir Yaz Gecesi Gülümseyişleri”). Marivaux ve Moliere gibi yazarların entrikalı güldürülerini hatırlatan konu 1901’de bir kır evinde geçer. Film görünürdeki entrikaların ardında ince bir şiir, yoğun bir hatırlama süreci ve sanat-gerçeklik ilişkisi üzerine gözlemlerle yüklüdür. Bergman’m en sık gösterilen filmlerinden biridir.

Tanrı-insan yaşam-ölüm temaları
Bergman’a dünya çapında başarı getiren film 1957 tarihli Det Sjunde Inseglet (Yedinci Mühür) oldu. Yönetmenin Tramalung (“Duvar Resmi”) adlı kendi oyunundan uyarladığı senaryo, şövalye Anto-nius Blok’un serüvenlerini konu edinir. Blok, yamağı Jöns’le birlikte katıldığı Haçlı seferinden döndüğünde ülkesini vebayla yerle bir olmuş bulur. Orta Çağ’m tüm görünümleri arasında Tanrı’yı arayıp dururken karşılaştığı tek şey Ölüm olacaktır. Blok sonuçta kendisini ve tüm insanlığı ortaya koyarak Ölüm’le bir satranç oyunu oynar. Yedinci Mühür, Orta Çağ’da geçen konusuna rağmen çağdaş bir karamsarlığın anlatımıdır.

Yönetmen bu filmden sonra Smultronstdllet’de (“Yaban Çiçekleri”) çağdaş bir konuyu işledi. Film, başroldeki eski kuşak yönetmeni Victor Sjöström’ün unutulmaz oyunuyla, yaşlılık, yalnızlık ve hatırlama gibi Bergman konuları üzerine yapılmış bir başyapıt oldu. Başarılarla geçen bir meslek yaşamının sonunda kendisine verilecek onur belgesini almak üzere geliniyle bir araba yolculuğuna çıkan Profesör Borg yolculuğu sırasında yaşamının önemli anlarını yeniden yaşar. Film şimdiki zamanla geçmiş, düş ve gerçek arasında gidip gelir. Bu Bergman’ın filmdeki yumuşak ve lirik kamera çalışmasıyla da bütünleşir. Profesör Borg, bir önceki filmindeki şövalye Blok’un Tanrı’yı arayışından pek de farklı olmayan bir biçimde, insanın kendi kişiliğinde giriştiği bir arayışın anlatımıdır. 1960’ta yönetmen gene Orta Çağ’la ilgili bir film çekti. Jungfrukallen (“Bakir Kaynak”), korkunç bir cinayetin ve bunun karşılığında alman öcün öyküsüydü. Bergman filmde Tanrı’yı acımasız ve suskun bir güç olarak sunuyordu.

Simgesel anlatım
Bu dönemde Bergman’ın filmlerindeki görsel unsur giderek önem kazanmaya başladı. Yönetmen, görüntü yönetmenleri Gunnar Fischer ve özellikle Sven Nykvist’in yardımıyla eşyanın plastiğini, doğa görünümlerinin simgesel değerini daha yoğun bir görsel zenginlikle ele almaya başladı. Bu arada Jung’ un rüya çözümlemesiyle ilgilenen Bergman’m bu ilgisi, 1960’larda gerçekleştirdiği üçlemede belirgindir. 1961’deki Sdsom ı en spegel (“Bir Aynanın İçinden, Karanlıkça”) bir ailenin bireyleri arasındaki ilişki ve kopuşları konu edinir. Baba, erkek kardeş, kız kardeş, onun kocası arasındaki gerilimler bir yönüyle cinsel, öteki yönüyle de dinsel ve entelektüeldir. Sanatçının sorumluluğu, toplum ve aydın, dış çevreden yalıtılma sorunları gene Bergman’a özgü karanlık bir sinema evreni içinde tartışılır. 1963’teki Nattvardgasterna (“Kış Işığı”) ise tanrısal olan sevgiyi ararken giderek insani olandan uzaklaşan kişileri konu edinir. Kendi ifadesine göre, yönetmen filmin çekimi sırasında Tanrı’yı “insana yönelik bir sevgi” olarak gören anlayıştan kuşku duymaya başlamış, bu da filmin yönünü değiştirmiştir. Filmde Tanrı arayışının kaçınılmazlığı ile boşunalığı, acılı bir karşıtlık olarak ele alınır. Üçlünün son filmi, yine 1963’teki Tystnaden (Sessizlik) Bergman’m en çok gürültü koparan filmi ve dönemin cinsel tedirginliklerini en iyi yansıtan Avrupa filmlerinden biri oldu. İki kız kardeş ve kız kardeşlerden birinin küçük oğlu arasındaki ilişki, suçlu kadın cinselliklerinin olduğu kadar buna koşut gelişen çocuk masumiyetinin de anlatımıydı. Film ciddi tepkilerle karşılandı. Ama bu büyük ticari başarıya ulaşmasına da engel olmadı.

Kadın cinselliğinin araştırılması
Bergman’ın kadın cinselliğinin ruhsal dinamiklerini araştırması 1966 tarihli Persona’da (“Maske”) aynı mekân içine kapatılmış kadınlara yöneldi. Filmde psikosomatik bir olay sonucu dili tutulan ünlü oyuncu Elisabet Vogler (Liv Ullman) hemşire Alma (Bibi Andersson) ile bir sayfiye evine kapanır. İki kadın birbirlerine muhtaç olmanın getirdiği zorunluluk sonucu histeriden cinsel yakınlaşmaya kadar türlü evrelerden geçerler. Kimi noktalarda, iki kadının yüzü birbirinden ayırt edilemez olur ve film ilişkinin yıkımsal niteliğini yanan film karesiyle simgeleyerek biter. Liv Ullman ve Bibi Andersson bu filmdeki olağanüstü oyunlarıyla Bergman’m başarısını bütünlemişlerdir.

Aynı yıl çektiği Vargtimmen (“Kurdun Saati”) yönetmenin o zamana kadar az çok örtük ve dolaylı bir biçimde ele aldığı bir sorunu, toplumla çelişkiye düşen sanatçı sorununu işliyordu. Kesikli bir anlatı yapısı kuran filmde ressam Johan Borg, Gotik korku öykülerine anıştırmada bulunan bir “iblis” sanrısı ile bunalır. Borg’un peşini bırakmayan “iblis” bir anlamda kaybedilen Tanrı’yla ulaşılamayan toplum arasındaki karabasanlı karşıtlığın anlatımıdır. Bunu izleyen Skammen de (“Utanç”) haber filmlerini andıran görüntüleriyle bilinmeyen bir totaliter devlette aydının yerini gündeme getirir. Sorun gene yaratıcı bireyle toplum arasındaki uzlaşmazlıktır.

1969 yapımı En Passion (“Bir Tutku”) film tekniği ve anlatım açısından yenilikler getiriyordu. Bergman burada rengi soldurulmuş film ve oyuncuların dosdoğru kameraya bakmalarıyla sağlanan bir oyun tekniği kullandı. Eleştirmenler bu film hakkında çelişen görüşler öne sürdüler. Genel kanı, Bergman’m yenilikçi bir film anlayışına öykünerek ana izleklerini baltaladığı yolundaydı. 1970 yapımı The Touch (Temas) ise yönetmenin ilk Amerikan yapımıydı. İsveçli bir çiftle onların hayatına giren Amerikalı bir doktorun öyküsü gene tipik bir Bergman konusuydu. Artık Bergman ve dünyası bir ölçüde önceden kestirilebilir olmuştu.

1972 yapımı Viskingar och Rop (“Çığlıklar ve Fısıltılar”) Bergman’m dönem filmlerinden biridir. Biri ölmekte olan üç kız kardeş arasındaki ilişkinin anlatımıyla, yönetmen bir kere daha kadınlar arasındaki gerilimli ilişkilere döner. Veremden ölmekte olan ablanın (Harriet Andersson) başını bekleyen iki kız kardeş Sessizlik’deki karşıtlığın bir çeşitlemesidir. Cinselliğini dolu dizgin yaşayan kız kardeş (Liv Ullman) ile suçlu cinselliğini sado-erotik yollardan doyuran kız kardeş (Ingrid Thulin) üçüncü kız kardeşle simgelenen ölümde birleşirler. Film, bütün karamsarlığına karşın son bir geriye dönüşte üç kız kardeşin mutlu gençlik günlerini çağrıştırarak biter. Bergman bu filmde Kuzey’in ressamlarından, özellikle de Gustav Munch’dan yararlandı. Zengin renkler, sahneler arasındaki gösterişli geçişler, kadın oyuncuların olağanüstü başarısı filme geç dönem Bergman filmleri arasında özel bir yer kazandırdı.

Kadın erkek ilişkilerinin psikolojik boyutta ele alınması
Bir sonraki Bergman filmi 1974’te gerçekleşti, Scener ur ett aektenskap (“Bir Evlilikten Sahneler”) önce İsveç Televizyonu için altı bölümlük bir dizi olarak hazırlandı. Sonra bu televizyon dizisinden kurgulanan sinema filmi gösterime girdi ve büyük ilgi gördü. On yıllık evlilikten sonra evlilikleriyle hesaplaşmaya karar veren varlıklı bir burjuva çiftini anlatırken, yönetmen yeniden kadm-erkek ilişkilerine dönüyordu. Psikanalist yöntemden yararlanan ve kendi evliliğinden izler taşıyan film az çok belgeci bir anlatım benimsiyordu. Bunu, 1975’te Mozart’ın Die Zauberflöte (Sihirli Flüt) operasının uyarlaması izledi. Eleştirmenlerce çok başarılı bir uyarlama olarak nitelenen film Bergman için bir tür değişikliği sayıldı. Oysa yönetmen yeniden evlilik ve kadın-erkek ilişkileri konularına dönecekti. 1977 yapımı Face to Face (Yüz Yüze) kadın psikiyatrist Jenny Isaksson’un kendi evliliği ve cinsel bunalımlarıyla yüzleşmesini anlatır. Kimi eleştirmenler filmi ustaca bulmakla birlikteBergman’ınkendismırlarmı zorladığı kanısına vardılar.

Yönetmenin son dönem filmleri nitelik ve düzey açısından farklılık gösterdi. 197S’de gerçekleştirilen Alman-Isveç ortak yapımı The Serpent’s Egg (“Yılan Yumurtası”) abartılı bir II. Dünya Savaşı filmi, Ingrid Bergman’la Liv Ullman’m bir ana-kız uzlaşmazlığını canlandırdığı 1980 tarihli Sonate d’au-tomne (“Sonbahar Sonatı”) bir başyapıt savıldı. Berg-man’m bu filmden sonra iki önemli çalışması daha oldu; Aus dem leben der Marionetten (“Kuklaların Hayatından”) adlı Alman yapımı ve bir dönem filmi olan Fanny and Alexander. Yönetmen bu filmden sonra sinemayı bıraktığını açıkladı.

Bergman yaratıcı Avrupa sinemasının en önemli adlarından biridir. Din, psikanaliz, cinsellik konularını, aydın ve toplum çelişkisini çağdaş Avrupalı aydının bilincini yansıtan ve çoğu kez de sarsan bir yoğunlukla ele aldı. İsveç’te 1960’lara doğru egemen olmaya başlayan yeni sinema akımları Bergman’ın aşırılıklarıyla karamsarlığını haklı olarak eleştirdilerse de, bu Bergman sinemasının en iyi örneklerini gözden uzak tutmak anlamına gelmez. Ingmar Bergman, bugün kendi konularını kabul ettirmiş ve kurduğu oyuncu grubuyla (Von Sydow, Thulin, Andersson, Ullman vb.) dünya sinemasına unutulmaz çağdaş insan yüzleri bırakmış bir sinemacı olarak kabul edilmektedir.

Bergman, 30 Temmuz 2007’de İsveç’te Fårö adasındaki evinde 89 yaşında öldü. 9 kez en iyi yönetmen Oscar’ına aday gösterilen Bergman’ın eserleri, 1960, 1961 ve 1983 yıllarında En İyi Yabancı Film Akademi Ödülü’nün sahibi oldu.

Filmleri

1. Dönem

II. Dünya Savaşı sonrasında İsveç’te yükselen bir intihar oranı ve dinsel geleneklere bağlılığın sarsılması söz konusudur. Bergman’ın ilk dönem filmleri de bu umutsuzluktan etkilenir. Filmlerin adları bile bunu kanıtlamaktadır.

Genel olarak kişiler varoluş sıkıntılarına gömülmekte, umutsuz bir yalnızlığın içinde debelenmekte ve kimi zaman da intihar girişimlerinde bulunmaktadırlar. Bu karanlık eğilimin doruk noktası, Zindan adlı filmdir.

  • 1945 – Kris (Bunalım): Melodramatik bir tiyatro oyununun gerçekçi uyarlaması.
  • 1946 – Det regnar pa var Körlek (Aşkımızın Üstüne Yağmur Yağıyordu)
  • 1947 – Skeep till Indialand (Hindistan’a Giden Gemi ya da Kaybolan Kızlar Limanı)
    Musik I mörker (Cehennemi Karanlıkta Müzik)
  • 1948 – Hamnstad (Liman Kenti)
    Fangelse (Zindan)
  • 1949 – Törst (Susuzluk)

2. Dönem

Bu dönem, bu marazi eğilimden kopuşu ifade eder. Birbirini izleyen yenileme ve zenginleştirmelerden oluşan bir dönem başlar. Aşk, sevgi, ayrılık genel temalardır. Kadınlara yönelik eğilim bu dönem filmlerinde ağır basar. Kadınlara açıkça ayrıcalık tanınır; iyi roller verilir, galip gelmeleri sağlanır. Erkekler ise küçümsenir, alaya alınır, aşağılanır.

  • 1949 – Till gladje (Neşeye Doğru)
  • 1950 – Sommarlek (Yaz Oyunları)
    Sant hander inte hër (Burada Yapılmayan Türden Bir Şey)
  • 1952 – Kvinners väntan (Kadınların Bekleyişi)
    Sommaren med Monika (Monika ya da Monika’yla Bir Yaz)
  • 1953 – Gycklarnas afton (Gezgincilerin Gecesi): Bergman’ın deyişiyle bir ‘kurtuluş’ olan bu film, iç kapayıcılığı ile dönemin diğer filmlerinden ayrılır.
  • 1954 – En Lektion I Kärlet (Bir Aşk Dersi)
  • 1955 – Kvinnodröm (Kadın Düşleri)
    Sommarnattes Leende (Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri)

3. Dönem

İlk planlarından itibaren kameranın objektifinin gökyüzüne doğru çevrildiği Yedinci Mühür ile birlikte Bergman’ın Dikey Sineması başlar. (Bu kavram, metafizik simgelerden çok günlük gerçeklere ilgi duyan İsveçli genç sinemacıların Bergman’ın sinemasını küçümsemek için taktıkları addır. Lefevre, bu adı kullanarak bir dönemi adlandırıyor). Yaban Çilekleri’nden itibaren bu metafizik soruşturma varoluşsal bir hal alır ve dönemin daha sonraki filmlerinde giderek metafizik niteliğinden bütünüyle uzaklaşır. Son filmi iyiden iyiye ‘eğlendirici’ bir tarza saplanır.

  • 1956 – Det Sjunde inseglet (Yedinci Mühür)
  • 1957 – Smultronstället (Yaban Çilekleri) Yaşlı bir profesörün yaşamının son günleri Proustvari geri dönüşlerle anlatılır. Yaşlı profesör,hayata son kez, kederlenmeden bakmaktadır sanki.Yaşama iyinin ve kötünün ötesinde, büyük bir sadelikle bakan yaşlı adam ölürken dingindir ve çocukluğunun tatlı gülümsemelerini yaşamaktadır.
    Nära livet (Yaşamın Eşiğinde)
  • 1958 – Ansiktet (Yüz)
  • 1959 – Jungfrukällen (Kaynak)
  • 1960 – Djävulens Öga (Şeytanın Gözü): İkinci sınıf, eğlendirici bir film.

4. Dönem

Bu dönem, Oda Sineması üçlüsünden ibarettir. Ayrıca bu filmlerde yönetmen, tanrı sorununa son bir kez döner. Hatta İbadet Edenler filminde, tanrının ölümünü ilan eder.

  • 1961 – Säsom i en spegel (Aynadaki Gibi)
  • 1962 – Nattvärdsgâterna (İbadet Edenler) Bergman bu filmde adeta Dostoyevski’nin “Tanrı yoksa onu icad etmek gerekir” sözünün sinemasal anlatımını gerçekleştirmeye çalışır. Dostoyevski’nin bir çok romanındaki sorunsal olan tanrının ölümünün doğurduğu ağır ahlaki sorunlar, bir rahibin yaşamında trajediye dönüşür. Eğer bir rahip bile inançsız hale gelmişse sıradan insan ne yapacaktır?
  • 1963 – Tystnaden (Sessizlik)

Dinlenme: Ara Dönem

  • 1964 – För att inte tala om alla dessa kvinnor (Bütün O Kadınlar ya da Bütün O Kadınlardan Söz Etmeden): İkinci sınıf, eğlendirici bir film. İlk ‘renkli’ kaba güldürüsü.
  • 1965 – Daniel (Daniel): Oğlu Daniel için yaptığı, bir ‘ilan-ı aşk’ niteliğinde, başka bir özellik taşımayan ‘ara dönem’ filmi.

5. Dönem

Yakın planların hayranlık verici biçimde kullanıldığı yeni bir üçleme ortaya çıkar. Bu filmlerle birlikte Bergman’ın ‘parçalama tekniklerini’ daha fazla kullandığı görülür. Persona’da seyirciye projeksiyon aletinin varlığı anımsatılır. Filmin başlangıcı, küçülen sayıların sıra ile ‘BAŞLA’ kelimesini izleyişini gösterir. Projektörün gürültüsü ses bandının müziğini bastırırken, kamera, cihazın kimi bölümlerinin ayrıntılarını verir. Filmin can alıcı yerinde Bergman filmin kaydığı ve koptuğu izlenimini yaratır. Aynı işlem filmin sonunda da tekrarlanır ve SON yazısı belirmez. Kurtların Saati filminde, filmin adı hiç beklenmedik bir anda görüntüye geliverir. Ayin’de film dokuz parçaya ayrılmıştır. Bir Tutku’nun oyuncuları, görüşme sorularına cevap vermek ve yorumladıkları kişiler hakkındaki şahsi görüşlerini belirtmek üzere oyunun akışını anında keserler. Çığlıklar ve Fısıltılar’da ve Fanny ve Alexander’da usdışının sınırlarına girilir; seyirci rahatsız edilir. Sonbahar Sonatı’nın papazı seyircilere dolaysız yoldan seslenir. Kuklaların Yaşamından’ın dosyasının aynı sayıdaki bölüme denk düşen piyesleri, hiçbir kronoloji kaygısı olmaksızın sunulur. Öte yandan son filmlerinde Bergman, ‘bilinçsiz güdülenmelere bağlı sorunlara’ giderek daha fazla eğilecektir .

  • 1965 – Persona (Persona)
  • 1967 – Vargtimmen (Kurtların Saati)
  • 1968 – Skammen (Utanç) Savaşın sonucu sadece ölen sayısız insanla sınırlı değildir. Kalanlar da yaşadıkları ağır deneyimlerin sonucu olarak bir tür yaşayan ölüye dönüşürler. Tanık olmak, tanık olarak yaşamını sürdürmeye çalışmak. Bu, aynı zamanda “bilmemek” üzerine bir film. Savaş sırasında bir radyosu bile olmayan, dolayısıyla da savaşın seyriyle ilgili pek bilgisi olmayan Eva ile Jan’ın bir şişe şarap bulduklarında yaşadıkları büyük keyif, savaşla ilgili bilgileri arttıkça ve savaş artık iyicene yaşamlarına girdikçe büyük bir utançla da karşıkarşıya kalmaya başlayacaklardır.

Diğerleri

  • 1968 – Riten (Ayin)
  • 1969 – En Passion (Bir Tutku)
  • 1970 – The Touch (Temas)
  • 1972 – Viskningar och rop (Çığlıklar ve Fısıltılar) Ölüm, inanç, yalnızlık üzerine üç kız kardeşin öyküsü. Kusursuz bir anlatım.
  • 1973 – Scener ur ett äktenskap (Evlilik Yaşamından Sahneler)
  • 1974 – Trollflöjten (Sihirli Flüt)
  • 1975 – Ansikte mot ansikte (Yüz Yüze)
  • 1977 – Das Schlangenei (Yılanın Yumurtası)
  • 1978 – Höstsonaten (Son Bahar Sonatı) Bir kadınla annesinin gecikmiş bir hesaplaşması. Anne, geçmişte iki kızının da hayatında travmatik yaralar açmıştır ama bunun farkında değildir. Müzisyen olan kadın sanatı uğruna kızlarını büyük oranda ihmal etmiş, kızlardan küçüğünün felçli kalmasında etksi olmuş ve yıllar sonra itiraf etmek istemediği bir vicdan azabıyla geri dönmüştür. Anne ile büyük kızın bir gece boyunca yaşamlarını bir mahkeme önüne çıkarırcasına hesaplaştıkları sahne Bergman’ın ustalığını ve dehasını bir kez daha kanıtlıyor.
  • 1979 – Farö-Doküment 1979 (Farö Adası)
  • 1980 – Aus dem Leben der Marionetten (Kuklaların Yaşamından)
  • 1983 – Fanny och Alexander (Fanny ve Alexander)

•    KAYNAKLAR: P. Cowie, Screen Series: Şiveden 11, 1970; P. Harcourt, Six European Dırectors, 1974; Secker ve Warburg, Bergman on Bergman, 1973; B. Steene, Ingmar Bergman, 1968; J.R. Taylor, Cinema Eye, Cine-ma Ear, 1964; R. Wood, Ingmar Bergman. 1970.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi & vikipedi

Daha yeni Daha eski