BAER, Karl Ernst von (1792-1876)
Alman doğa bilgini. Memeli yumurtasını ilk kez gözlemleyip tanımlamış ve karşılaştırmalı embriyolojinin öncüsü olmuştur.
29 Şubat 1792’de, Estonya’daki Piep kentinde doğdu. Prusya’dan göçerek Rusya’nın Baltık Denizi kıyılarına yerleşip toprak sahibi olmuş, Alman asıllı soylu bir ailenin on çocuğundan biriydi. Reval’de (bugün Tallin), soylu aile çocuklarının okuduğu bir okulda üç yıl kadar askeri eğitim gördükten sonra 1810’da Dorpat’ta (bugün Tartu) tıp öğrenimine başladı. 1814’te diplomasını alınca, o çağ Rusyası’nda neredeyse gelenekleşmiş bir eğilime uyarak öğrenimini Almanya’da sürdürmeye karar verdi. Hem edindiği tıp bilgisini yeterli bulmuyor, hem de araştırmacı olmak pratisyen hekimlikten daha çekici geliyordu. Bu amaçla önce Viyana’ya gitti; ardından Almanya’ya geçerek 1815’te Würzburg Üniversitesi’ ne kaydoldu.
Bâer’i hayvanların gelişme evreleri ve özellikle embriyoloji konusunda çalışmaya yönelten, Würzburg Üniversitesi’nin karşılaştırmalı anatomi profesörlerinden Döllinger olmuştur. 1817’de bu üniversitedeki öğrenimini tamamlayan Baer, Dorpat’taki eski hocalarından, Alman anatomi ve fizyoloji profesörü Karl Friedrich Burdach’ın (1776-1847) çağrısını kabul ederek, aynı yıl Prusya’daki Königsberg (bugün Rusya’da Kaliningrad) Üniversitesi’nde ders vermeye başladı. 1819’da zooloji doçenti, 1822’de profesör oldu ve embriyoloji alanında en önemli çalışmalarını, 1834’e değin görev yaptığı bu üniversitede gerçekleştirdi.
1820’de Königsberg’te evlendiği karısını ve altı çocuğunu da alarak 1834’te Rusya’ya dönen Baer, St.Petersburg’a yerleşti. Sekiz yıldır yazışarak işbirliği yaptığı ve artık tam üyesi olduğu Rusya Bilimler Akademisi bu kentteydi. Baer 1862’ye değin bu kuruluşta önce kütüphanecilik, ardından çeşitli yönetim görevlerini üstlendi; 1867’ye değin de onur üyeliğini sürdürdü. Königsberg’ten ayrıldıktan sonra embriyoloji çalışmalarına son vermiş, ilgisini antropoloji, etnoloji, coğrafya ve jeoloji gibi değişik alanlara yöneltmişti. Bu dönemde, özellikle Rusya’nın kuzey bölgelerinde araştırma gezileri yaparak, o tarihte henüz insan yerleşmesine rastlanmayan Novaya Zemlya’dan ilginç örnekler topladı! 1837’de Kuzey Kutbu’na yapılan bir inceleme gezisini yönetti; Kuzey Kutup Dairesi içindeki toprakların hayvan ve bitki örtüsüne ilişkin zengin belgelerden yararlanarak balıkların gelişimini inceledi; Baltık ve Hazar denizlerinde yaşayan balıklar üstüne monografiler yazarak hem bilimsel, hem ticari yönden Rus balıkçılığının gelişmesine katkıda bulundu.
Bu gezileri sırasında, Rusya’daki akarsuların çoğunda sağ kıyının sol kıyıdan daha dik olduğunu gözlemleyen Baer, bu olguyu Yer’in dönme hareketine bağladı. Rüzgârların, akarsuların ve deniz akıntılarının Yer’in dönme hareketi nedeniyle, kuzey yarıkürede sağa, güney yarıkürede sola doğru bir sapma gösterdiğini, bu nedenle kuzey yarıküredeki akarsularda sağ kıyının sol kıyıdan daha çok aşındığını açıkladı. Rus Coğrafya Derneği’nin de kurucusu olan ve Rusya Bilinjler Akademisi’nde çok zengin bir
kafatası koleksiyonu oluşturan Baer’in son çalışmalarından biri, Eştonyalı soyluları gücendirecek kadar açıksözlü ve ilginç otobiyografisiydi. 1867’de Akademi’deki görevinden emekliye ayrılarak Dorpat’a yerleşti ve 28 Kasım 1876’da orada öldü.
Memeli yumurtası ve insanın kökeni – Sıralıoluş kuramı
Baer, insanı da kapsamak üzere tüm omurgalıların oluşumunu açıklayan ve karşılaştırmalı embriyolojinin başlangıcı sayılan araştırmalarına Königsberg’ te, Döllinger’in yönlendirmesiyle başlamıştı. Yakın arkadaşı Christian Heinrich Pander (1794-1865) ile civcivlerin ilk gelişme evreleri üzerinde yaptıkları ortak çalışmalardan sonra, 1817’de, Pander embriyon taslağındaki hücre tabakalarını tanımladı: dışderi (ektoderm), ortaderi (mezoderm) ve içderi (endoderm). Baer, çalışmalarını civcivlerde sürdürmektense, memelilerin oluşumunu incelemeyi ve Pander’in embriyon tabakaları kavramını tüm omurgalıları kapsayacak biçimde genişletmeyi düşünüyordu. Gerçekten de o dönemde, memelilerden daha alt düzeydeki pek çok hayvanın yumurtası biliniyor, buna karşılık omurgalıların bu en gelişmiş sınıfında yaşamın başlangıcı açıklanamıyordu. 1672’de De Graaf, memelilerin yumurtalığında gözlemlediği, hemen hemen üzüm tanesi büyüklüğündeki yumrucuğun yumurta olduğunu sanmış, fakat sonradan yanılgısını anlamıştı. Haller ise, içi sıvı dolu küçük bir kese biçimindeki bu yumrucuğa “De Graaf folikülü” adını vermiş ve bu keseciğin içindeki sıvının pıhtılaşarak yumurtaya dönüştüğünü öne sürmüştü. Araştırmalarını bu yönde derinleştiren Baer, dişi köpeklerin De Graaf foliküllerini mikroskop altında incelerken, folikülün iç duvarına yapışmış, sarımsı küçük bir nokta gibi duran yumurtayı gözlemlemeyi başardı. Tavşanlarda yaptığı gözlemlerden de aynı sonuçları alınca 1827’de yayımladığı Epistola de ovi mammaliutn et hominis genesi (“Memeli Yumurtası ve İnsanın Oluşumu Üstüne İnceleme”) adlı yapıtında ilk kez memeli yumurtasını tanımlayarak buluşunu bilim dünyasına duyurdu. Bu buluş, insanı da kapsamak üzere tüm memelilerin bir yumurta hücresinden geliştiğini ve memeli yumurtaları ile gelişimin daha alt basamaklarındaki canlıların yumurtaları arasında hiçbir fark olmadığını kanıtlıyordu. Ardından Baer, Pander’in civciv embriyonundaki gözlemlerini başka türlerde de doğrulayarak tüm omurgalılar için genelleştirdi ve tek bir hücreden başlayarak ileri gelişme evrelerine doğru uzanan oluşum sürecini tanımladı. Omurgalılarda, döllenmiş yumurtanın, birincil bölünme aşamasından sonra üç temel hücre tabakasının oluşmasıyla sonuçlanan yeni bir değişim geçirdiğini, bu tabakalardan da ileride dönüşüm yoluyla değişik organların oluştuğunu ilk açıklayan Baer’dir. Üstelik, değişik türlerde aynı organların aynı doku tabakalarından geliştiğine dikkati çeken de ilk o oldu. Böylece, değişik türlerin, gelişmenin ilk aşamalarında ayırt edilemeyecek kadar birbirine benzediğini, gelişme evrelerinde geriye doğru gidildikçe benzerliğin de giderek arttığını, dolayısıyla bir canlının yaşamının basitten karmaşığa doğru uzanan bir süreç olduğunu vurgulayarak, “sıralıoluş” (epigenesis) düşüncesine dayanan bir doğa felsefesi geliştirdi.
Aynı sınıftan değişik türlerin embriyon döneminin başlarında birbirlerine çok benzemesine karşın, gelişmiş bireylerde bu benzerliğin farklılaşma yoluyla ortadan kalktığını Baer şöyle açıklar: “Memelilerin, kuşların, kertenkelelerin, yılanların ve belki de kaplumbağaların embriyonları, gelişimin ilk evrelerinde, hem bir bütün olarak hem de parçaların gelişme biçimi açısından birbirine öylesine benzer ki, embriyonları çoğu kez yalnızca büyüklükleriyle ayırt edebiliriz. İspirtoda sakladığım ve üstüne adlarını yazmayı unuttuğum iki küçük embriyonun hangi türden olduğunu bugün söyleyebilecek durumda değilim. Kertenkele, kuş ya da memeli embriyonu olabilir; çünkü hepsinde baş ve gövdenin oluşum biçimi ayırt edilemeyecek kadar birbirine benzer. Gerçi bu embriyonlarda henüz el, ayak gibi üyeler oluşmamış, ama gelişimin ilk aşamasındaki biçimiyle üyeleri olsaydı bile, yine de hiçbir şey anlaşılamazdı; çünkü memelilerin ve kertenkelelerin ayakları, kuşların kanatlarıyla ayakları ve insanın elleri,, ayakları hep aynı temel biçimden türer.” Baer’in saptadığı bu olgu, sonradan Darwin’in evrim kuramı için sağlam bir kanıt olmuş, özellikle benzeşim (türlerde ortak kalıtsal kökenden kaynaklanan yapısal ve fizyolojik benzerlik) ile örneksemenin (ortak kalıtsal bir köken olmadan görülen işlevsel benzerlik) açıklanmasına ışık tutmuştur.
Baer’in embriyolojiye yeni bir bakış açısı getiren belki de en önemli yapıtı, ilk cildini 1828’de, İkincisini 1837’de yayımladığı Uber die Entwicklungsgeschichte der Thiere’Au (“Hayvanlarda Gelişmenin Tarihi Üstüne”). Omurgalı embriyonlarında gövde boyunca uzanan ve gelişmenin alt basamaklarındaki sınıflarda tüm iskelet sistemini, daha gelişmiş türlerde ise omurga ve kafatasını oluşturan, jelatinsi yapıda ve silindir biçimindeki “sırtipi”nin (notokord) varlığım bu yapıtında açıkladı. En basit örneğinden insana dek tüm omurgalıların embriyonunda sırtipinin bulunması, ilkel balık türleri gibi alt gelişim düzeyinden canlılar ile gelişmiş türler arasındaki yakın ilişki ve benzerliği belirlemek açısından büyük önem taşır. Buradan yola çıkarak, bugün tümüyle farklılaşmış olan canlıların başlangıçta bir tek ata biçimden türemiş olup olmadığı sorusuna varan Baer’in bu bulguları da, yine evrim kuramlarını destekleyecek birer kanıt olarak kullanıldı. Nitekim Darwin, The Origin of Species (Türlerin Kökeni) adlı yapıtında, görüşlerini desteklemek için sık sık “bütün hayvanbilimcilerin kendisine çok derin saygı duyduğu Von Baer”in açıklamalarına başvurur.Oysa Baer de, Louis Agassiz gibi, Darwin’in evrim kuramını hiçbir zaman benimsememişti.
Baer, yüzyıllar boyunca değerinden hiçbir şey yitirmeyen sağlam gözlem ve bulgularıyla, çağdaş embriyolojinin temellerini atmış ve bugün bile pek çok bilinmeyeni içeren bu bilim dalı onun açtığı yolda gelişmesini sürdürmüştür.
• YAPITLAR (başlıca): Epistola de ovi mammalium et hominis genesi, 1827, (“Memeli Yumurtası ve İnsanın Oluşumu Üstüne İnceleme”); Uber die Entwicklunsgesc-hichte der Thiere, 2 cilt, 1828-1837, (“Hayvanlarda Gelişmenin Tarihi Üstüne”); Nachrichten Uber Leben und Schriften, (otobiyografi), 2. bas. 1886, (“Yaşam ve Yazılanlar Üstüne Haberler”).
• KAYNAKLAR: E.Haeckel, Kari Ernst von Baer, 1905; A.W.Meyer, The Rıse of Embryology, 1939; J.M.Oppen-heimer, Essays in the History of Embryology and Biçlogy, 1965; B.E.Raikov, Kari Ernst von Baer, 1968; E.S.Russel, Form and Function: A Contribution to the History of Animal Morphology, 1916; L.Stieda, Kari Ernst von Baer, (2.bas.), 1886
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi