Jakob Böhme Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi

BÖHME, Jacob (1575-1624)

Alman filozof. Gizemci bir yaklaşımla varlığın ve oluşun tanrısal bir özden kaynaklandığı görüşünü savunmuştur.

Görlitz’in bir köyünde doğdu. Görlitz’de öldü. Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Köy okulunu bitirdikten sonra öğrenim görmedi. Gençliği çobanlıkla geçti. Yirmi dört yaşında Görlitz’e yerleşerek kunduracılıkla geçimini sağlamaya çalıştı. Yaşamı konusunda değişik söylentiler vardır. Bunlar arasında en ilginci, kendisini din konularına vermesini sağlayan, bir içedoğuştur. Böhme, Aurora adlı yapıtında anlattığına göre, biri 19, biri 25, üçüncüsü de 35 yaşlarındayken kendisinde birtakım değişiklikler olmuş, içine tanrısal özle ilgili esinler doğmaya başlamış. İçine kapalı yaşamayı seven, yalnız başına dolaşan Böhme, bir gezisi sırasında, bir vazodan yansıyan güneş ışınları karşısında derin bir coşkuya kapılmış, bütün gücünü Tanrı konusunda düşünmeye vermiştir.

Böhme’nin felsefeye yaklaşımı inançları dolayısıyladır. Çocukluğundan beri, dinine çok bağlı olan ailesinin etkisiyle, inanç sorunlarıyla ilgilenmiş, düşüncelerini Tanrı kavramı üzerinde yoğunlaştırmıştır. Kendisine “Philosophus Teutonicus” (Almanya Filozofu) denmesine karşılık, Böhme, bir gizemcidir. Üzerinde durduğu konulara, felsefenin benimsediği düzenli bir sorun niteliği kazandırmaktan çok, değişik içerikli açıklamalar getirmiş, bütün çabasını sezgiye, içedoğuşa dayanan bir yönteme bağlamıştır. İlk dönemlerdeki yapıtlarında ağır basan bu gizemci eğilim, sorunlara içedoğuşla yaklaşma, sonraki yapıtlarında yer yer felsefeye özgü bir içerikle karışır, daha derli toplu bir yapı kazanır. Onun gizemcilikle felsefe arasında bir süre duraksadığı, sonunda iki öğretiyi kaynaştırmaya çalıştığı, gizemciliğe bir felsefe dizgesi niteliği kazandırma eğilimini güttüğü anlaşılmaktadır.

Tanrı varlığı
Böhme’nin üzerinde durduğu temel sorun Tanrı varlığıdır. Onun anladığı Tanrı, Kutsal Kitap’m, özellikle Incil’in nitelediği Tanridan biraz başkadır. Bütün çabasıyla Incil’den ayrılmamaya, Incil’ in içeriğine bağlı kalmaya, yazılarında bu tutumunu dile getirmeye çalışmasına karşın “yaratılış” olayını açıklamada benimsediği görüş ‘Yeni-Platonculuk’un izlerini taşımaktadır. Evrenin, varlık türlerinin tanrısal bir ışıktan kaynaklanması görüşü, “yaratılış” olayını, bu tanrısal özden bir dışa vuruş, fışkırma (emanatio) olarak yorumlama düşüncesi Yeni-Platonculuk’un temel ilkesidir. Ancak, Böhme’nin geniş kapsamlı bir felsefe bilgisi olmadığının söylenmesi, Yeni-Platonculuk’la ilgili bilgileri ne yolla edindiği sorusunu karşılıksız bırakmaktadır.

Böhme’nin, Tanrı özüyle ilgili görüşlerinin toplandığı, De Signatura Rerum (“Nesnelerin Belirtisi”) adlı yapıtında açıkladığına göre Tanrı bütün varlık türlerinin, evrenin temel ilkesidir, özüdür, sonudur. Varolma bakımından Tanrı’nın önüne ön, sonuna son yoktur. Tanrı’nın taşıdığı bu üçlü nitelik kendi özü gereğidir, başka türlü olamaz. Tanrı için biçim, nitelik, nicelik gibi sonlu, sınırlı varlıkla ilgili durumlar söz konusu değildir.

Tanrı bir başlangıçtır (principio), bu başlangıç sessizlik, karanlık ve dinginlik içindedir. Bu durum onun “Baba-Tanrı” olarak varolmasından ötürüdür. Ancak, bu “var olma” nesneler ve evren için kullanılan anlamda değildir, Tanrı “kendiliğinden var”dır. “Baba-Tanri’nın bulunduğu karanlıktan, karşıtı olan, bir “ışık” doğmuştur, parlamıştır. Bu ışık ise “Oğul-Tanri’dır. “Oğul-Tanrı” salt varlıktır, ancak bu salt varlık “tanrısal istenç” niteliğindedir, nesnesi (objec-tum) gene kendidir, bu istenç kendi kendisinin özdeşidir. “Baba-Tanrı”, “Oğul-Tanrı” bir varlığın iki ayrı nitelenişidir. Öte yandan, bu tanrısal istencin nesnesi (konusu) özünde parlayan ışıktır. Bu da istençle ışığın özdeşliğinden dolayıdır. Işığın dışa vuruşu, parlayışı, yeni bir özdeşini, “söz”ü (Ver-bum’u.) varlık alanına çıkarmıştır. Tanrı “önsüz bilge” olduğundan, kendi özünü bilendir. Onun kendini, özünü bilmesi “söz”de anlamını bulur. Bu bilme, anlamı bulma ile tanrısal ışığın sürekli yayılması arasında bir bağlantı vardır. Bilmek yayılmayı, açılmayı gerektirir. İşte tanrısal ışığın yayılması, “Baba-Oğul” İkilisinden, “Kutsal ruh”un doğmasını sağlamıştır. Böylece “Baba-Oğul-Ruh” üçlüsü, kendi bütünlükleri içinde, birlik kazanmıştır.

Tanrı ne iyidir, ne kötüdür, onun ne istenci, ne isteği, ne sevgisi vardır. O, bütün niteliklerin karışıp kaynaştığı bir “Bütün”dür. Tanrinın iyi, kötü olmaması, bir istencinin, sevgisinin bulunmaması, bu niteliklerin “bireysel”, ya da “tikel” oluşundandır. Oysa Tanrı “Bütün”dür, varlığı sözcüklerle anlatılamayandır. Bütün karşıtlıklar, çelişkiler, ayrılıklar, başkalıklar bu engin “Bütün”de birliğe ulaşmış, tanrısal özde “önsüz-sonsuz töz” durumuna gelmiştir, insan usunun, anlama yeteneğinin sınırlarını aşan tanrısal varlığı anlamak için önce onun özünü bilmek, yarattığı evreni tanımak gerekir. Evrenin tanınması da içedoğuşla olabilir. İçedoğuşla düşünme arasında içten bir bağlantı vardır. Düşünmeyi sağlayan “ruh”tur.

Ruh, yönetici, bilici, kavrayıcı, anlayıcı güçle donatılmış olan “tanrısal ışın”dır. Bu “tanrısal ışın” bütün diri varlıklara yayılmıştır. Kişide bulunan ruh, düşünme eylemini gerçekleştiren “tanrısal ışın” denen varlık, gerçekte, “Baba-Tanrı”dır. Kişinin kendini bilmesi, kendini bilişinden yola çıkarak evreni kavraması, bu ruhun ışığı ile sağlanabilir. Bu ruhun ışığı da “Oğul-Tanrı”dır. İşte duyguların temeli olan, gövdeyi yöneten, ona devinme yeteneği sağlayan güç bu “tanrısal ışın”ın yayılmasıdır. “Ruh” denen varlığın gerçeği böyledir.

Evren
Evren yaratılmıştır, ancak, bu “yaratılma” bir “yoktan varetme” değildir, Tanrinın kendi kendini “doğuruşu”dur. Tanrinın kendi kendini doğuruşu, özünü bir ışık niteliğinde “görünüş alanı”na çıkarmasıdır. Tanrı, bir ışık olarak görünüş alanına çıkınca, evren denen bütün biçim kazanmıştır. Bu nedenle evrenin oluşu tanrısal ışığın yayılmasıdır, görünmesidir.

Tanrısal varlığın özünden çıkan ışınla oluşan evren iki ayrı nitelik taşıyan “doğa”dan biridir. Gerçekte iki türlü doğa vardır. Biri engin, görünmeyen, bütün varlık türlerinin oluşunu sağlayan, yaratı gücü olan doğadır. Buna yaratıcı doğa (natura naturam) denir. İkincisi duyularla algılanan, görünen, bütün nesneleri kuşatan, zaman ve uzamla bağlantılı diye nitelenen doğadır. Buna da yaratılmış doğa (natura naturata) denir, ikinci doğa olan evren, birinci doğanın özünden bir “ışık” niteliğinde fışkırmıştır. Bu fışkırma (emanatio) bütün varlıkların özü olan Tanrinın göğsünden bir taşmadır.

Simya
Böhme, tanrısal varlığa “ilk temel” adını vermiş, onu “önsüz-sonsuz birlik” olarak nitelemiştir. Bu ilk temelin özüyle ilgili nitelikler sürekli dinginlik, sessizlik, yokluktur. Bu, karşıtlıkların birliğe ulaştığı varlık, görünüş alanına yansıyınca bütün nesnelerde iki ayrı durum ortaya çıkmıştır. Böhme buna “bütün nesneler bir evet, bir hayırdır” demiştir. Burada, oluş bakımından bir “diyalektik” söz konusudur.. Böhme’ ye göre “gerçeklik kendi karşıtını da içerir.”

Böhme, eski simyacıların düşüncelerinden de yararlanmış, varlık türlerinde yedi aşamanın bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu yedi aşamanın ilk dördü tanrısal evrenle ilgilidir. Onun özenle üzerinde durduğu son üç özdeksel ilkedir. Bunlar da kişide, belli durumları gösteren, belli niteliklerin oluşmasını sağlayan tuz, cıva ve kükürt gibi nesnelerdir. Tuz, kişide istek denen eğilimin kaynağıdır, kişinin yapısında vardır. Direnmenin kaynağıdır, nesnelerin oluşundan önce istek vardı, onun gerçekleşmesi sonucu nesneler biçimlendi. İkinci ilke olan cıvanın özelliği devinme, yoğunlaşma gibi oluşmalardır. Üçüncüsü olan kükürtün başlıca özelliği de yönlendirme, bir amaca göre eyleme geçirmedir. Bu üç ilke birbirinin karşıtı olduğu gibi, yarattıkları eylemler de çelişiktir.

Böhme bilgi konusunda iki ilkenin bulunduğunu ileri sürmüş, bilme eyleminin kaynağını tanrısal varlığın özüyle bağlantılı görmüştür. Ona göre bilginin iki kaynağından biri “Tanrı kayrası”, öteki “Kutsal ruh”tur. Bu iki kaynağın dışında bilgiyi oluşturabilecek bir güç yoktur. Öte yandan ahlakla ilgili sorunları da “tanrısal istenç” ortamında ele almıştır. Ona göre Tanrı özünde biri iyi, biri kötü olmak üzere iki karşıt nitelik vardır. Evrenin oluşu da bu karşıt nitelikler yüzündedir. Bu nedenle bütün varlıklarda iyi ile kötü bulunur. Bu durum, Tanrinın kötüyü istediği anlamına gelmediği gibi kötüden kurtulamamış sanısını da gerektirmez. Bu karşıt nitelikler birbirinin anlaşılmasında birer “ölçü”dür.

Böhme, felsefe alanında, yeni bir çığır açmamış, ancak felsefenin alanı içine sokulan, sonra yalnız tanrıbilimin konusu olan inanç sorunlarına içedoğuş ve sezgiye dayanan bir yorum getirmiş, bu yorumla kendinden sonra gelenleri derinlemesine etkilemiştir. Onun ortaya attığı gizemci düşüncenin izleri, değişik biçimlerde olmak üzere, Spinoza, Malebranche, Goethe, Hegel gibi birçok önemli düşünürde görülebilir.

•    YAPITLAR (başlıca): Aurora, 1612, (“Günaçımı”); Signatura Rerum 1622, (“Nesnelerin Belirtileri”); Mysterium Magnum, 1623, (“Büyük Gizem”).

•    KAYNAKLAR: E. Puckert, Glauben-Erkennen-Wissen, 1975.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski