Toplum ve Birey
Felsefe tarihinde toplum-birey ilişkilerini, önce Sofistler, sonra Sokrates ve Platon, daha sonra Aristoteles ele almış, belli bir kurama göre açıklamaya çalışmışlardır. Özellikle Platon ve Aristoteles’ten sonra toplum-birey bağlantısı, devlet felsefesinin temel sorunu durumuna gelmiştir. Bu bilgelerin birey ve toplum sorunlarına bakışı daha çok, yönetim açısındandır. Platon’un düşündüğü “ideal devlet”te birey ya yöneten ya da yönetilen bir varlık durumundadır. Onun görevi “ideal devlet”in varlığıyla bağlantılıdır. Aristoteles’in kuramına göre devlet somut bir kuruluştur, “ideal” değildir. Birey de bu büyük kuruluşun, bu toplumun içinde, onunla bütünleşen bir öğe durumundadır. Bu nedenle insan bir toplumsal varlıktır (zoon politikon). Toplum dışında, kendi başına, bir bireyin varlığı söz konusu değildir. Bireyin, bir insan olarak başlıca özelliği “toplum varlığı” olmasındadır.
Tektanncı dinlerin ortaya çıkışıyla insan (birey) “yaratılmış varlık” diye nitelenmiş, toplumla olan bağlantısı dinlerin öngördüğü ilkelerle düzenlenmiştir. Bir istenç varlığı olmasına karşılık, insan Tann’mn gösterdiği yolda gitme gereğindedir. Toplumun hangi görev aşamasında, hangi kesiminde bulunursa bulunsun yalnız Tann’ya, Tanrı adına yönetimi elinde tutan kuruma karşı sorumludur. Tektanncı anlayışa göre bu dünya geçicidir, dolayısıyla dünya toplumu da kalıcı değildir. Kalıcı olan, ölümsüz olan, yalnız tannsal evrendir, bu evrende oluşan tannsal toplumdur. Birey, geçici olan bu evrende bağlı olduğu toplum içinde, bir “görev varlığı”dır. Tann bireyin görevlerini elçileri
aracılığıyla bütün insanlara bildirmiştir. Bradley, toplum-birey ilişkilerini idealist bir yaklaşımla “ödev” kavramına bağlar. Ona göre “ödev” bireyin toplumdaki yeriyle bağlantılıdır. Bir ödev varlığı olan birey toplumdan önce gelmez. Önce toplum vardır, bu toplum bireylerin bir araya gelmelerinden oluşmuş bir bütün değildir. Toplum gerçektir, somuttur, tümeldir. Birey, toplumda kendi varlığının bilincine va-nrsa, kendi kendini tanırsa, anlarsa bir “ahlak varlığı” olur. Bu nedenle “ahlak” bireyin, içinde yaşadığı toplumda, kendi “ben ”inin bilincine varmasıdır. Kendi benliğinin bilincine varan, kendi varlığım kavrayan ise “toplumsal ben”dir.
Bradley’in bu görüşü, toplumu bireylerin oluşturduktan bir “bütün”, bir “anlaşma varlığı” olarak tanımlayan kurama karşı çıkıştır. Özellikle J.J.Rousseau’nun Contrat Social (Toplum Sözleşmesi) adlı yapıtında sergilediği toplum anlayışının karşısmdadır. Birey-toplum ilişkilerine yeni bir bakış açısı getiren başka bir görüş de, üretim-tüketim sorunundan kaynaklanan, Marx’çı kuramdır. Bu kurama göre toplum denen bütünün oluşmasında başlıca etken üretimdir. Üretimin, bireyin gücünü aşarak, bireylerarası toplumsal bir nitelik kazanması toplumun odağını oluşturmuştur. Bu nedenle birey toplum bütünü içinde gücünü üretici olduğu oranda gösterebilir.
Bradley’in geliştirdiği birey ve toplum sorunlan Hegel’in ileri sürdüğü idealist toplum kuramıyla bağlantılıdır. Ancak Bradley daha yumuşak bir görüş benimsemiş, öteki Hegelciler gibi katı olmamıştır.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi