SOL AKIMLAR
Türkiye’de siyasal yaşamın bölündüğü başlıca dönemlere göre, sol akımların gelişmesi de dört zaman dilimi içinde özetlenebilir:
T.B.M.M.’nin açılışından Takriri Sükûn Kanunu’na (1920-1925)
Kurtuluş Savaşı yıllarında, Ankara ile işgal altındaki İstanbul’un sola karşı tutumu birbirinden çok farklıydı. Millî Mücadele Anadolusu’nda Sovyetler’le sürdürdüğümüz ilişkiler yüzünden sol, genellikle olumlu karşılanıyordu. Batida ittifak yapılan Alman ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları savaşta yenilmişlerdi; öteki devletler ise düşmanlarımızda Bu durumda, Doğu’ya umut bağlamak doğal görünüyordu. Üstelik, doğuda yükselen bolşevizm, İslâmlığın bir çeşit uygulanışı olarak yorumlandı. Bir de, İttihat ve Terakki’nin öteden beri kökten dönüşümler isteyen kanadı vardı; bu kanattan olup da Anadolu’ya geçenler, İstanbul’dayken I. Dünya Savaşı yüzünden düşüncelerini uygulamak olanağını bulamamışlardı. Böylelikle, 1920 yılından başlayarak, Meclis’in içinde ve dışında, Türkiye Komünist Fırkası (T.K.F.Î ve Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (T. H.İ.F.) gibi çeşitli adlar altında sol akımlar gelişti.
1920 yılında Mustafa Suphi (Giresun 1883 -Sürmene 1921) ve arkadaşları Azerbaycan’da bir T.K.F. kurmuşlardı. Bu parti, Anadolu’daki ve İstanbul’daki akımlarla bağlantı kurarak bir birlik sağlamak istiyordu. Gerçekten, eylül başlarında Bakû’da toplanan Doğu Ulusları Kurultayı’-na Anadolu ve İstanbul’dan da delegeler katılmış ve kurultayın ardından T.K.P.’-nin birinci kongresi yapılmıştı. Fakat bu toplantıda seçilen yöneticiler, Türkiye’ye geldikleri zaman, Çerkez Ethem Ayaklanması ve Ankara Hükümetinin Londra’da bir barış konferansına çağrılması nedenleriyle sola karşı bir tutumla karşılaştılar. 1921 başlarında, resmî T.K.F. ile T.H. İ.F. kapanırken, bu grubun üyeleri de esrarlı bir biçimde öldürüldü. Bahar aylarında, T.H.İ.F. ilerigelenleri Ankara İstiklâl Mahkemesi’nce ağır cezalara çarptırıldı. Fakat, Londra Konferansı’na bağlanan umutlar kırıldıktan sonra, Sovyetler’le yeniden bir yakınlaşma olunca, 1922 yılında bir ara T.H.İ.F. yeniden canlandı.
Mütareke İstanbulu’nda ise iki çeşit sol akım göze çarpıyordu; bunların biri, İ-kinci Meşrutiyet’in ilk yıllarında kurulan, fakat İttihat ve Terakki diktatörlüğü başlayınca ortadan kalkan osmanlı sosyalistlerinin devamıydı (İştirakçi Hilmi’nin Türkiye Sosyalist Fırkası ile ondan ayrılanlar; Dr. Haşan Hıza’mn Sosyal Demokrat Fırkası v.b.); öteki akım, daha önemli olanı, batı ülkelerinde öğrenim gören birtakım gençlerden oluşmuştu. (Bu hareket, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nı kurdu, Kurtuluş ve Aydınlık dergilerini yayımladı.)
Takriri Sükûn Kanunu’nun ilânından çok partili dönemin başlangıcına (1925-1945) :
Bu dönemde sol, fiilen yasaklanmış olduğu için, önceleri hiç bir yasal dernek yoktu. Aslında, bu yirmi yılı tam ortasından ikiye bölmek doğru olur: 1935’te Ko-mintern’in bütün dünyada faşizme karşı birleşik cepheler kurma kararını alması, Türkiye’deki sol gelişmeleri de bir ölçüde etkilemişti. O tarihe kadar sol ilk on yılı yeraltında geçirmiş, üstelik kendi içinde önemli birtakım bölünmelere uğramıştı. Gizli T.K.F.’ye hâkim olan kanat, 1925’ten başlayarak C.H.P.’nin artık bir burjuva partisi haline geldiğine, ona karşı kesin cephe alınması gerektiğine inanıyordu. Daha sonra Kadro dergisini yayımlayan kanat ise, esas itibariyle 1925 öncesinde yapılan değerlendirmeyi sürdürmekteydi; buna göre hükümet, hâlâ devletçi bir çizgide etkilenebilirdi. Böyle düşünenler, partiden ayrıldılar. Ondan sonra, Sovyetler Birliği’nde başgösteren Stalin-Troçki çatışmasının küçük türk solunda da yansımaları oldu. Dr. Şefik Hüsnü’nün temsil ettiği parti merkezi, Nâzım Hikmet gibi ileri eylem taraftarlarının görüşlerini Troçkizm saydı ve bu gibi .üyeleri partiden çıkardı.
1930’ların ilk yıllarında İstanbul’da, genellikle birbirine rakip iki broşür dizisi yayımlanmağa başladı: Kerime Sadi’nin İnsaniyet kütüphanesi başlığını taşıyan, birer ikişer formalık polemik kitapçıkları ve Dr. Hikmet Kıvılcımlinm Marksizm bibliyoteği. Dr. Kıvılcımlinm çıkardığı kitaplar, gizli partinin çizgisine Kerim Sadi’ninkilerden daha yakın görünüyordu.
Birleşik cephe kararından sonra, yeraltındaki T.K.F. hemen hemen dağılmış ve ü-yeler «legal» duruma çıkmışlar, yani yasalara uygun ılımlı eylemlere katılmışlardı. 1935-1945 yıllarında İstanbul’daki en önemli sol merkezi (Sabiha ve Zekeriya) Sertel’lerin Tan gazetesi oldu; Ankara’da ise, daha sonraları Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden bir grup öğretim üyesinin yayımladığı Yurt ve Dünya dergisi.
Savaş yıllarında hükümet süreli sol yayınlara karşı, alman-rus cephesinin durumuna göre değişen ölçülerde bir hoşgörü gösterdi. Savaşın sonunda, Sovyetler’-in Boğazlar rejiminin ve doğu sınırlarımızın yeniden gözden geçirilmesini istemesi türk solcularını güç durumda bıraktı. Hükümet açık bir tepki göstermediyse de bazı grupların sola karşı eylemlerini hoşgörüyle karşıladı.
Çok partili döneme girilmesinden 27 Mayıs hareketine (1946-1960)
1946 yılında Türkiye’de sol nitelikli birçok siyasî parti kurulmuşsa da, bunlardan ikisi önemlidir: Esat Âdil Müstecaplıoğlu ve arkadaşlarının Türkiye Sosyalist Partisi ile Dr. Şefik Hüsnü Deymer ve arkadaşlarının Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi. Her iki parti de, aynı yıl İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nca kapatılmış ve kurucuları askeri mahkemeye verilmişti. T.S. E.K.P. geniş ölçüde, gizli partinin birleşik tek cephe döneminin devamı olarak, açık demokrasi mücadelesine katılma isteğinin bir aracıydı. T.S.P.’de ise, başkanın kendisi hiç bir zaman yeraltı çalışmalarına katılmamıştı; fakat öteden beri çeşitli nedenlerle gizli partinin merkez çizgisine muhalefet eden birtakım eski solcular da bu örgütte yer aldı.
1946-1950 yılları arasında, dünyadaki soğuk savaşın etkisiyle, Türkiye’de de iktidardaki C.H.P. ile muhalefetteki D.P. sola karşı çıktılar. Gerçekte, gizli partinin belki birkaç yüz üyesi vardı, çoğu da hapisteydi, ama, yurdun dört bir köşesinde Komünizmle Mücadele dernekleri açıldı.
1951-1952 yıllarında büyük şehirlerimizde yapılan tutuklamalarla gizli partinin çalışmalarına elkondu; sanıklar arasında asker de olduğu için, dava askeri mahkemede görüldü. Yargılamalar 1954’te sonuçlandı ve sanıkların üçte ikisi çeşitli hapis cezalarına mahkûm edildi. Artık, hareketin önderi olarak, en yüksek cezayı (10 yıl) alanlardan Zeki Baştımar görünüyordu.
1954’te Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve arkadaşları tarafından İstanbul’da kurulan Vatan Partisi, asıl gizli partinin “legal”e çıkma denemesi değildir. Dr. Kıvılcımlı Aydınlık çevresinden beri çeşitli eylemleri olan ve bu yüzden ülkemizde siyasal mahkûmiyet rekorunu kıran eski bir solcuydu, ama hemen her zaman T.K.F. yöneticileriyle arası açıktı. Vatan Partisi 1957 seçimlerine katıldıktan sonra, kırk kadar “önetici ve üyesi hakkında dava açıldıysa da beraatla sonuçlandı. Bu arada, partinin lideri, 27 Mayıs hareketine karşı pek olumlu ve umutlu bir tavır takınmıştı.
1960-1973 dönemi
Türkiye’de 1950’deki iktidar değişikliğinden sonra sol akımların öncüleri, yeni iktidarın siyasal niteliğine bakmaksızın bir ölçüde ümitlendiler ve yeryüzüne çıkma zamanının geldiğini düşündüler. Ancak gerçeğin bu olmadığı kısa sürede anlaşıldı. 27 Mayıs’tan sonra beliren farklı ortam ise hükümetlerin tutumundan çok, yeni Anayasa’nın kişi hak ve ödevleri, siyasî, sosval ve İktisadî haklar bölümlerinde yer alan hoşgörüye dayanıyordu. Bu durumdan yararlanma hareketleri önce Sosyalist Kültür Demeği’nin kurulma-sıyle başladı. Sol cephede bilinçlenme ve görüş birliği oluşturmayı amaç edinen bu demeğin faaliyete geçişini Yön dergisinin yayımlamşı izledi. Bu arada siyasi örgüt olarak Türkiye İşçi Partisi de kurulmuş ve sol cephenin ilgi merkezi olmağa başlamıştı. Bu durum yayın alanında yeni organların ortaya çıkmasına zemin hazırladı ve 1962’de, önce sanat dergisi olarak çıkan Ataç kısa sürede sol öğreti yayını halini aldı. Daha sonra Emek (1963), Sosyal Adalet (1964), Eylem (1964), Dönüşüm (1965), Ant (1967), Sosyalist (1967), İşçi Köylü (1969), Devrim (1969), Kurtuluş (1971) v.d. dergi ve gazeteler sol cephenin değişik strateji yöntemlerini savunmak üzere yayın hayatına girdi. Yayınlardaki bu zenginlik 1965’te Türkiye İşçi Partisi’nin Parlamento’ya üye sokmayı başarması, hemen ardından C.H.P.’-nin siyasi yelpazede ortanın solunu seçmesi, bu arada Anayasa’nın sola açı’k olup olmadığı konusunda toplumun bütün kademelerine yayılan bir tartışmanın başlaması sonucuydu. Bu dönemde solun açık seçik amacının bağımsız ve dış ilişkilerinde sosyalist ülkelere yakınlık gösteren bir Türkiye olduğu görülüyordu; ancak gruplar arasında küçük görüş farkları da vardı. Bu tartışmalar sürün giderken örgüt alanında da Fikir Kulüpleri Federasyonu, daha sonra bunun yerini alan Dev-Genç ile kendilerini sosyal demokratlar olarak niteleyen kuruluş ve grupların ortaya çıkması yarım yüzyıllık geçmişte benzeri olmayan bir hareketlilik yaratmıştı. Sol kadroların genişlemesine ve çeşitlenmesine karşılık sağ cephenin de bunların karşısına aynı nitelikteki örgütlerin yanı sıra kolluk kuvveti biçiminde çıkması çok gedmeden gelişmeyi öğrenim kurumlan çevrelerinde eyleme dönüştürdü; bu da 12 Mart Muhtırası’ndan sonraki yargılamalarda ortaya çıkacak yeraltı örgütlenmeyi teşvik eden unsurlardan biri oldu. Kuşkusuz bu örgütlenmede dış örneklerin de etkisi vardı.