BENJAMIN, Walter (1892-1940)
Alman edebiyat eleştirmeni ve düşünür. Yeni bir estetik anlayışının oluşmasında öncülük etmiştir.
15 Temmuz 1892’de Berlin’de doğdu. Yahudi kökenli varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Babası sanat yapıtları alım satımıyla uğraşırdı. Benjamin lise yıllarında düşünür Gustav Wyneken’in etkisinde kaldı, Freiburg ve Berlin’deki öğrenimi sırasında gençlik hareketi içerisinde onun düşüncelerini yaymaya çalıştı. İlk edebiyat yazıları da Wyneken’in çıkarttığı Der Anfang (Başlangıç) adlı dergide yayımlandı. Üniversitede felsefe öğrenimini sürdürürken, “Freie Studen-tenschaft” (Özgür Öğrencilik) adlı öğrenci hareketi içinde yer aldı, 1914’te de hareketin Berlin kolu başkanlığını üstlendi. I.Dünya Savaşı’nın patlaması, savaş yanlısı tutumunu benimsemediği Wyneken’den kopmasına yol açtı.
Akademik çalışmaları
1915’te Yahudi mistisizmini inceleyen Gershom Scholem ile tanıştı. Ömür boyu sürdüreceği bu dostluk Benjamin’in düşüncesinin gelişimini önemli ölçüde etkiledi, Yahudi mistisizmi ve yaşayan Yahudi düşünce geleneğiyle ilgilenmesine yol açtı. 1917’de evlenerek İsviçre’ye yerleşti, Bern Universitesi’nde öğrenimini sürdürdü. 1919’da “Der Begriff der Kunstkritik in der deutschen Romantik” (“Alman Romantizmi’nde Sanat Eleştirisi Kavramı”) başlıklı teziyle doktora derecesi aldı.
1920’de yeniden Berlin’e döndü. Bu sırada Goethe’nin Wahlverwandtschaften (Gönül bağları) adlı yapıtı üzerine yaptığı çalışma Alman edebiyat eleştirisinin ve Goethe incelemelerinin başyapıtlarından biri olarak nitelendirildi: “Goethes Wahlverwandtschaften”. Bu denemesi Hugo von Hofmannsthal’ın yardımıyla 1924 ve 1925’te iki bölüm olarak Neue Deutsche Beitraege dergisinde yayımlandı. Hof-mannsthal bundan sonra da Benjamin’in yazılarının yayımlanmasına yardımcı oldu. 1923-1925 arasında tamamladığı ve ancak 1928’de yayımlanabilecek olan Ursprung des deutschen trauerspiels (“Alman Tragedyasının Kökeni”) adlı doçentlik tezi Frankfurt Universitesi’nde geri çevrildi. Bu onun akademik kariyer umudunu söndürdü.
Evliliğinin bozulması, birlikte dergi çıkartmayı tasarladığı Scholem’in iflası yüzünden sıkıntılı günler geçirdi. 1925’ten sonra Frankfurter Zeitung ve Litera-rische Welt adlı dergilerde kitap eleştirileri ve denemeler yazmaya başladı, geçimini yazarlık ve çevirmenlikle sağlamaya çalıştı.
Benjamin savaş sonrası yıllarda ağırlıklı olarak Marxizm’e yöneldi. Bu yönelişinde 1918’de Bern’de tanıştığı Ernst Bloch’un Mandzm’i umut ve ütopya ilkeleri temelinde kuramsallaştıran görüşleriyle, 1924’ten sonra okuduğu György Lukacs’m Geschichte und Klassenbewusstsein (“Tarih ve Sınıf Bilinci”) gibi ilk dönem yapıtları etkili oldu. 1923’te Frankfurt’ ta tanıştığı Theodor W.Adorno ile olan ilişkisi de Benjamin’in düşüncesinin gelişimini önemli ölçüde etkiledi. 1924’te Kapri adasında tanıştığı Rus oyuncu ve rejisör Asja Lacis ise onun Marxist bir çevreyle ilişkiye girmesini sağladı. Lacis’in daveti üzerine 1926-1927 kışını Moskova’da geçiren Benjamin orada içlerinde Mayakovski’nin de bulunduğu birçok sanatçıyla tanıştı. 1929’da tanıştığı Bertolt Brecht ile ilişkisi ise Marxizm’e yönelişi kadar sanat kuramının gelişiminde de önemli bir rol oynadı.
Almanya’dan ayrılışı
Benjamin Almanya’da siyasal durumun iyice gerginleşmesi nedeniyle 1933’te Paris’e yerleşti. Frankfurter Zeitung’âz edebiyat eleştirileri yayımlanmakla birlikte geçim sıkıntısı sürmekteydi. Frankfurt’ tan New York’a taşman Adorno ile Horkheimer’in yönetimindeki Institut fiir Sozialforschung’un (Sosyal Araştırma Enstitüsü) Zeitschrift für Sozialforschung adlı dergisine yazmaya başladı. Enstitü yöneticileri ile arasında tam bir görüş birliği yoktu, bu nedenle Adorno ile tartışmasına yol açan Baudelaire incelemesi Zeitschrift’te yayımlanamadı.
1939’da, Alman mültecilerinin Moskova’da yayımladığı Das Wort dergisinde çıkan bir yazısı bahane edilerek Alman yurttaşlığından çıkarıldı. Aynı yıl üç ay süreyle Nevers’de bir tecrit kampına gönderildi. Gestapo Paris’teki evini basıp kitaplarına, belge ve notlarına el koydu. Kendisi için en uygun çalışma ortamının Avrupa’da olduğunu, Amerika’da bu ortamı bulamayacağını düşünen Benjamin sonunda Fransa’da yaşaması iyice güçleşince Adorno ve Horkheimer’in yardımıyla ABD’ye göç etme girişiminde bulundu. 1940’ta kaçmak için Marsilya’ya gitti. Horkheimer’in ABD’ye giriş vizesini sağlamak üzere olduğu sırada, İspanya üzerinden Portekiz’e geçmeye çalışan bir grup Alman mültecisine katıldı. 26 Eylül 1940 gecesi İspanya-Fransa sınırının kapatılması üzerine bu girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Gestapo’ya teslim edilme olasılığı karşısında Benjamin o gece aşırı miktarda morfin alarak sınırda intihar etti. Brecht onun ölümünü “Hitler’in Alman edebiyatına verdiği ilk ciddi kayıp” olarak nitelendirdi.
Adorno, Scholem, Brecht gibi döneminin önemli düşünür ve sanatçılarınca tanınan ve değer verilen bir yazar olmakla birlikte düşünceleri yaşamı süresince büyük yankılar uyandırmamıştır. Yapıtları ölümünden on beş yıl sonraScholem’in de yardımıyla Adorno tarafından derlenerek Schriften (“Yazılar”) adıyla yayımlanmıştır. Bu tarihten sonra çağdaş estetik konuları onun yapıtları çerçevesinde tartışılmıştır.
1923-1925 yıllarında yazdığı ve 1928’de yayımlanan Ursprung des deutschen Trauerspiels adlı doçentlik tezi Alman barok tragedyası üzerine bir incelemeydi. Benjamin burada toplumdaki ortak değerlerin çözülmesiyle edebiyatta alegorinin gelişimi arasında bir bağ kurar. Barok tragedyasını, Romantizm’i ve modern sanatın gelişimini sanatın alegoriye yönelmesiyle açıklar. Onun geliştirdiği alegori kavramı Lu-kacs, Adorno ve Habermas gibi eleştirmenlerce modern sanatın değerlendirilmesinde anahtar kavram olarak nitelendirilmiştir.
Sanat kuramı
Geleneğin çözülmesiyle birlikte sanatın yeni biçim ve işlevler kazanması Benjamin’in daha sonraki yapıtlarının da başlıca sorunsalım oluşturmuştur. Marxsizm’eyöneldikten sonra 1936’dayazdığı“Kuns-twerk im Zeitalter seiner technischen Reproduzier-barkeit” (“Tekniğin İmkânlarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı”) adlı denemesi sinema ve fotoğraf sanatlarına ilişkin olarak tiknolojinin yarattığı olanakların sanatın işlevinde yol açtığı değişikliği değerlendirir. Sanat yapıtının teknik olarak yeniden üretilebilir olması sanatın biricikliğini ortadan kaldıran bir koşuldur. Benjamin sanat yapıtının teknolojinin doğuşuyla birlikte yitip giden bu özelliğini “aura” sözüyle kavramsallaştırır. “Aura” modern sanatın alegorik yapısının yansıttığı parçalanmışlığın karşıtıdır, o geçmişte yatan gizemli bütünselliktir. Özgün ve ilk olanın ifadesi olan “aura”nm yokolması, kültürel mirasın geleneksel değerinin silinmesi ve gelenekle beslenen “tecrübe”nin çözülmesidir. Buna bağlı olarak da sanatın büyü ve ayinden kaynaklanan işlevi yok olmuştur.
Ancak Benjamin, “aura”nın kaybolmasını sanat yapıtının yeni ve politik bir işlev kazanmasının bir koşulu olarak değerlendirir. “Kunstvverk im Zeitalter seiner technischen Reproduzierbarkeit” da geleneğin çözülüşünü kolektif ve politik bir sanatın önkoşulu olarak umutla karşılar. “Aura”nın ve geleneksel biçimlerin gizemli ve biricik yapılarının, seyircide yoğunlaşma ve özdeşleşme tavrını doğurduğunu, teknik olanakların yarattığı yabancılaştırıcı işlevin ise seyirciyi eleştirel, etkin ve katılımcı bir konuma ittiğini düşünür. Bu anlamda, “tek” ve “asıl”a yönelik tasarlanmış bir sanat yapıtı ile (resim, müzik gibi) tekniğin gereği çoğaltmaya yönelik tasarlanmış bir sanat yapıtı (fotoğraf, sinema gibi) arasında, kitlelerin sanatla ilişkisi açısından, önemli farklar vardır. Benjamin’in bu yazısındaki birçok görüşü Bertolt Brecht’in tiyatro ve sanat anlayışının etkilerini taşır. Brecht’in epik tiyatro kuramından hareket ederek 1937’de yazdığı, “Der Autor als Produzent” (“Üretici Olarak Yazar”) adlı denemesinde yazar-sanat yapıtı-seyirci ilişkisi üzerinde durur. Brecht’in tiyatroda eylemi kesintiye uğratan epik yöntemini filmde kullanılan montaj tekniğinin bir uygulaması olarak değerlendirir. Bu yazısında da, seyircinin sanat yapıtı karşısındaki eleştirel tavrının teknoloji çağının yarattığı yeni olanaklarla geliştirilebileceğini vurgular.
Gelenek yorumu
Benjamin’in silinen geçmiş ve yokolan gelenek karşısındaki tavrı oldukça karmaşıktır. Geleneksel kültür mirasının Almanya’da faşizm döneminde baskıcı bir nitelik kazanması, teknoloji, bilgilenme ve modernleşmeyi savunmasına yol açmıştır. Öte yandan Rus öykücüsü Nikolai Leskov üzerine bir incelemesinde ise geleneğin baskıcı olmayan öğeleri üzerinde durmuş, ortaklaşa sözlü kültürün iletişim kurma, tecrübe aktarma ve dinleyiciyle dolaysız ilişki kurma gibi yokolan yönlerini geçmiş özlemiyle dolu hüzünlü bir dille anlatmıştır. Sözlü kültürün parçası olan öykü anlatımı, Benjamin için, kaybolan bir toplumsal varoluş biçimini simgeler. Ancak hiçbir zaman kaybolan geleneği modern biçimlere karşı savunmamış,yenilikçi (avarıt-garde) edebiyat ilgilendiği başlıca konulardan biri olmuştur.
Benjamin’in geçmişe duyduğu ilgi, özellikle Brecht’in yoğun etkisinde olmadığı ilk döneminde, tarihsel koşulların tehdit ettiği bir bütünlüğü geleceğe yönelik olarak yeniden yakalayabilme isteğini yansıtır. Eleştiricinin amacı geçmişin dağılan parçalarını toparlamak, onun dolaysız olarak konuşabilmesini ve kendini yaşanan güne aktarabilmesini sağlamaktır. Benjamin geçmişi yalın görüntüsü ve bütünlüğü içinde yakalayabilmek ve adeta geçmişin hafızasını oluşturmak amacıyla tamamen alıntılardan oluşan bir deneme yazılabileceğini tasarlamış, birçok çalışmasında alıntıları toparlamak yoluyla bir eleştirel bütünlüğe varmaya çalışmıştır. 1925’lerden itibaren Alman Barok tragedyası ve Romantizm ile Goethe, Kafka, Proust, Gide ve Baudelaire gibi yazarlar üzerine yazdığı denemeleri bu tür eleştiri anlayışını yansıtır.
Benjamin Baudelaire’in Tableaux parisiens’mi (“Paris Tabloları”) ve Franz Hessel ile birlikte Proust’ un A la recherche du temps perdu ’sünü (Yitik Zaman Ardında) Almanca’ya çevirmiştir. Tableaux parisiens çevirisine yazdığı önsöz Benjamin’in çeviri konusundaki özgün yaklaşımım içerir ve dil konusunda 1960’larda geliştirilen bazı yeni yaklaşımları önceler. Baudelaire ve Proust’a olan büyük ilgisi geçmiş, zaman, hatırlama ve hafıza olgularına duyduğu ilginin bir parçasıdır. Ölümünden sonra yayınlanan Berliner Kindheit um Neunzehnhundert (“1900’lerde Berlin Çocukluğu”) ise Benjamin’in kendi geçmişine döndüğü bir yapıtıdır.
Benjamin Yahudi mistik ürünleri içinde en eskilerinden olan Kabbala’ya derin bir ilgi duymuş, Marxsizm’e yöneldikten sonra da teolojik bakış açısını önemsemiş, yapıtın anlamını yorumlarken metni kutsal sayan bir anlayışa yakın olmuştur. “Schicksal und Charakter” (“Kader ve Karakter”) ve “Zur Kritik der Gewalt” (“Zorun Eleştirisi Üzerine”)
adlı ilk dönem yazılarından başlayarak geliştirdiği teolojik-felsefi anlayış tarih konusundaki görüşlerini özetlediği “tezler”inde de tarihsel materyalist görüşleriyle birleşmiş olarak ifadesini bulur. Geliştirmeye fırsat bulamamadığı bu tezlerin amacı, geçmişin ve tarihin, çağın yaşadığı köklü değişimin kavranmasıyla özümsenerek geleceğe aktarılmasıdır.
Frankfurt Okulu ile ilişkisi
Benjamin —Adorno ve Löwenthal ile birlikte— Frankfurt Okulu ya da Eleştirel Kuram adıyla tanınan hareketin estetik kuramcılarından biri olarak tanınır. Ancak gerek düşüncesinin gelişimi gerekse de sanat anlayışı açısından Okul’un öteki üyelerinden ayrılır. 1935’te Horkheimer’in ABD’deki Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’ne katılması için yaptığı çağrıya Avrupa’ da kalmayı seçerek olumsuz cevap vermiştir. Paris kolunun araştırma üyesi olarak Enstitü’yle düzenli ilişkilerini sürdürmekle birlikte Adorno ve Horkhei-mer’le arasındaki görüş farklılıkları süregelmiştir. Teknoloji çağının sanattaki sonuçları üzerine görüşleri ve Brecht’e olan yakınlığı, Adorno ile arasındaki tartışmaların temelini oluşturmuştur. Adorno Benjamin’in teknolojik gelişmede sanatın politikleşmesi ve kolektifleşmesine doğru bir yöneliş gören iyimser yaklaşımını eleştirmiş, teknoloji çağının ürünü olan kitle sanatlarının ve popüler kültürün sanatı metalaş-tırdığım ve seyircinin varolan düzene uymasını sağladığını vurgulamıştır.FrankfurtOkulu’nun diğer üyeleri sanattaki kitleselleşmenin baskıcı sonuçlarına dikkati çekerek Benjamin’den önemli ölçüde ayrılmakla birlikte, alegori kuramı bağlamında onun kuramsal yaklaşımını temel almışlardır. Tüm yapıtlarının 1972’den başlayarak yayımlanmasıyla yaygın olarak tartışılmaya başlanan Benjamin, Frankfurt Okulu’ nun ve Marxist kuramın sanat ve estetik anlayışının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
• YAPITLAR: Gesammelte Schriften, (ö.s), R.Tiedemann ve H. Schweppenhauser (der.), 1972-1977, (“Tüm Yazıları”); Der Begriff der Kunstkritik in der deutschen Romantik, 1920, (“AlmanRomantizmi’ndeSanat Eleştirisi Kavramı”); Der Ursprung des deutschen Trauerspiels, 1928, (“Alman Tragedyası’nm Kökeni”); Einhahnstrasse, 1928, (“Tek Yönlü Yol”); Berliner Kindheit um Neunzehnhundert, (ö.s), 1950, (“1900’lerde Berlin Çocukluğu”); Schriften, (ö.s), Theodor W.Adorno (der.) 2 cilt, 1955, (“Yazılar”); Illuminationen, (ö.s), 1961, (“Aydınlanmalar”); Briefe, (ö.s), T.W.Adorno ve G.Scholem (der.), 2 cilt, 1966,.(“Mektuplar”); Üher Literatür, (ö.s), 1969, (“Edebiyat Üzerine”); Versuche üher Brecht, (ö.s), Tiedemann (der.), 1975, (“Brecht Üzerine Denemeler”).
• KAYNAKLAR: A.Arato ve E.Gebhardt, “Esthetic The-ory and Cultural Criticism,” A.Arato ve E.Gebhardt (der.), The EssentialFrankfurt School Reader içinde, 1978; H.Arendt, “Walter Benjamin: 1892-1940”, W.Benjamin, Illuminations (der. H.Arendt) içinde, 1968; T. Eagleton, Walter Benjamin or Toıaards a Revolutionary Criticism, 1981; F.Jameson, Marxism and Form, 1971; M.Jay, The Dialectical Imagination, 1973; Ü.Oskay, “Walter Benjamin Üzerine” ve “Walter Benjamin’de Tarih, Kültür ve Fantazya”, W.Benjamin, Estetize Edilmiş Yaşam (der. Ü.Oskay) içinde, 1982.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi