Poliforıik Müzik, Kontrpuan ve Armoni

Poliforıik Müzik, Kontrpuan ve Armoni

Genel olarak, “polifoni”, farklı frekanslara sahip birden fazla sesin aynı anda tınlaması anlamına gelmekle birlikte, “polifonik müzik” deyimi, bir arada çalınmak üzere yazılmış birden fazla partiden oluşan müzik yapıtlarının “yatay” anlayışla bestelenmiş olanlarını, “dikey” anlayışla yazılmış olan “homofonik” olarak nitelendirilenlerinden ayırt etmek için kullanılır. “Kontrpuan” ve “armoni” sözcüklerinin karşıtlığı da aynı ayırımı karşılar. Tek başına, ayrık bir olgu olarak bir akor, çeşitli ses aralıklarının aynı anda duyulmasından başka bir şey değildir, içerdiği aralıklara göre betimlenebilir ya da sınıflandırılabilir, ama bir akor-lar dizisi içinde yer alıp başka akorlarla ve bu akorlar aracılığıyla da bir “tonal merkez” ile arasında ilişki kuruluncaya değin, armonik açıdan, kendine özgü uyumlu ya da uyumsuz tınlaması ötesinde bir önemi yoktur. Armoni, ya da armonik düşünüş, akorları bir dizi ‘halinde görmek ve bunların arka arkaya getirilişinde belli kurallara uymak demektir. Bu düşünüşün analiz birimini “akor” oluşturduğu için armoni, “dikey” anlayış olarak nitelendirilir.Kontr-puanda ise, temel kaygı, kendi içinde bütünlük taşıyan ayrı ayrı “çizgi”lerin bir doku oluşturacak biçimde birleştirilebilmesi, örülebilmesidir. Burada birimi oluşturan melodik çizgidir, bu nedenle “yatay” anlayıştan söz edilir.

Kontrpuan sanatının tarihi, iki ana döneme ayrılabilir: Yatay boyutun tamamen ya da çok büyük ölçüde müziğe egemen olduğu “çizgisel kontrpuan” ve dikey boyutun da değişen ölçülerde kendisini gösterdiği “armonik kontrpuan” dönemleri, ilk dönem, polifoninin ilk ortaya çıktığı yıllardan 16. yy’m ortalarına değin uzanır. Bundan sonra, armonik düşünüşün ve “diatonik tonalite”nin ortaya çıkması ve gelişmesi, armonik kontrpuan dönemine geçilmesine yol açmıştır. 20. yy’m ilk yansının bestecilerinde ise, diatonik sistem temeli üzerine kurulmuş tonalite ve armoninin artık sınırlayıcı oynaya başlamış katı kalıplarından kurtulma arayışları içinde, çizgisel kontrpuana dönüş eğilimleri belirmiştir.

Batı müziğinde polifoninin ne zaman ve nasıl başladığı kesin olarak saptanamamakla birlikte, 10.yy’dan    önce iki-sesli müziğin yaygın olduğuna ilişkin ipuçları elde edilmiştir. Bu evrede, iki ses aynı anda aynı melodiyi paralel olarak söylüyor, ama sesler arasında, parça boyunca korunan üçlü (kuzey Avrupa), dörtlü (İtalya) ya da beşli (Fransa) bir aralık bulunuyordu.

11.yy’da    paralellikteki kısıtlamadan yavaş yavaş kaçıldığı, iki parti arasında ters hareketlerin (birpartinin tiz seslerden kalın seslere doğru hareketi sırasında ötekinin bastan tize gidebilmesi) ortaya çıktığı gözlemlendi. 12.yy’da, iki partiden birinde tek bir nota bulunduğu sırada, diğer partiye daha kısa zamanlı olan iki (ya da daha fazla sayıda) nota yazılabilmeye başlandı. Bu gelişme ortak bir zaman ölçütü gerektirdiği için, yapıtların arka arkaya dizilmiş “ölçü”ler (mezür) halinde algılanmasını olanaklı kılan bir anlayışla yazılmaya başlanmasına yol açtı. İlk aşamalarında notasyona yansımayan ölçüleme; bir partiye yazılan müzik cümlesinin daha sonra öteki parti tarafından alınıp tekrar ya da taklit edilmesi, ya da her iki partinin cümlelerinin ikisi arasında değiş tokuş edilmesi gibi polifonik tekniklerin ilk biçimlerinin belirmesine zemin hazırladı. 13.yy’da üç-sesli polifoni örnekleri verildiği görüldü. Rönesans döneminde, yukarıda sözü geçen polifoni teknikleri oldukça gelişti, kanonlar yazıldı. 16.yy’da polifonik yapıtların dokusunu oluşturan bireysel partilerin taşıdığı melodik yapı, oldukça gelişmiş ve düzenli bir biçim aldı. En gelişmiş örneklerinde, seslerin iniş ve çıkışlarının oluşturduğu eğrilerin belli oranlarla birbirini izlediği, yukarı doğru hareketlerin inişlerle, aşağı doğru hareketlerin de çıkışlarla dengelendiği görülür. Ayrıca, uzun cümlelerde temel melodik yapı dengeli bir biçimde alçalır ve yükselirken, cümlenin bileşenleri olan kısa pasajlar da, benzer biçimde dengeli dalgalanmalar gösterir. 16. yy’da müzik alanında çok köklü değişimler oldu. Yüzyıl boyunca majör ve minör modlar-dan oluşan “diatonik ” dizi sistemi belirginleşirken, yüzyılın sonlarına doğru öteki modlar terkedilmeye yüz tuttu. Besteciler, farklı tonlar üzerine kurulmuş diziler arasındaki ilişki ve aykırılıkların gitgide daha güçlü bir biçimde farkına vardılar. Majör-minör sisteminin evrimi ile birlikte modülasyon unsuru ortaya çıktı. Bir ton üzerine kurulmuş bir diziden başka bir tonal merkeze doğrudan doğruya sıçramak yerine modülasy onlar yapılmaya başlandı. Öte yandan, yine 16. yy’da armonik düşünüş öne çıktı. Yüzyılın ilk dönemlerinde besteciler, akorları, yatay olarak ilerleyen partiler arasında ister istemem ortaya çıkan aralıkların birleşiminden meydana gelmiş anlık sonuçlar olarak görüyorlardı. Başka bir deyişle, akor kontrpuanının bir yan-ürünü idi ve akorlar arasındaki ilişkileri, büyük ölçüde kontrpuan partilerinin ilerleyişi belirliyordu. Oysa, yüzyılın sonuna doğru durum önemli ölçüde değişmiş, armonik düşünüş, kontrpuan dokusunu yönlendirmeye başlamıştı. Bu temel değişmenin, kompozisyon tekniğindeki diğer gelişmelerle, özellikle dizi ve tonalite sistemindeki dönüşümlerle karmaşık bağlar içinde olduğu kuşkusuzdur. Ancak, armonik düşünüşün ortaya çıkış ve gelişiminde neden-sonuç ayırımları yapmak güçtür. Böyle bir ayırım için yeterli olmamakla birlikte, bestecilerin giderek yapıtlarının yatay düşünülerek yazılmış olsalar bile, dinleyici üzerinde dikey etkiler de yapmasının kaçınılmaz olduğunu gördükleri ve çizgisel kontrpuamn tek başına yeterli olamayacağı görüşüne vardıkları saptanmalıdır. Ayrıca, polifonik müziğin değişik dönemlerine ait yapıtlar incelendiğinde, iki-sesli polifoniden daha fazla sesin kullanıldığı yapıtlara geçildikçe, armonik düşünüşü hazırlayan ya da armoni ile ilişkisi kurulabilecek öğelerin giderek arttığı gözlemlenir. Bütün bunlardan ötürü, 20. yy’a değin bestecilik tekniğine egemen olan ve kontrpuanı gittikçe daha fazla arka plana iten armonik düşünüşün, kontrpuandan doğup onun içinde geliştiğini ileri süren kuram günümüzde genel kabul görmektedir.

16. yy’daki gelişmelerin kontrpuanı zorunlu olarak diatonik tonalite çerçevesine oturtmasından ve armonik düşünüşün yatay müzik anlayışına yaptığı etkilerden ötürü bu yüzyılı izleyen dönemlerdeki kontrpuan tekniği “armonik” olarak nitelendirilir. Bach ve Haendel , armonik unsurlara farklı ağırlıklar vermiş olmakla birlikte, armonik kontrpuan dönemi içinde yer alırlar. Bach’ın kontrpuanı Haendel’inkinden çok daha az “armonik”tir, yine de döneminin müzik mirası, esasta yatay düşünen bir besteci olması gerçeğini değiştirmeksizin, Bach’ın müziğine armonik öğelerin girmesini kaçınılmaz ve doğal kılmaktaydı. Bach’ın kontrpuanında, diatonik sistemin henüz, her türlü ses dizisini (“mod”) içeren “modal” sistemin etkilerinden bütünüyle arınmadığı görülür. Öte yandan, diatonik dizi sisteminin kapsamının, armoninin gerektirmediği notaların da kullanılmasıyla, “kromatik ” armoniye doğru genişletilmesinde en önemli katkı yine Bach’ındır. Bach’ m armoniye başka bir etkisi, uyumsuz (“disonans”) akorları ele alış biçimindedir. 19. yy’m sonuna gelinceye değin beste tekniğinin gelişiminde çok önemli bir yeri olan armonik diso-nanslanngeçirdiği değişikliklerin birçoğu,Bach’ m müziğinde başlangıç halinde bulunur. Bach’m kontrpuanınm başka bir özelliği, çizgisel boyutun, dönemiyle karşılaştırıldığında önemli ölçüde yerini korumuş olmasıdır. Bach iki-sesli yapıtlar yazarken kontrpuamn armonik sonuçlarını gözardı etmiş ve polifonik dönemin tekniklerine yakınlık göstermiştir; ikiden fazla parti içinyazdığı zamanlarda ise kontrpuan dokusunun armonik boyutuna çok önem verdiği görülür. Genel olarak Bach’ın tekniği, çizgisel kontrpuan ile armonik düşünüş arasında kusursuz denebilecek bir denge kurmuş olması biçiminde değerlendirilir.

Bach’tan sonra, zaman zaman özgün örnekleri görülmekle birlikte, besteleme tekniği olarak kontrpuamn giderek önemini yitirdiği gözlemlenir. Beethoven’dan sonra ise, iyice geri plana düşerek armonik düşünüşü renklendiren bir teknik olma durumuna yaklaşmıştır. Ancak, bu genel eğilime karşın Bach türü kontrpuan besteciler üzerindeki etkisini hiçbir zaman bütünüyle kaybetmemiştir. Wagner’den sonra diatonik armoni ve tonalitenin gücünü yitirmesinden ötürü, çizgisel kontrpuan yeniden bestecilerin ilgisini çekmeye başlamıştır.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski