Otto von Bismarck Kimdir, Hayatı, Eserleri, Dönemi, Hakkında Bilgi

BISMARCK, Otto von (1815-1898)

Alman devlet adamı. Alman birliğinin kurucusu ve Alman İmparatorluğumun ilk başbakanıdır.

Otto Eduard Leopold Fürst von Bismarck, 1 Nisan 1815’te Brandenburg’da Schonhausen’de doğdu, 30 Temmuz 1898’de Friedrichsruh’ta öldü.

Prusya’da Junker denilen zengin toprak aristokrasisinden muhafazakâr bir ailenin çocuğuydu. Gençlik yılları sürekli düellolar ve fazla başarılı olmayan bir öğrenim hayatı ile geçti. Liseyi Berlin’de bitirdi. Hukuk öğrenimi için önce Göttingen’e daha sonra Berlin’e gitti. 1835’de Berlin Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir yıla yakın mahkeme kâtipliği yaptı. Ama, her günü bir ötekine benzeyen büro işlerine fazla dayanamadı ve askerliğini yaptıktan sonra baba toprağına dönerek kendini kardeşi ile birlikte çiftliklerinin yönetimine verdi.

Bismarck’m coşkun ve hırçın karakteri 1843’ten sonra durulmaya başlamıştı. Bunda ileride evleneceği Juhannavon Puttkamer ve kadının ailesinin bağlı olduğu Pomeranya’mn muhafazakâr ve dindar çevrelerine girmesinin büyük rolü olmuştur.

1847’de yerel meclise giren Bismarck, siyasi yaşama atılmış oluyordu. Bütün Avrupa’yı sarsan 1848-1849 devrimlerinde koyu muhafazakâr ve monarşi yandaşı tutumuyla dikkatleri üzerine çekti. 1851’de Frankfurt’ta toplanan Federal Meclis’e Prusya temsilcisi olarak katıldı. Burada bulunduğu sürede, Avusturya’nın denetimindeki Alman dünyasının içinde bulunduğu parçalanmış durumu yakından gördü. Alman dünyasının Avusturya’nın egemenliğinden kurtarılması gerektiği kanısına varan Bismarck, bu düşüncesini açıkça söylemekten çekinmedi. Almanya’ nın parçalanmışlığının meclislerde verilen nutuklar ve sonu gelmez toplantılarda harcanan boş sözlerle ortadan kaldırılamayacağını, Avusturya ile bir savaşın kaçınılmaz olduğunu ve Alman Birliği’nin ancak “kan ve demirle” kurulacağını savundu. Ona göre Alman dünyası içinde hem Prusya hem de Avusturya’ya yer yoktu.

Böylece Alman dünyası içinde önderliğin hangi devletçe sürdürüleceği kavgası bu ihtilal yıllarında yeniden ortaya atılmış oluyor, 1740’ta Prusya Kralı Büyük Friedrich’ın başlattığı mücadele alevleniyordu.

Bismarck Kırım Savaşı sırasında (1854-1856) Prusya’nın yansızlığı için mücadele etmiş ve bunda da başarılı olmuştu. Rusya’nın, Avrupa devletleri ile karşı karşıya geldiği bu büyük savaşta, Prusya’nın bu tutumu Rusya tarafından teşekkürle karşılanmıştı. Savaşta Avusturya’nın Rusya’ya karşı düşmanca bir tavır alması, iki devlet arasında uzun yıllar süren dostluğa da son verdi. Bu gelişme Prusya’nın politik durumunu güçlendirdi. Bismarck ilerideki olası Prus-ya-Avusturya mücadelesinde kendi yanında tutmak istediği Rusya’nın dostluğuna bu tarihten sonra daha çok değer vermeye başladı.

Bismarck 1859’da Petersburg’a elçi olarak gönderildi. Burada bulunduğu üç yıl içinde Çarlık Rusya’sının yöneticilerini yakından tanıma fırsatını buldu. Bu arada Prusya’da kralla parlamento arasındaki sürtüşme giderek yoğunlaşıyordu. Anlaşmazlık kralın Prusya ordusunu güçlendirmek istemesi, parlamentonun ise buna yanaşmaması yüzünden çıkmıştı. Bismarck bu sırada kısa bir elçilik göreviyle Paris’te bulunuyordu. Kralla parlamento arasındaki çekişme, kralın tahtan çekilmeye kalkışması aşamasına vardığında, son koz olarak Bismarck başbakanlığa getirildi. (23.9.1862).

Başbakanlık dönemi
Birkaç hafta içinde dışişleri bakanlığını da üstlenen Bismarck, muhafazakâr ve kralcı bir anlayışla kendinin de inandığı Prusya ordusunun güçlendirilmesi işini, kralın arzuları doğrultusunda ele aldı. Mecliste çoğunlukta olan İlerici Parti ile süren uzlaşma görüşmelerini çıkmaza sürükleyen Bismarck, ülkeyi parlamentoya danışmadan ve bütçesiz olarak yönetmeye başladı. Aldığı sert önlemlerle basını susturdu, toplantı ve gösteri özgürlüklerini kıstı, ilerici Parti’nin durumunu sarsmak için genel seçim hakkı verilmesi yolunda çalışmalar yaptı. Muhafaza-kâr-Sosyal reform yanlıları ile işbirliğine önem verdi.

1863’te patlak veren Polonya ayaklanmasında Liberaller’in aksine, Rusya’nın yanında yer aldı ve Rusya’nın ayaklanmayı bastırmasına yardımcı olarak bu devlet ile dostluğunu pekiştirdi. Aldığı bütün önlemlere karşın İlerici Parti’nin 1863’te büyük çoğunlukla meclise girmesini engelleyemedi. Bu sonuç kendi durumunu büyük ölçüde sarsmıştı. Ancak 1864’te patlak veren Schleswig-Holstein bunalımı ile yeniden güç kazanmayı başardı.

Halkının büyük bölümü Alman olan, ancak Danimarka’nın yönetimindeki bu iki dukalık, Bismarck’a Prusya’nın sınırlarını genişletmek ve ileride Avusturya ile yapmayı tasarladığı savaşa iyi bir gerekçe bulabilmek için fırsat verdi. Dukalıkların Danimarka’nın elinden alınması için önce Avusturya ile ittifak yapan Bismarck, patlayan savaş sayesinde iç politikadaki sıkıntılarından da kurtuldu ve durumunu güçlendirdi. Danimarka, Avusturya ve Prusya birlikleri karşısında dayanamadı ve Schleswig-Holstein’ı elden çıkarmak zorunda kaldı. Bu iki dukalığın yönetimi 1865 Gastein Antlaşması ile Avusturya ve Prusya’ya bırakıldı. Avusturya-Prusya ortak yönetimi, iki devlet arasında sürtüşmeleri de beraberinde getirdi ve Bismarck’a Avusturya ile savaş için aradığı bahaneyi kendiliğinden ortaya çıkardı.

iki devlet arasındaki savaş kısa sürdü ve Prusya’ nın kesin yengisiyle sonuçlandı. Bismarck savaş sonunda Prusya ordularının Viyana’ya girmesi için kralın ve Genelkurmay’ın baskılarına karşı koydu ve Avusturya’nın onurunun yaralanmasına engel oldu. Bu devlet ile herhangi bir toprak kaybını ve büyük bir tazminatı öngörmeyen bir barış yapan Bismarck, bu devletin ileride Fransa ile girişeceği savaşta yansız kalmasını sağlamıştır. Bu tutum, iki devlet arasında ileride oluşacak ittifakın da temeli olacaktır.

Bismarck’ın bu usta politikası ile Alman Birliği’ ne giden yolun ikinci evresi de başarı ile aşılmış oluyordu. Alman dünyasının! önderliği artık kesin olarak Prusya’nın eline geçmişti. Bismarck’m bu başarıları iç politikada da etkisini göstermiş, muhaliflerinin büyük bir kısmı giderek kendisini desteklemeye başlamışlardır.

Avusturya’nın yenilgisi bir Prusya-Fransa savaşını kaçınılmaz kılmaktaydı. Bismarck ise böyle bir savaşı eskiden beri istemekte ve Fransa yenilgiye uğratılmadan Alman Imparatorluğu’nun kurulamayacağını bilmekteydi. O sıralarda boşalan İspanya tahtına, Prusya hanedanından bir prensin aday olarak gösterilmesi Prusya’nın kazandığı başarıları endişe ile izleyen Fransa’yı tahrike yönelik bir olay oldu. Savunma Bakanı Roon ve Genelkurmay Başkanı Möltke ile savaş hazırlıklarını sürdüren Bismarck, Fransa’nın Prusya hanedanından olan prenslerin İspanya tahtına hiçbir zaman aday gösterilemeyeceği hakkında, garanti istemesini ustalıkla kullanarak, her iki devletin kamuoyunu birbiri ile savaşa hazır duruma getirdi.

Prusya-Fransa savaşı 19 Temmuz 187Q’te başladı. Seferberliğini o zamana kadar görülmemiş bir düzen içinde sürdüren Prusya, hızla Fransa topraklarına girdi, zengin Alsace-Lorraine bölgesini ele geçirdi ve Fransa ordularını İmparator III.Napoleon ile birlikte tutsak etti. Kuşatma altına alman Paris, 20 Ocak 1871’de kanlı bir direnişten sonra teslim oldu.

Bu arada bütün Alman prensleri Paris’te Versailles Sarayı’nda toplanmışlardı. Alman imparatorluğu yapılan büyük ve gösterişli bir törenle ilan edildi ve Prusya Kralı I.Wilhelm İmparator (Kaiser) oldu. Bismarck yeni kurulan imparatorluğun başbakanlığına getirildi ve kendisine “Fürst” payesi verildi. Fransa’nın ağır ve onur kırıcı yenilgisi ise 10 Mayıs 1871’de yapılan Frankfurt Antlaşması ile kesinleşti.

Bismarck bu savaşta Fransa’nın ağır bir yenilgiye uğratılmasmı, toprak kaybetmesini ve yüksek bir savaş tazminatı ödemek zorunda bırakılmasını pek önemsememiştir. Daha önce Avusturya’ya karşı izlediği akılcı politikanın Fransa’ya karşı uygulanması artık söz konusu değildi. Bu durum, iki devlet arasında köklü bir düşmanlığın doğmasına yol açmış ve II. Dünya Savaşı sonlarına kadar sürecek olan amansız bir mücadelenin yerleşmesinde en büyük etken olmuştur.

Bismarck 1871’den sonra izlediği dış politikada Fransa’nın düşmanlığını daima hesaba katmak zorunda kalmıştır. Bu devletin Almanya’ya karşı bir intikam savaşma girişmemesi için müttefiksiz ve yalnız bırakılması, Bismarck’ın politikasının temelini oluşturmuştur. Bu amaçla büyük devletleri kendi yanına çekmeye çalışan ve bunda da büyük ölçüde başarılı olan Bismarck, Avusturya ve Rusya ile bir dizi antlaşma yaparak, Fransa’yı başarılı bir biçimde yalnızlaştırmıştır.

Üç imparator antlaşmaları
Bismarck bunun için şu önemli antlaşma ve ittifakları gerçekleştirmiştir: Rusya ve Avusturya ile “Birinci Uç İmparator Antlaşması” (1872); yine aynı devletlerle “İkinci Üç İmparator Antlaşması” (1881); Avusturya ile savunma ittifakı antlaşması (1879). Bu önemli antlaşmaya 1882’de İtalya da girmiş ve ünlü “Üçlü İttifak” oluşmuştur. Bu ittifaka 1884’te Romanya, 1914’te Osmanlı Devleti, 1915’te de Bulgaristan girmiştir. Nihayet Rusya ile meşhur “Teminat Antlaşması” (1887). Bu antlaşma ile Almanya Rusya’dan herhangi bir saldırı gelmeyeceğini garantilemiş oluyordu. İngiltere ile Fransa’ya karşı yapılacak ittifak görüşmeleri ise, biraz da Bismarck’m isteksiz davranması yüzünden başarısız kalmıştır.

Birinci ve İkinci Üç İmparator Antlaşmaları, Balkanlar’daki Osmanlı toprakları için Rusya ile Avusturya’nın sürekli çekişmeleri yüzünden uzun ömürlü olamamıştır. Avusturya kendisini Balkanlar’ daki Osmanlı topraklarının doğal mirasçısı saymakta, “Panslavist” bir politika ile etkinliğini buralara yaymayı hedef alan Rusya ise buna karşı çıkmaktaydı.

İki devlet arasındaki çekişmeler özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra kendisini en açık bir biçimde göstermiştir: Bu savaşta Osmanlı Devleti’ nin ağır bir hezimete uğraması ve Ruslar’ın “Pansla-vizmin zaferi” saydıkları Ayastafenos (Yeşilköy)Antlaşmasını dikte ederek Balkanlar’ı istedikleri gibi parçalamaları, Avusturya-Rus ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir. Bu gelişmenin yol açtığı diğer bir savaş olasılığı ise, İngiltere’nin kendi çıkarlarını tehlikede görmesinden kaynaklanmaktaydı.

Bu durumda Bismarck araya girmiş ve anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulması için arabuluculuk görevini üzerine almıştı. Tarafları Berlin’de toplanan kongrede bir araya getiren Bismarck, görüşmelerde kendi deyişi ile “namuslu bir simsar” gibi davranmıştır. Ancak, Ayastafenos Antlaşması’nın kaldırılması, Rus kazançlarının en az düzeye indirilmesi, Avusturya ile İngiltere’ye de bazı haklar verilmesi Rusya’nın hoşnutsuzluğuna yol açmıştır.

Rusya: bu durumun sorumlusu olarak Bismarck’ı görmüştür. Oysa Bismarck için “Şark Meselesi” kendi ünlü deyişi ile, “Pomeranyalı bir askerin kemiklerine bile” değmezdi. Kendisi için Osmanlı Devleti değil, bu devletin topraklarının paylaşılması yüzünden bir Avrupa savaşı çıkmasının önlenmesi önemliydi. Ona göre aslolan Avrupa barışı ve böylece genç Alman İmparatorluğu’nun güvenliğinin sağlan-masıydı. Barışçı yollardan “Şark Meselesi”nin çözümüne herhangi bir diyeceği yoktu. Avusturya ve Rusya’nın bu konuda uzlaşması ve Almanya yanında yer alıp Fransa’nın yalnızlığının sürmesi, politikasının değişmez temeli idi. Hatta Fransa’nın başka kıtalarda kendisine yeni sömürgeler aramasına yeşil ışık yakmakta, bu devletin bir Osmanlı toprağı olan Tunus’u ele geçirmesine (1881) olumlu katkılarda bulunmaktaydı.

Bismarck karmaşık ittifak sistemine karşın büyük bir beceri ve ustalıkla Almanya’nın güvenliğini sağlamayı başardı. 1879 Alman-Avusturya İttifakı yanında, 1887 Alman-Rus Teminat Antlaşması birbirini büyük bir ustalıkla tamamlayan ve Fransa’yı umutsuz bir yalnızlığa mahkûm eden antlaşmalar olmuştur.

Almanya-Avusturya İttifakı I.Dünya Savaşı’nın sonuna kadar yürürlükte kalmış, Teminat Antlaşması ise 1890’a kadar devam etmiştir. Bu tarihte Bismarck’ m azli ile yerine geçen General Caprivi hükümeti bu önemli antlaşmayı yenilememiştir. Bu ise Almanya için Bismarck’ın en çok korktuğu gelişmenin başlangıcı olmuştur. Bu tarihten sonra Fransız-Rus yakınlaşması hızla ilerleyerek 1894’te Almanya’yı iki cephe arasında sıkıştıracak bir ittifak durumuna dönüşmüştür.

Alman sömürgeciliği
Bismarck dönemi dünyanın sömürgeler halinde paylaşıldığı bir dönemdir. Kendisi ilke olarak ve büyük devletlerle çatışmaya yol açabileceği endişesiyle sömürge edinilmesine taraftar değildi. Bununla birlikte Almanya’nın gelişen ekonomisi ve siyasi gücü, sömürge edinilmesi yolunda kendisi üzerinde ağır bir baskı yapmıştır. İlk Alman sömürgeleri yine onun iktidarında edinilmiştir. Bunlar genel olarak dünyayı paylaşan büyük Avrupa devletlerinin pek fazla değer vermedikleri yerlerdir. Togo, Kamerun, Güney-Batı Afrika (hepsi 1884’te) ve Doğu Afrika (1885) edinilen ilk sömürgelerdir.

Bismarck dış politikasındaki üstün başarıları yanında çok hareketli ve çetin bir iç politika mücadelesi vermiştir. Dış politikada kazandığı büyük ağırlık, iç politikada da kendisini hissettirmiştir. İktidarının ilk yıllarında genel olarak Liberaller ile hesaplı bir iş birliği içindedir. Bu kesimle giriştiği en önemli mücadele Katolik Kilisesi’ne karşı olmuştur. Yıllarca sürmüş olan bu mücadele varlığını özellikle Prusya’da çok etkili biçimde duyurmuştu.

İtalya ve Almanya’daki Liberal Milliyetçi düşüncenin her iki devletin birliklerini tamamlamada oynadıkları önemli rol, Vatikan’ın bu kesimlere karşı tavır alması sonucunu doğurmuştu. Bu ise kilisenin devlet yönetiminde söz sahibi olarak kalmak istemesine modern devlete ve çağdaş kültüre karşı çıkmasına yol açmaktaydı.

Bismarck 1871’den sonra Katolik Kilisesi’nin gücünü kırmak, aynı zamanda Katolik Merkez-Sağ partilerini de zayıflatmak için Kültür Mücadelesi’ni (Kulturkampf) başlatmıştır. Bu mücadele sırasında Prusya Kültür Bakanlığı Katolik Dairesi kapatılmış, rahiplerin devletin aldığı kararları kiliselerde eleştirmeleri yasaklanmış; kilisenin Prusya eğitim sistemindeki yerine ve okulları denetlemesine son verilmiş, Cizvit Tarikatı kaldırılmış, kiliseler devletin denetimi altına alınmış ve rahiplerin atanmasında devlete veto hakkı tanınmıştır (1873 Mayıs yasaları).

Bu durum Papa ile Almanya arasındaki ilişkileri gerginleştirmiş ve Katolik cemaatin pasif direnişi ile karşılaşılmıştır. Buna karşın izlenen politika sertleşerek sürmüştür. Direnişlere karşı 1874’te Ceza Önlemleri Yasası çıkartılmıştır. Bu arada devletin Katolik Kilisesi’ne yaptığı maddi yardıma son verilmiş Katolik tarikatları, sağlık hizmetleri görenler dışında kapatılmıştır.

1875’te bütün imparatorlukta geçerli olmak üzere “Medeni Nikâh” kabul edilmiş ve kiliselerin nikâh kıymalarına son verilmiştir. 1876’da Ceza Önlemleri Yasası’nın gereği olarak Prusya’daki bütün piskoposlar tutuklanmışlar ya da sürgüne gönderilmişler, rahiplerin dörtte birinin işlerine de son verilmiştir. Bütün bu önlemler Katolik Kilisesi’ne karşı yürütülen mücadelede Libaraller için tam bir başarı sağlamamıştır. Ancak Bismarck kilisenin devlet içindeki gücünü kırmış ve Muhafazakârların kendisine yaklaşmalarını sağlamıştır. 1880’den sonra kilise ve devlet barışmaya başlamış, Bismarck ise Liberaller ile işi bittiğinden, onlardan ayrılarak Muhafazakârlarda işbirliğine girişmiştir.

Iç politikası
Bismarck’ın bu evrede attığı en önemli adım,gittikçe güçlenen Sosyal Demokratlar’a karşı da önlemler almaya başlamasıdır. 1870’teki Paris Komünü ayaklanmasından beri sosyalizmi bir tehlike olarak gören Bismarck, 1872’den sonra bu akımla mücadele etmeye başladı. 1878’de I.Wilhelm’e yapılan iki suikastin sorumluluğunu sosyalistlere yükleyen Bismarck, onlarla açık bir mücadele için aradığı bahaneyi bulmuş oluyordu. Parlamentonun seçimlerle yenilenmesi ile gerekli yasaları çıkartabilecek duruma gelen Bismarck, 1 Ekim 1878’de “Sosyal Demokrasi’nin Tahriklerine Karşı Genel Savunma Yasası” adını taşıyan ünlü yasayı çıkarttı. Bu yasa, 1890’a kadar üç kez yenilenerek yürürlükte kalmış Bismarck’ın düşüşünde önemli bir rol oynamış ve kendisinin azlinden sonra da yürürlükten kaldırılmıştır.

Bu yasa ile bütün sosyalist kuruluşlar, sendikalar ile sosyalist yayınların basımı ve yayımı yasaklanmıştır. Uygulamada yoğun tartışmalara ve mücadelelere konu olan bu yasa istenilen sonucu vermediği gibi Almanya’da sosyalist görüş ve etkinliklerin daha da sertleşmesine yol açmıştır.

Bismarck iktidara geldikten bir süre sonra Liberal ekonomiden de vazgeçmiş, köklü mali reformlar yaparak korumacı bir ekonomi politikası izlemeye başlamıştır. Çeşitli önlemlerin yanı sıra, “işçilerin sosyalistlerin elinden kurtarılması için”, 1881’den sonra birtakım toplumsal içerikli önemli yasalar çıkartmaya başlamıştır.

Bu alanda çıkarttığı yasalar, sanayileşmiş büyük kapitalist ülkelerde henüz örneği olmayan “öncü” yasalar olmuşlardır. 1883’te ilk Sosyal Sigortalar Yasası yürürlüğe konularak, bütün işçilerin zorunlu olarak sigortalanması sağlanmıştır. 1884’te İşçi Kaza Sigortası, 1889’da Yaşlılık ve Emeklilik Sigortası yürürlüğe girmiştir.

Bu yasalarla geniş kitlelerin kendi sosyal güvenlikleri için devlete sahip çıkmaları amaçlanmıştır. 1891’de İşçileri Koruma Yasası çalışma saatlerini ayarlamış ve hafta sonu tatili, kadın ve çocuk işçilerin durumunun iyileştirilmesi gibi düzenlemeler getirmiştir.

Bismarck gerek iç gerek dış politikada, uzun yıllar birlikte olduğu İmparator I. Wilhelm’in yakın desteğini ve dostluğunu kazanmıştı. Muhaliflerine karşı son derece sert davranırdı ve genel olarak halkın büyük çoğunluğunca sevilmezdi. Ancak kendisinden korkulur ve çekinilirdi. Kendisine her alanda güvenen yaşlı İmparator I.Wilhelm’in 1888 ’de ölümüyle Bismarck, en büyük destekleyicisinden yoksun kaldı.

Ölüm derecesinde hasta olan yeni İmparator II. Friedrich’in üç ay süren hükümdarlığından sonra tahta çıkan II. Wilhelm, Bismarck’a karşı olan grupların etkisindeydi. Yeni ve genç hükümdar dış dünyada tanınmak, yönetimde etkin bir rol oynamak istemekteydi. Çeşitli durumlarda devlet işlerine doğrudan karışmaya başlaması, sosyalistlerle ilgili yasayı yenilemek istememesi, dış politikada tek başına kararlar almaya kalkışması, Bismarck ile çatışmasını kaçınılmaz kıldı. Hele bakanların gizli ya da açık olarak hükümdar ile ilişki içinde bulunmaları ve hükümet işlerini kendisinden önce hükümdar ile görüşmeleri, Bismarck’ın katlanacağı şeyler değildi.

Bu durumda Bismarck 1852’den beri yürürlükte olan ve başbakana hükümet üyeleri üzerinde mutlak bir denetim hakkı tanıyan “Emirname”ye dayanarak, bakanların devlet işlerini usulsüz olarak saraya taşımalarını yasakladı. Bu sert tutumu üzerine II. Wilhelm 1852 tarihli “Emirname”nin iptalini istedi. Bismarck’ ın bunu reddetmesi üzerine çıkan bunalım II.Wilhelm’in Bismarck’ı azletmesiyle sonuçlandı (1890).

Aslında “Emirname” Bismarck’m başbakanlıktan uzaklaştırılması için bir bahane olarak kulllamlmış olup, onun azlinden sonra da yürürlükte kalmaya devam etmiştir. Bunalım Bismarck’m kişiliğinde ve yönetiminde düğümlenmekteydi. Yeni İmparator yeni bir “Dünya Politikası” izlemeyi, Almanya’nın dünyada gücüne yakışır bir rol oynamasını istemekteydi. Böylece II. Wilhelm yönetimi ile Almanya, Bismarck’m uzun yıllar boyunca oluşturduğu hassas ve aynı derecede karmaşık ittifak sisteminden ayrılarak yeni bir politika izlemeye başlayacaktır.

Azlinden sonra Friedrichsruh’daki malikânesine çekilen Bismarck, sade bir yaşam sürmüş, ancak siyasi gelişmeler üstüne görüşlerini çeşitli kanallardan yayınlatmıştır. 1895’te sekseninci yaş günü dolayısıyla bütün Almanya’da törenler düzenlenmiş, İmparator II. Wilhelm ailesiyle birlikte Bismarck’ı malikânesinde ziyaret ederek onu kutlamıştır. Bismarck 30 Temmuz 1898’de Friedrichsruh’da ölmüştür.

•    YAPITLAR (Başlıca): Die Gesammelten Werke, (ö.s.),15 cilt, 1924-1935, (“Tüm Yapıtlar”); Erinnerungen und Gedcinken,(Düşünceler ve Hatıralar^ 3 cilt, 1952-1955).

•    KAYNAKLAR: E.Eyck, Bismarck, 2 cilt, 1941-1944; A.Meyer, Bismarck der Mensch und der Staatsmann, 1949; W. Momsen, Bismarck, Ein politisches Lebensbild, 1959; G.A.Rein, Die Revolution in der Politik Bismarck’s, 1957; L.Reiners, Bismarck gründet das Reich-Bismarck’s Aufstieg, 1965; H.Rothfels, Bismarck und der Staat, 1954; M.Stürmer, Bismarck und die preussisch-deutsche Politik, 1978.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski