Afrika Tarihi

1- İslâm öncesi.

Tarihî devirlere Nil va­disinde Mısır medeniyeti (bk. mısır) ile giren Afrika’nın Akdeniz  kıyılan,  mi­lâttan önce I. binyılda Fenikeliler’le Yu­nanlılar tarafından tanınmaya ve kolonize edilmeye başlamıştır. Bugünkü Tu­nus şehri civarında milâttan önce 814 yılında kurulmuş olan Fenike kolonisi Kartaca, yüzyıllarca parlak bir ticaret merkezi olmuş ve bu durum milâttan önce II. yüzyılda başlayan Roma hâkimi­yetine kadar devam etmiştir. Bununla birlikte Kartacalılar daha çok deniz ti­caretiyle uğraştıklarından kıtanın içleriyle ilgilenmemişlerdir. İlk Yunan kolo­nisi ise milâttan önce VII. yüzyılda Kyre-nika’da kuruldu. Kartacalılar’la Yunanlı­lar arasında sınır anlaşmazlıklan sebe­biyle çıkan savaşlann yüzyıllarca devam ettiği bilinmektedir. Milâttan önce 300 yıllarında üstünlüğü ele geçiren Kartacalılar bu defa da Roma ile karşı karşı­ya geldiler. Kartacalılar’ın III. Pön Savaşı sonunda (m.ö. 146) yenilmeleri üzerine. Kuzey Afrika kıyıları Romalılar’ın eline geçmiş ve kurulan on dokuz yeni koloni ile imparatorluğun en önemli eyaletle­rinden biri haline getirilmiştir. Roma İmparatorluğu’nun ikiye aynlmasıyla (395), bugünkü Libya’nın ortasından geçen kuzey-güney doğrultusundaki bir çizginin batısında kalan topraklar Bati Roma’ya, doğusunda kalan topraklar da Doğu Ro­ma’ya (Bizans) bağlanmıştır. Batı Roma’nın Afrika eyaleti, V. yüzyılda İspan­ya’dan Afrika’ya geçen Vandallar, daha sonra da VI. yüzyılda Bizans İmparator­luğu tarafından ele geçirilmiştir.

2- İslâmi Devir.
 
Afrika’nın İslâmiyet’le ilk teması Birinci ve İkinci Habeşistan hicretleriyle (615, 616) olmuş, daha son­ra Hz. Ömer devrinde (634-644) Amr b. Âs tarafından Mısır’ın fethedilmesiyle de (641) kıta topraklan müslümanlara açılmıştır. Mısır’ın fethinden sonra gü­neydeki Nûbe ile münasebet kuruldu. Hz. Osman devrinde (644-656) fethedi­len Kuzey Afrika Mısır vilâyetine bağ­landı ve Abdullah b. Sa’d b. Ebü Şerh Mısır’a vali tayin edildi. Muâviye b. Ebû Süfyân devrinde (661-680) Ukbe b. Nâfi’in Kuzey Afrika’ya yaptığı yeni seferler ne­ticesinde  Berberiler  İslâm’a  girmeye başladılar. Kuzey Afrika valiliğine Ukbe b. Nâfi’ getirildi. Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik devrinde (705-715) Müsâ b. Nusayr Kuzey Afrika valisi oldu ve ku­mandanı Târik b. Ziyâd Tanca’ya kadar gitti. Bu fetihlerle bütün Kuzey Afrika Bizans egemenliğinden çıkıp İslâm hâ­kimiyetine girdi. Hilâfetin Abbâsîler’e geçmesinden sonra, uzak bölgelerdeki toprakların üzerlerinde merkezî idare­den koparak bağımsız devletler kurul­maya başladığı dönemde Tunus’ta Ağlebîler (800-909), Fas’ta İdrîsîler (788-985), Mısır’da sırasıyla Tolunogullan (868-905), İhşîdîler (935-969) ve Fâtımîler (909-1171) hüküm sürdüler. Fâtımîler bir ara bü­tün Kuzey Afrika’yı birleştirdilerse de bu pek uzun sürmedi. Aynı asırlarda Batı Afrika’da Büyük Sahra’da yaşayan Berberi kabilelerinin aracılığıyla İslâmi­yet’i kabul eden zencilerin Mandi grubu tarafından Gana’da Soninke (XIII. yüzyıl), Mali’de Mandingo (XIII-XIV. yüzyıl) ve Senegal’de Songay (800-1592) devletleri kuruldu. Orta Afrika’da ise Sahralılar Kanem (XIII-XIV. yüzyıl) ve Hevsâ (XVI. yüzyıl) devletlerini kurdular. Mısır’da Fâtımîler’in yerini Eyyûbî Devleti [Mısır hâkimiyeti 1171-1250] alırken Kuzey Afri­ka’da Murâbıtlar Devleti (1056-1147)’ doğdu ve hâkimiyetini İspanya’ya kadar genişletti. Sonraları Murâbıtlar’ın yerini daha çok Fas, Cezayir, Tunus ve Libya üzerinde hâkimiyet kuran Muvahhidler (1130-1269) aldı. 1230’larda Batı Afri­ka’da çağının en müreffeh devleti olan Mali İmparatorluğu kuruldu. Muvahhidler’in yerini Fas’ta Merînîler (1195-1470), Cezayir’de Abdülvâdîler (1235-1550), Tu­nus’ta Hafsîler (1228-1574) alırken Mı­sır’da da Eyyûbîler’in yerine Memlükler geçti (1250-1517).

Osmanlılar’ın Afrika’ya ulaşmaları XVI. yüzyılda gerçekleşti ve 1517’de Mısır’ın alınmasıyla oradaki Memlûk dönemi sona erdi. Ayrıca Türk denizcileri Oruç. Hızır (Barbaros) ve İshak kardeşler 1516’da Cezayir’i İspanyollar’dan alarak tekrar İslâm hâkimiyetine soktular. Bar­baros’un Osmanlı hizmetine kabul edil­mesiyle Cezayir (1520), daha sonra Tu­nus (1534) ve Trablusgarp (1551) Os­manlı hâkimiyetine girdi. Böylece Kuzey Afrika tarihi bakımından yeni bir dönem başladı. Avrupalılar’ın Ümit Burnu’nu dolaşıp Hint Okyanusu’na çıkarak Hin­distan’a varmalarının oluşturduğu teh­dit karşısında, Osmanlı Devleti bu güç­lerle gerek Okyanus’ta gerek Afrika kı­tasında mücadeleye başladı. Bu müna­sebetle Kanunî Sultan Süleyman dev­rinde IV. Hint seferi sırasında Habeşis­tan fethedilerek Habeş eyaleti kuruldu (1554-1560). Kızıldeniz’deki Osmanlı faa­liyetleri, Hindistan seferi için hazırlanan donanmanın Süveyş’ten kalkarak Sevâkin’e çıkarma yapması ve burada ileri bir deniz üssü kurmasıyla başladı ve gelişti. Kızıldeniz sahilleri ve Habeşistan üzerinde tam kontrol sağlanarak Zeyla’da yeni bir deniz üssü kuruldu. Os­manlı Devleti’ni Asya ve Avrupa’da uğ­raştırmakta olan meseleler, merkeze uzak kalan bu bölgelerde yeni teşebbüs­lere geçilmesine fırsat vermedi.

3- Sömürgecilik öncesinde Afrika.
 
Avrupalılar’ın daha çok ekonomik amaç­larla Afrika kıtasına ilgi göstermeleri­nin tarihi XV. yüzyılın başlarına kadar gider. Bu yüzyılda, Hindistan’dan Avru­pa’ya ulaşan İpek yolu ile diğer ülkeler­arası ticaret yollarının karada güçlü İslâm devletleri, denizde de Venedikliler tarafından kontrol altında tutulması, Avrupa’nın en kuvvetli deniz gücüne sa­hip olan Portekizli ler’i güneye doğru in­meye şevketti. Portekizliler önce, Sahra’dan gelen ticaret yollarının son bul­duğu Fas’ın işlek limanlan Sebte (Cevta), Tanca ve Agadir’i ele geçirip buralara hâkim oldular. Altın, baharat ve köle peşinde koşan Portekizliler, Afrika’nın Atlantik sahillerinden güneye doğru in­meye devam ederek Yeşil Burun ve Be­yaz Burun adalarına ulaştılar. Önce Al­tın Kıyısı’na. buradan da Angola’ya ulaş­malarından (1484) sonra Bartolomeu Dias, Ümit Bumu’ndan dolaşarak Do­ğu Afrika kıyılarına vardı (1488). Baha­rat yolunun başlangıcını bulmak ve yeni topraklardan değerli madenleri ülkele­rine taşımak amacında olan Portekizli denizciler, Doğu Afrika’da Zambezi neh­ri ağzında. Batı Afrika’da da Angola kıyılarında, Gine körfezi, Sierra Leone ve Senegal sahillerinde üsler ve antrepo­lar kurdular. Afrika kıyılarına ilk ula­şan Portekizliler’i İspanyollar takip et­tiler ve Batı Afrika kıyılarında bulunan Sao Tome, Femando Po gibi bazı adala­rı ele geçirip deniz ticaretinde birer üs ve depo olarak kullanmaya başladılar. XVII. yüzyılda İspanya’nın egemenliğine giren Portekizliler’in Afrika’dakİ üstün­lükleri giderek zayıfladı.

Ekonomik, stratejik ve ticarî amaçlar­la Afrika kıyılarına yerleşen ve buralar­da üsler, çiftlikler ve koloniler kuran Portekizliler’le İngiliz, Fransız ve Hollan­dalılar arasında XVII. yüzyılın başından itibaren rekabet başladı. Batı Afrika’­dan Lizbon’a her yıl ortalama 700 kg. altın ve 10.000 kadar köle getirilmesi, diğer Avrupa ülkelerinin ticarî ve em­peryalist duygularını tahrik etti. Avru­pa’nın büyük ülkeleri Hindistan ticareti amacıyla özel şirketler kurup Afrika’nın sömürgeleştirilmesi hareketine katıldı­lar. 1600 yılında İngiliz Doğu Hindistan Şirketi (East India Company), bundan iki yıl sonra da Hollanda Doğu Hindistan Şirketi (Algameene Ostindische Compa-nie) kuruldu. Yine aynı yıllarda kurulan Fransızlar’ın Cin Şirketi (Compagnie de Chine) ve diğer şirketler milletlerarası ticaret alanında birbirleriyle yoğun bir rekabete giriştiler. Bilhassa Portekizliler’le rekabet eden Hollandalılar, kısa zamanda Portekizliler’in Batı Afrika kı­yılarındaki değerli maden ve köle tica­retini ele geçirerek Ümit Burnu’na yer­leştiler ve burada Cape Colony’yi kurdu­lar (1652). Cape Colony, Avrupa-Hindistan deniz yolu üzerinde önemli bir ik­mal merkezi ve antrepo olarak hizmet verdi.

Avrupalılar’ın Afrika kıyılarına yerleş­meleri zorla ya da çeşitli antlaşmalarla oldu. Batı, Güney ve Doğu Afrika kıyıla­rında Avrupalılar’ın yerleşmelerine karşı koyan yerliler, şiddetle ve kanlı biçimde etkisiz hale getirildiler.

İlk dönemlerdeki canlılığını giderek kaybeden altın ticaretinin yerini XVII-XVIII. yüzyıllarda fildişi, baharat, palmi­ye yağı ve özellikle köle ticareti aldı. Sömürgeciler kıyılarda kurduklan tarım işletmelerinde köleleştirdikleri yerlileri çalıştırdıktan gibi, Amerika kıtasındaki geniş çiftliklerden ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerinden gelen köle taleplerine de cevap verdiler. Batı ve Güneybatı Afrika kıyılannda. özellikle “Köle kıyısı” adıyla da anılmaya başlayan Nijer nehri ağzı, Luanda ve Altın Kıyısı gibi sahil bölgele­rinde köle pazarları kurularak Uida, Porto Novo ve Badagri gibi önem kaza­nan limanlardan Amerika ve Avrupa’ya köle yüklü gemiler gönderilmeye baş­landı. Portekizliler’in elinde bulunan An­gola kıyılarında da önemli köle pazar­ları kurulmuştu. Zaire (Kongo) nehri deltası, Luanda, Benguela önemli köle pazarlarıydı. Ayrıca Güney ve Doğu Afri­ka’da Zambezi nehir deltası, Mozambik kıyılarında Kilve (Kilvva) ve Okyanus’taki adalarda köle pazarları vardı. XV1I-XV1II. yüzyıllarda kurulan Hollanda, İngiliz, Fransız, Danimarka ve İsveç şirketleri­nin en önemli faaliyeti köle ticareti ol­muş ve XIX. yüzyılın ortalanna kadar devam eden bu ticaret, Afrika’nın de­mografik ve sosyal yapısını altüst eder­ken sömürgeci Batılıların bu yolla zen­ginleşmelerine de imkân sağlamıştır. Afrika’dan götürülen köle sayısı kesin olarak tesbit edilememekle beraber bu sayının taşıma ve avlanma sırasında ölenlerle birlikte otuz milyona yakın ol­duğu tahmin edilmektedir.

4- Kıtanın Paylaşılması ve Sömürgeleşti­rilmesi.
 
Uzun yıllar köle, değerli maden, baharat ve palmiye yağı ticaretiyle uğ­raşan Avrupalılar. Afrika’nın iç kısımla­rına ilgi duymamış, sadece kıyı bölgele­rinde kurdukları üsierle depo ve çiftlik­lere hâkim olmuşlardır. Amerika Birle­şik Devletleri’nin sivil savaş (1861-1864) sonunda köleliği bütün ülkeden kaldırıp köleleri tamamen serbest bırakması ve Batı Avrupa’da köle ticaretine karşı ge­lişen kamuoyunun da tesiri ile, yarım asır kadar süren siyasî tartışmalardan sonra Fransa’da (1848), Portekiz’de (1858), Hollanda’da (1863), İngiltere’de (1867) ve diğer Avrupa devletlerinde köle ticaretini yasaklayan kanunlar çı­karılması, Batılılar’ın dikkatlerini gide­rek gerileyen köle ticaretinin ardından tamamen Afrika’nın iç bölgelerine çe­virdi. Kıtanın içlerine doğru düzenlenen ve dış görünüşleri dinî veya ilmî hüvi­yet taşıyan keşif seferlerini, toprakla­rın emperyalist genişleme amacıyla paylaşılması ve sömürge haline getirilme­si takip etti.

Avrupalılar’ın Afrika’nın iç bölgelerine ilgi duymaya başlamaları XVIII. yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. Önceleri, özel­likle önemli nehirlerin kaynaklarını keş­fetmek için çeşitli dernekler kuruldu. Bunlar çoğunlukla Hıristiyanlığı yaymak için. kilisenin ve sömürgecilik amacıy­la hükümetlerin destekledikleri coğraf­ya dernekleri idi ve iç bölgelere keşif seferleri düzenliyorlardı. İlk defa İskoçyalı Mugno Park, Nijer nehrinden ha­reket ederek Gambia nehrinin kayna­ğına ulaştı (1795). Gordon Laing, Sierra Leone ve Büyük Sahra’yı keşfetmeye çalışırken Hugh Clapperton ile Richard Francis Burton da Çad’da İncelemeler­de bulundular. Afrika’nın içlerine seya­hat edenler arasında en tanınmışı İskoçyalı David Livingston’dur. Protes­tanlığın ateşli bir taraftan olan Livingston Güney Afrika’ya giderek buradan içerilere doğru ilerleyip Zambezi nehri­nin kaynaklarına ulaştı. Bu seyahati sırasında Angola kıyısından Zambezi nehrinin deltasına kadar yürüyüp kıtayı batıdan doğuya doğru Zambezi nehri­ni kaynağından ağzına kadar inceledi (1841-1856). Alman yönetiminin deste­ğiyle Kuzey Afrika’dan Sahra’yı aşıp Batı Sudan’ı inceleyen ve Çad’a ulaşan Heinrich Barth’ın bölge hakkında verdi­ği bilgiler Avrupa’da büyük ilgi gördü (1849-1855). Bazı Almanlar Kenya, Nijer ve Ubangi’ye devlet yardımı ile araştır­ma seyahati yaptılar. Bu arada Fransa da Afrika’ya pek çok seyyah gönderdi. Bunlar arasında Tinbüktü’ye (Nijer) ka­dar giden Rene Caille. Senegal ve Gambia’da nehir kaynaklarına ulaşan Mollien. Yukarı Nil’e kadar giden Linard de Bellefonds, Madagaskar’a geçen Alfred Grandider ve Gabon ile Kongo’nun iç kısımlarında keşif gezilerinde bulunan Pierre Savorgnan de Brazza anılabilir. Afrika seyahatlerini destekleyen ülke­lerden biri de Belçika’dır. Livingston’un teşebbüslerini devam ettiren Henry Mor­ton Stanley. Belçika Kralı II. Leopold’dan destek gördü. Zengibar’dan hareket ederek Tanganika gölü bölgesini dola­şıp Kongo nehrinin suladığı alanlardan geçti ve nehrin denize döküldüğü delta­ya ulaştı (1874-1877). Stanley ayrıca Ba­ğımsız Kongo Devleti’nin (Congo Free State) kurulmasına da yardımcı oldu. Carlo Piaggia ve Giovanni Miani adlı iki İtalyan da Nil nehrinin kaynağına ulaş­maya çalışarak geçtikleri bölgelerdeki insanların hayatlarını incelediler.

Bu keşif gezileri ve Afrika’nın iç böl­geleriyle ilgili olarak elde edilen bilgiler Bati’da büyük ilgi gördü. Kilisenin des­teğiyle misyonerler, seyyahların arkasın­dan derhal Afrika’nın her tarafına dağıl­dılar. Güney ve Doğu Afrika Protestan, Orta ve Batı Afrika ise Cizvit ve Katolik misyonerlerin faaliyet alanı haline geldi.

XIX. yüzyıl Avrupa’nın hızla sanayileş­me faaliyetine girdiği ve bundan dolayı da ucuz ham madde kaynaklarına şid­detle ihtiyaç duyduğu bir devir olmuş, ayrıca sanayileşme ile birlikte artan üretim de kısa zamanda doyum nokta­sına ulaşan Avrupa pazarlarının yerine yeni pazarların bulunmasını mecburi hale getirmiştir. Ucuz ham madde te­mini ve yeni tüketim pazarları bulma ihtiyacı, Avrupa ülkelerini Afrika’yı. Gü­ney Asya’yı. Orta ve Güney Amerika’yı ve uygun buldukları diğer yerleri sö­mürgeleştirmeye itmiş ve bunun sonu­cunda Afrika hızla ele geçirilerek payla­şılmıştır. XIX. yüzyıl ortalarına kadar kı­tanın kıyılan boyunca sağlam ticaret merkezleri ve çiftlikler kurmakla yeti­nen İspanyollar, Fransızlar, İngilizler ve Portekizliler yerleşmiş oldukları kıyıla­rın arka bölgelerinin de (hinterland) ken­di egemenliklerinde olduğunu iddia ede­rek içerilere doğru ilerlemeye başladılar. Daha çok ekonomik ve dinî amaçlarla başlayan ve bir devletin diğer devlet ve­ya toplum üzerinde maddî, manevî bir kontrol ve nüfuz kurması veya üstünlük sağlaması olarak ortaya çıkan sömür­gecilik, çok kısa bir zaman içerisinde hemen hemen bütün Afrika’yı Avrupa’­nın hâkimiyetine soktu. 1875’lerde kıta­nın sadece onda biri sömürge halinde iken 1895’lerde bu oran onda dokuza yükseldi. XX. yüzyılın başında ise kıtada sadece Fas. Etiyopya ve Liberya bağım­sızlıklarını  koruyabilmişlerdi. Kısa zamanda bütün Afrika’nın sömürge haline gelmesinde “Fiilî işgal” prensibi ile “Hinterland” teorisi önemli rol oynamıştır.

Avrupa devletlerinin kıyılardan içeri­lere doğru ilerlemeye başlamaları ile hızlanan sömürgeleştirme hareketi sı­rasında, sömürgeci güçler arasında çe­şitli anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Bunun üzerine sömürgeci Avrupa devletleri, aralarında çıkan anlaşmazlıkları görüş­mek üzere 1884-1885’te Berlin’de top­landılar. Toplantı sonunda imzalanan Berlin Senedi ile daha önce sürtüşmelere sebep olan sömürgecilikte “Fiilî iş­gal” prensibi ve “hinterland” teorisi hep­si tarafından benimsendi. Bu prensibe göre, kıyıda yerleşim alanı bulunan bir ülkenin bu yerin arka bölgelerine de sahip olmaya hakkı vardı ve bunun için toprakları fiilen işgal etmesi gerekiyor­du. Bu gerekçeyle Avrupalılar Afrika’yı fiilen işgale ve daha çok yeri sömürge­leştirmeye yöneldiler. Kıtanın hızla sömürgeleştirilmesi sırasında çıkan an­laşmazlıklar çeşitli ikili antlaşmalarla halledilmeye çalışıldı. Sudan üzerindeki Fransız ve İngiliz çatışması 4 Ağustos 1890 tarihli Fransız-İngiliz antlaşması ile, Doğu Afrika’daki İngiliz ve Almanlar arasındaki anlaşmazlık da 15 Haziran 1890 tarihli İngiliz-Alman antlaşması ile çözüme kavuşturuldu. Orta Afrika’­nın İngilizler’Ie Fransızlar arasında pay­laşılması, 21 Mart 1899 tarihli Fransız-İngiliz antlaşması ile gerçekleştirilmiş ve her iki ülkenin egemenlik alanları kesin sınırlarla belirlenmiştir.

Fransa’nın Sömürge Faaliyetleri.
 
Afri­ka’da en erken sömürgecilik faaliyetine başlayan ülke Fransa’dır. 1830’da Cezayir’i işgal eden Fransa 1845’lerden iti­baren Senegal. Gine ve Batı Afrika kıyı­larından içerilere doğru ilerlemeye baş­ladı ve ilerlemesini batı-doğu İstikame­tinde Büyük Sahra’nın kuzey ve güne­yinde sürdürdü. 1881 “de Tunus’u işgal ettikten sonra bugünkü Mali, Çad, Nijer ve Orta Afrika Cumhuriyeti topraklarını ele geçirip Batı Sudan’ı tamamen dene­timine alan Fransa, daha sonra Gabon ve Kongo bölgelerinde keşifler yapan İtalyan asıllı Savorgnan de Brazza’nın çeşitli kabile şefleriyle yaptığı anlaşma­lara, bu seyahate malî destek sağlamış olduğu gerekçesiyle sahip çıktı ve Ga­bon’dan doğuya doğru ilerlemeye baş­ladı. Jean-Baptiste Marchand yöneti­mindeki Fransız ordusu Batı Sudan’da Faşoda’ya ulaştığında burada bulunan İngilizler’le çatışma durumuna geldi; ancak anlaşmazlık Madagaskar’ın Fran­sa’ya bırakılması. Fransa’nın da Batı Sudan’dan vazgeçmesi suretiyle halle­dildi (1898) Kongo nehrinin ağzı konu­sunda Fransa ile Belçika arasında baş gösteren anlaşmazlık, Berlin Konferansı’nda nehrin sağ tarafı Fransa’ya bıra­kılarak halledilirken Dahomey (bugün­kü Benin) ve Fildişi Sahili de Fransa’nın sömürgeleri arasına katıldı. I. Dünya Sa­vaşı öncesinde Fas’ı işgal eden (1912) ve savaş sonrasında da Almanya’nın sö­mürgelerinden Kamerun’u ele geçiren Fransa, böylece kıtanın üçte birini teşkil eden Kuzey ve Batı Afrika topraklarının hemen hemen tamamını denetimi altı­na almış oldu. Güney bölgelerinde sö­mürgesi bulunmayan Fransa, Doğu Af­rika’da da Süveyş Kanalı’nın açılmasın­dan (1869) sonra stratejik önemi artan Afrika boynuzundaki İtalya ve İngiltere ile bölüştüğü Somali kıyılarından bu­günkü Cibuti topraklarına (Fransız Somalisi) sahipti.

Afrika’da doğrudan yönetim ve asi­milasyona dayalı bir idare kuran Fran­sa, sömürgelerini iki ayrı federasyon halinde teşkilâtlandırdı. Senegal, Mori­tanya, Yukarı Senegal-Nijer, Yukarı Vol­ta (Burkina Faso), Fildişi Sahili. Nijer. Gi­ne ile Dahomey’i bünyesinde toplayan ve başşehri Dakar olan Fransız Batı Afrikası 1896’da kuruldu. Fransız Ekvato­ral Afrikası da 1910’da Gabon, Fransız Kongosu (Brazzaville), Ubangi-Şari (Orta Afrika Cumhuriyeti) ve Çad sömürgeleri­ni bir araya topladı. Fransa sömürgele­rini Paris’ten yönetmeye çalıştığından idarî teşkilâtta mahallî kadrolara yer vermedi. Buralardaki insanları Fransız vatandaşlığına almakla beraber onların medenî ve siyasî haklannı kullanmaları­na ortam hazırlamadı. Sadece anavata­na aktarılacak ekonomik çıkarlarla ilgi­lenen Fransa, siyaset ve eğitim alanın­da uyguladığı asimilasyon ilkesi sebe­biyle millî değerleri unutturup yerine kendi kültür ve değer hükümlerini yer­leştirmeye çalıştı. Fakat buna rağmen 1939’da Fransız Batı Afrikası’ndaki on beş milyon nüfus içerisinde sadece 2136 kişi Fransız vatandaşlığını kabul etmiş bulunuyordu. Fransa, sömürgele­re Fransızlar’ın yerleştirilmesinde ve bunların yönetimde görev almalarında hassas davranırken yerli aydınların, ka­bile şeflerinin ve diğer ileri gelenlerin toplum üzerindeki etkilerini de silmeye çalıştı.

İngiltere’nin Sömürge Faaliyetleri.
 
Afri­ka’nın sömürgeleştiri I meşinde en bü­yük paya sahip olan İngiltere, XIX. yüz­yılın başlarında Hollanda’nın elindeki Cape Colony’yi alıp (1815) buradan ku­zeye doğru ilerlemeye başladı. Daha sonra da Süveyş Kanalı’nın açılması ile stratejik ve ekonomik önemi iyice artan Mısır’ı işgal ederek Fransa’nın buradaki nüfuzuna son verdi (1882). Böylece Afri­ka’nın güney ve kuzey noktalarını ele geçirip buralardan iç bölgelere doğru ilerleme imkânını elde etti. Nil nehrin­den güneye inmeğe devam ederek Su-danlılar’ın şiddetli savunması karşısın­da iki kere başarısızlığa uğradıktan sonra Sudan’ı da işgale muvaffak oldu ve burası Mısır-İngiliz ortak yönetimi altına girdi (1896). Afrika’da güney-kuzey doğrultusunda genişlemeye çalışan İngiltere Cape Colony’ye yerleştikten sonra burada bulunan Hollandalı çiftçi­lerin kuzeye doğru çekilerek kurdukları Oranj ve Transvaal devletlerini sömürge­ye kattı (1877) Kap sömürgesini genişletmeye çalışan İngilizler Bechuanaland (bugünkü Zimbabve) (1885) ve Nyasaland’ı (bugünkü Malawi) (1889) ele geçir­dikten sonra Güney Afrika Federasyonu’nu kurmak istediler ve 1861 de dış politikada İngiltere’ye bağımlı olmak şartıyla bağımsızlık verdikleri Boerler’in Transvaal ve Oranj cumhuriyetlerini bir­kaç yıl devam eden savaş sonunda sömürge haline getirdiler (1902). Doğu Afrika’da bulunan Uganda 1892’de İngiliz yönetimine girerken Kenya da 1895’te İngiliz himayesini kabul etti. Daha sonra burası krallığa bağlı bir sö­mürge haline geldi (19201. I. Dünya Sa­vaşı sonunda Almanlar’dan da Tanganika’yı almak suretiyle Doğu Afrika’ya ta­mamen sahip olan İngiltere, Batı Af­rika’da da Gambia, Sierra Leone, Altın Kıyısı ve Nijerya’yı sömürgelerine kattı. XX. yüzyılın başlarında dünyanın en bü­yük sömürge imparatorluğunu kuran İngiltere, Fransa’nın aksine sömürgele­rinin yönetiminde dolaylı yönetim pren­sibine göre hareket ederek kabile şef­lerine ve yerli aydınlara söz hakkı tanı­yıp yerlilerden oluşan bir idare kadro­sunun ortaya çıkmasını teşvik etti. Bu durum ve ayrıca yerli kültürlerin orta­dan kalkması için Özel bir gayret gös­termemesi, İngiliz sömürgelerinin ba­ğımsızlığa geçişini daha kolay hale ge­tirmiştir.

Almanya’nın Sömürge Faaliyetleri.

Al­manya, Afrika’da sömürgecilik faaliyeti­ne geç başlamış ve erken çekilmek zo­runda kalmıştır. Esas itibarıyla sömür­geciliği bir lüks olarak gören Bismarck, biraz da kamuoyunun baskısı üzerine 1884’ten itibaren sömürgeciliğe yöneldi. Kamerun’da seyyah Dr. Nachtigal’in ile­ri gelen bazı kabile reisleriyle yaptığı himaye anlaşmaları burasının Alman sömürgesi haline gelmesinde etkili oldu (1884). Seyyah Nachtigal’in gayretleriyle Togo Alman nüfuzuna girerken (1884) Güneybatı Afrika da (bugünkü Namib­ya) 1884’te bölgeye müdahale eden Al­manya’nın sömürgesi haline geldi. Di­ğer taraftan XIX. yüzyılın sonlarına doğ­ru Cari Peters adlı bir gemici Zengibar’-da kabile şefleriyle yaptığı bazı anlaş­malarla 140.000 km2’lik bir bölgede hak sahibi olmuş ve bu hakkını devle­tine devretmesiyle de Almanya’nın Do­ğu Afrika’daki sömürgesi kurulmuştur (1885). Berlin Kongresi Almanya’nın Ka­merun, Togo ve Güneybatı Afrika üze­rindeki himayesini teyit etmiştir. İngil­tere’nin, Almanya’nın Doğu Afrika’daki nüfuzunun genişlemesinden endişe­lenmesi üzerine bu iki devlet 15 Hazi­ran 1890 tarihinde imzaladıkları bir ant­laşmayla Doğu Afrika’da kendi nüfuz alanlarını düzenlemişlerdir. Almanya’­nın I. Dünya Savaşı’nda yenilmesi üzeri­ne sömürgeleri Milletler Cemiyeti’nce İngiltere ile Fransa arasında paylaştırılmıştır.

Diğer Avrupa Ülkelerinin Sömürge Faa­liyetleri.
 
Afrika’da sömürgecilik faaliye­tine ilk başlayan ülkelerden olan Porte­kiz Güneybatı Afrika’da Angola, Doğu Afrika’da da Mozambik’e sahip olmuş­tur. Ayrıca Batı Afrika’da Yeşil Burun adaları, Sao Tome ve Gine Bissau da Portekiz’in sömürgeleriydi.

XVI. yüzyılda Kanarya adalarına yerle­şen İspanya, İspanyol Ginesi’ni, Fernando Po adasını ve Rio Muni’yi (bugün­kü Mbini) işgal ederek sömürge haline getirdi.

Afrika’daki sömürgeci devletlerden bir diğeri olan Belçika, Kral İl. Leopold tarafından 1882’de kendi şahsî hâkimi­yeti altında bağımsız bir devlet olarak kurulan ve Berlin Kongresi’nce de ba­ğımsızlığı kabul edilen (1885) Kongo’yu (bugünkü Zaire) 1908’de sömürgeleştir­di. Belçika yerli halka idarede söz hakkı tanımadığı gibi onlan eğitim alanında da geri bırakmaya gayret göstermiş, buna karşılık sağlık ve misyonerlik hiz­metlerine önem vermiştir. Geniş yetki­lere sahip olan şirketler özellikle yöne­timde etkili olmuşlardır.

Diğer Avrupa ülkelerine nisbetle Afri­ka’da sömürgecilik faaliyetlerine daha geç girişen İtalya, önce Kızıldeniz kıyı­sındaki Eritre’ye yerleşti (1889); ardın­dan Somali’nin güneydoğu kıyılarını ele geçirdi (1893). Daha sonra da Etiyop­ya’ya saldırdı, fakat Adva’da (Adoua) yenilgiye uğradı (1896). Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan Savaşı’yla uğraş­masından istifade ederek Trabiusgarp ve Bingazi’yi işgal etti (1912); 1896’da ele geçiremediği Etiyopya’yı da II. Dün­ya Savaşı öncesinde milletlerarası şart­ların uygun olduğu bir sırada hâkimiye­ti altına aldı (1935).

 

5- Sömürge Yönetimleri.
 
Afrika’da Sömürge yönetimlerinin kuruluşu kolay olmamıştır. Afrika’yı, aralarında imzala­dıkları çeşitli antlaşma ve kongrelerle paylaşan Avrupa devletleri, kendi nüfuz alanlarındaki sömürgelerde birbirinden farklı yönetim politikaları takip etmiş­lerdir. Sömürgecilik hareketlerinin ana sebebi ekonomik ve milletlerarası politika alanında prestij kazanmak oldu­ğundan, sömürgeci ülkeler öncelikle Af­rika’da faaliyet gösteren şirketlere des­tek sağlayarak buradaki ekonomik im­kânların anavatana aktarılmasına çalış­tılar. Sömürgenin ekonomik yapısı, ham madde ihracı ve mamul madde ithali şeklinde bir temele oturtularak tama­men sömürgeci ülkenin ekonomik ihtiyaç ve çıkarlarına uygun biçimde ku­rulup geliştirildi. 1. Dünya Savaşı’ndan önce Afrika’nın bazı yerlerine sömürge­ci sermayesinin yatırım yapması. Afrikalılar’ın ihtiyaçlarına değil Avrupa ül­kelerinin çıkarlarına yönelik olmuştur.

Sömürge yönetimlerinin bir başka özelliği, sömürgelerin en güzel ve en önemli yerlerine Avrupalılar’ın yerleştirilmesi ve her türlü stratejik mevkilerin onlara verilmesidir. Cezayir’e yerleşti­rilen 400 bin kadar Fransız, bu ülke­nin bağımsızlığa kavuşmasında büyük problem teşkil etmiştir. İtalya, Libya’nın sulanabilir arazilerine İtalyanlar’ı yer­leştirmiştir. Batı, Orta ve Güneybatı Af­rika’daki Avrupalı beyazlar ise Güney Af­rika’ya nisbetle daha az problem olmuş, Güney Afrika ve Rodezya’da ırk ayırımı resmî politika haline getirilmiştir.

Fransa, Portekiz ve Belçika sömürge­lerini merkezden yönetmeye ve onlan merkezin bir vilâyeti şekline getirmeye çalışırken, İngiltere yerinden yönetim il­kesine uyarak dolaylı yönetim politikası takip etmiştir. Doğrudan yönetim biçi­mini uygulayan Fransa, takip ettiği asi­milasyon politikasıyla, kültürel bakım­dan kendi toplum ve gelenekleriyle ça­tışan nesillerin yetişmesine sebep ol­muştur. Yerlilerin yönetimde söz sahibi edildiği sömürge yönetimlerinde de sa­dece Avrupalılar’a yardımcı olacak kad­roların yetişmesine çalışılmıştır.

İktidarın Batılı güçlerin elinde olması sömürge topraklarında sosyal yapıyı ve siyasî bünyeyi bozmuştur. Kabile şef­lerinin etkisiz hale gelmesiyle toplum bölünmüş ve birleştirici, bütünleştirici geleneksel unsurlar kalmamıştır. Ayrıca Batı ülkelerine ait şirketlerin şehir mer­kezlerinde kurdukları tesislerde, kırsal kesimdeki yerlilerin gelip işçi olmaları şehirleşme eğilimini ve bununla ilgili olarak da konut ve gecekondu proble­mini ortaya çıkarmıştır. Batı ideolojileri, değer yargılan ve kültür kalıpları, orta­dan kalkan geleneklerin ve eski kültü­rün yerini almıştır. Genellikle misyoner­lerin yönettikleri okullarda Batılı İdeal­lerle yetişen bir seçkin zümrenin mey­dana çıkması, yerli halkın lehine olmak­tan çok sömürgeci ülkenin lehine hare­ket eden bir aydınlar zümresini oluş­turmuştur.

6- Afrika’nın Bağımsızlığı.

Batili devlet­lerin Afrika’da kurdukları sömürge yö­netimlerine karşı yerliler çeşitli tarihler­de ayaklanmışlar ve Afrika kanlı çatış­malara ve kıyımlara sahne olmuştur. Özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonra sömürge imparatorluklarında bazı kı­pırdanmalar başladı. Kuzey Afrika’da Abdülkerim el-Hattâbînin Rif Cumhuriyeti’ni kurarak (1921-1926) Fransız ve İspanyol egemenliğine karşı başlattığı bağımsızlık hareketi güçlükle bastınlabildi. Senûsîler’in Libya’da İtalyan em­peryalizmine karşı yürüttükleri direniş bütün İslâm dünyasında büyük yankı uyandırdı. Mısır’daki milliyetçi gelişme ise İngilizler’i ülkeye sözde bağımsızlık vermeye mecbur etti (1922) ve Mısır 1936 tarihli İngiliz-Mısır antlaşmasıyla daha geniş yetki ve imkânlara kavuştu. Tunus, Çad, Yukarı Volta (Burkma Faso) ve Kamerun’da Fransızlara karşı ayak­lanmalar yoğunlaşırken Angola’da da Portekiz yönetimine karşı bağımsızlık hareketi başlatıldı (1913). Alman Gü­neybatı Afrikası’nda Herero ve Hotanto (1904), Alman Doğu Afrikası’nda Maji Maji (1905-1907). Netal’de Zulu (1906), Somali’de Seyyid Muhammed (Deli Mol­la) (1890-1898) ve Sudan’da Mehdî(1881-1895) ayaklanmaları anılması gereken önemli hareketlerdir.

Afrika’da asıl bağımsızlık dönemi II. Dünya Savaşı’ndan sonra başladı. Savaş yıllarında ve savaştan önce bağımsızlık düşüncesi yeterince gelişmemişti. Çeşit­li yerlerde ortaya çıkan isyanların kanlı biçimde bastırılması da yerli ileri gelen­ler arasında bağımsızlık lehindeki dü­şüncelerin gelişmesini engelledi. Nite­kim II. Dünya Savaşı yıllarında Afrika’nın Avrupa ile bütünleşmesini ifade eden Eurafrica düşüncesi Lumumba. Senghor, Houphouet-Boigny gibi gele­ceğin önemli liderleri tarafından da sa­vunuldu ve bağımsızlığa karşı çıkıldı. Savaştan sonra ise Birleşmiş Millet­lerin, milletlerarası siyasî şartların ve cepheden dönen askerlerin etkisiyle, bağımsızlık düşüncesi Afrika’da da kök saldı ve özellikle Güney Asya’daki sö­mürgelerin savaştan hemen sonra ba­ğımsızlıklarını kazanması Afrikalılar için örnek teşkil etti. Milletlerarası kamu­oyunun sömürgeciliğe karşı gelişmesi. Birleşmiş Milletlerin sömürge toplum­larını bağımsızlığa kavuşturmak ama­cıyla Vesayet Konseyi’nin denetimine vermesi Afrika’nın uyanışını hızlandır­dı. 18-24 Nisan 1955 tarihleri arasın­da Üçüncü Dünya ülkelerine dahil yirmi dokuz Asya ve Afrika ülkesinin tertip ettikleri Bandung Konferansı’nda sö­mürgelerin bağımsızlık istekleri açıkça ilân edildi. II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, Özellikle Batı Afrika’da kongreler dönemi başladı. Amerika Birleşik Dev­letleri ve Avrupa’da okuyup ülkelerine dönen aydınların liderliğinde gelişen kongreler muhtariyet, şelf determinas­yon, anayasa gibi taleplerin dile getiril­mesinde etkili oldular. Bunun üzerine sömürgelere, sömürgeci ülkenin siyasî yapısında yer alan haklara benzer bir­takım haklar tanındı. Siyasî partilerin kuruluşuna izin verilmesi üzerine, 1958’lerde kongreler dönemi yerini partiler dönemine bıraktı. Özellikle partileşme hareketi, anayasalara ve genel oy hak­kına kavuşan Batı Afrika’da görüldü.

II. Dünya Savaşı öncesinde Etiyopya’­yı işgal eden İtalya savaşta sömürge­lerini koruyamadı ve İtalyan Doğu Afrikası İngiltere’nin eline geçti. Savaştan sonra ise İtalya’nın egemenliğinde bu­lunan topraklar Birleşmiş M illetler’in so­rumluluğuna verildi. Daha sonra Somali (1950) ve Libya (1951) bağımsız devlet olurken Eritre Etiyopya’ya katıldı (1952).

İngiltere 1922 ve 1936″da Mısır’a ba­ğımsızlık yolunda önemli yetkiler ver­mekle birlikte Süveyş Kanalı’nın strate­jik önemi dolayısıyla buradaki egemen­liğini 1956 Süveyş krizine kadar sürdür­meye devam etti. Bu olayda Fransa ve İngiltere’nin başarısızlığa uğraması, sö­mürgelerde bu ülkelere karşı yürütü­len bağımsızlık hareketlerinin güçlen­mesine yardım etti ve özellikle Mısır-İngiltere ortak egemenliği altındaki Su­dan’ın bağımsızlığını kazanmasını (1956) hızlandırdı. Birleşmiş Milletler’in İtalyan sömürgelerine bağımsızlık vermesi, Sü­veyş krizinde İngiltere ile Fransa’nın ba­şarısızlığa uğramasından sonra Mısır ve Sudan’ın bağımsızlığa kavuşmaları ve milletlerarası alanda sömürgecilik aley­hine kamuoyunun gelişmesi gibi fak­törlerin hızlandırdığı Afrika’daki bağım­sızlık hareketleri, Altın Kıyısı’nın Gana adıyla bağımsızlığını ilân etmesi (1957) üzerine birden yoğunluk kazandı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra anayasa reji­mine kavuşan Altın Kıyısının başkanı Kvvame Nkrumah aynı zamanda Gana’­nın kurucusuydu ve başarıyla sonuçla­nan mücadelesi, onu Afrika ülkelerinde örnek alınan bir lider durumuna getir­di. Bu bölgedeki İngiliz sömürgelerin­den Nijerya 1960’ta, Sierra Leone 1961′-de, Gambia da 1965’te bağımsızlıklarını kazandılar. Batı ve Orta Afrika’da sö­mürgelerin bağımsızlıklarını kazanma­larından sonra kıtanın güney ve doğu bölgelerindeki İngiliz sömürgelerinde takip edilen politika değişime uğramak zorunda kaldı. Orta Afrika’da beyazların hâkimiyetini sürdürmek için kurulan Orta Afrika Federasyonu başarısızlığa uğradı. Uganda 1962’de. Kenya 1963’te ve Malavvi (Nyasaland) ite Zambiya (Ku­zey Rodezya) 1964’te bağımsızlıklarına kavuştular. 1965’te de Güney Rodezya bağımsızlığını kazandı, ancak yönetim 1980 yılına kadar beyaz azınlığın elinde kaldı; 1980de yönetim siyahlara geçti ve ülkenin adı Zimbabve olarak değişti­rildi. 1966’da ise Botswana adını alan Bechuanaland ve Lesotho bağımsızlıkla­rını elde ettiler.

Sömürgelerini iki ayrı federasyon ha­linde örgütlemiş olan Fransa, bağımsız­lık hareketlerinin gelişmesi üzerine fe­derasyon içinde nisbî özerklik vermeyi denedi. Bu amaçla düzenlenen 1944 Brazavil (Brazzaville) Konferansı Fransa Birliği’ni (Union Française) oluşturmaya yönelikti. Ancak bu yapı içerisinde sınır­lı özerklik verilmesi sömürgeleri bağım­sızlık ülküsünden vazgeçiremedi ve ilk önce bir antlaşma ile Fas ve Tunus ba­ğımsızlıklarını kazandılar (1956). 1958’de Gine, Fransa Cumhurbaşkanı Gene­ral De Gaulle’ün bazı alanlarda sömürge­lere özerklik vererek kurduğu Fransız Ülkeler Topluluğu’na (La Communaute) girmeyi reddederek bağımsızlığını ilân etti. Bu olayın arkasından Fransa, iki yıl içinde Fransız Batı Afrikası ile Fransız Ekvatoral Afrikasfndaki sömürgeleri olan Moritanya, Senegal. Yukarı Volta, Nijer, Kamerun, Çad, Gabon. Kongo, Or­ta Afrika Cumhuriyeti ve Madagaskar’a bağımsızlık vermek zorunda kaldı. Bu tarihte Fransa’nın elinde sömürge ola­rak yalnız Cezayir ile Fransız Somalisi kalmıştı ve bunlardan Cezayir 1954ten beri devam ettirdiği silâhlı kurtuluş mücadelesini kazanarak 1962’de, Fran­sız Somalisi 1977 yılında Cibuti adıyla bağımsızlıklarını kazandılar.

Belçika 1960’ta Kongo’ya (Zaire), 1962’de de Burundi ile Ruanda’ya ba­ğımsızlık vermek zorunda kaldı. Sömürgelerine en son bağımsızlık veren ülke Afrika’nın en eski sömürgeci devleti olan Portekiz’di. Angola ve Mozambik, Portekiz yönetimine karşı sürdürdük­leri silâhlı mücadele ile 1975’te bağım­sızlık kazanırken onların yanı sıra Sao Tome, Principe ve Gine Bissau da aynı tarihte bağımsızlıklarına kavuştular. İs­panya’nın sömürgesi Rio Muni ile Fernando Po ise 1968’de Ekvator Gİnesi adıyla bağımsız bir devlet oldu.

7- Bağımsızlık Sonrasında Afrika.

Yaklaşık bir asır kadar süren sömürge yö­netiminin 1956’dan itibaren yirmi yirmi beş yıl içerisinde son bulmasıyla siyasî bakımdan bağımsızlığa kavuşan Afrika kıtası bu defa da sömürgeciliğin sebep olduğu birçok problemle karşı karşıya geldi. Sömürgecilik Afrika’nın eski eko­nomik, sosyal, siyasî, kültürel ve dinî yapısını bozarak yeni problemlerin or­taya çıkmasına sebep olmuştur. Siyasî bağımsızlığın ekonomik bağımsızlıkla tamamlanamaması, “Yeni sömürgecilik” adıyla tanımlanan bir bağımlılık biçimi­ni ortaya çıkardı. Afrika’nın sömürge yönetimi dönemindeki ekonomisi sö­mürgeci devletlerin ekonomilerini ta­mamlayacak ve onların parçası olacak şekilde kurulduğundan, hürriyetin ka­zanılmasından sonra da Afrika’nın genç devletlerinin eski sömürgeci ülkelere bağımlılıkları devam etti ve onlannkiyle bütünleşen ekonomik yapılarının bağla­rını kopara bilmeleri mümkün olmadı. Ayrıca, sömürge ülkelerinin Afrika’dan çekilirken eski sömürgeleriyle ekono­mik ve siyasî münasebetlerini sürdüre­bilmek için yaptıkları bazı antlaşmalar da genç devletlerin bağımlılığını sürdü­ren bir diğer önemli sebebi oluştur­muştur. Eski sömürgeci devletler bu antlaşmalarla çeşitli imtiyazlar elde et­mişler, verdikleri kredi ve dış yardım­larla da genç devletlerin ekonomilerini yine istedikleri gibi yönlendirmişlerdir. Ekonomik bakımdan geri kalmışlık ve fakirlik kalkınma gayretlerini zorlaştır­dığından devamlı olarak dışarıdan yar­dım alma yoluna gidilmiş, özellikle Ame­rika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği, Cin, çeşitli Avrupa ülkeleri ve milletlera­rası kuruluşlardan büyük miktarlarda yardımlar alınmıştır. Halen Afrika ülke­lerine Avrupa Topluluğu ile Afrika. Ka-rayip ve Pasifik ülkeleri grubu arasın­da imzalanan Lome Konvansiyonu çer­çevesinde çeşitli dış kredi ve yardım­lar sağlanmakta, Afrika ülkelerine ta­rım ürünlerini ve ham maddelerini Av­rupa pazarlarına ihraç etme imkânı ve­rilmektedir.

Bugün Afrika’da görülen istikrarsız­lık, iç çatışma ve bazı bölgelerdeki ka­rışıklıkların başlıca sebebini, sömürge yönetimlerinin geride bıraktıkları sunî sınırlar ve azınlıklar gibi siyasî mesele­ler teşkil etmektedir. Berlin Konferansı (1884-1885) ve Brüksel Kongresi (1890) ite sömürgeciliğin fiilî işgal esasına bağ­lanması sömürgeler arasında ortaya su­nî sınırlar çıkarmıştır. Sınırların belirlen­mesinde ülkelerin sosyal ve kültürel özellikleriyle coğrafî yapıları dikkate alınmadığından, aynı kabile insanlarının iki ayrı devletin sınırları içerisinde kal­maları ve birbirine düşman kabilelerin de bir devletin çatısı altında toplanma­ları söz konusu olmuştur. Bunun sonu­cunda sömürgeci siyasî otoritenin kalk­ması ile ülke içinde etnik çatışmalar or­taya çıkarken komşu devletler arasında da sınır anlaşmazlıklarından doğan çatışmalar başlamıştır. Bu yüzden Afri­ka Birliği Teşkilâtı sınır çalışmalarıyla ilgilenmek zorunda kalmış ve bazı ça­tışmaların durdurulmasında başarı sağ­larken bazısında başarılı olamamıştır.

Sömürge yönetiminden kalan ve ba­ğımsız devletleri ciddi şekilde uğraştıran önemli bir mesele de “Beyaz yönetim” meselesidir. Cezayir’de sömürge yöne­timi döneminde buraya gelip yerleşen Fransızlar bağımsızlıktan sonra uzun yıllar ciddi problem olmuştur. 1965’te bağımsızlık kazanan ve beyaz azınlık yönetimi kuran Güney Rodezya’da si­yahların yönetimi ele geçirmeleri uzun silâhlı mücadele sonunda mümkün ola­bilmiştir (1980). Güney Afrika Cumhuri-yeti’nde ve onun İşgali altındaki Namibia’da ise beyaz azınlık yönetimi hâlâ Afrika’nın en önemli siyasî problemini oluşturmaya devam etmektedir.

Bağımsızlık sonrasında Afrika’nın genç devletleri karşı karşıya bulundukları ekonomik ve sosyal problemleri çözmek ve millî birliği kurmak için etnik ve si­yasî bölünmelere ortam hazırlamayan birleştirici ve merkeziyetçi üniter dev­let modelini benimseyerek ülkelerine tek parti sistemini ve yukarıdan aşağı­ya doğru inen toplumu düzenleme an­layışını yerleştirmeye çalıştılar. Özellik­le Batı Afrika’da bağımsızlık öncesin­de kurulan çok partili sistem yerini tek partili sisteme bıraktı. Afrika ülkeleri ekonomik alanda kalkınmak için de sa­nayileşme yolunu seçtiler ve vasıta ola­rak sosyalizmi tercih ettiler. Ancak ülkelerinde sanayileşmeyi gerçekleştirebi­lecek derecede güçlü bir yerli özel sek­tör mevcut olmadığı ve kapitalist sis­tem ortamında gelecek yabancı serma­yenin, ülkeyi yine Batılıların kontrolüne sokacağı gerçeği karşısında benimse­dikleri Afrika sosyalizminin Marksizm’le pek ilgisi yoktur. Sadece, devletin ülke problemlerine aktif şekilde karışması­nı hedef alan bu yol, amaç olarak değil ekonomik kalkınmada bir araç olarak seçilmiş ve bu sistemin bağımsızlığın kazanılmasında en önemli rolü oynayan Afrika milliyetçiliği ile birleştirilme­si ekonomik ve sosyal gelişme alanında yeni bir yol oluşturmuştur.

Afrika ülkeleri milletlerarası politika alanında kendilerini yıllarca hortamış ül­kelere varlıklarını ve onlarla eşit hakla­ra sahip olduklarını kabul ettirebilmek için büyük gayret gösterdiler. Bu amaç­la milletlerarası politikaya ve kuruluşla­ra aktif şekilde katıldılar. Birleşmiş Milletler’de ve diğer milletlerarası teşkilât­larda oluşturdukları gruplarla kendile­rinden söz ettirdikleri gibi milletlerara­sı dayanışma ve iş birliğine de katkıda bulundular. Bu teşkilâtlarda eski idarecileriyle yan yana oturmaları ve onlarla eşit seviyede oy kullanmaları kendileri­ne güvenlerini arttırdı. Birleşmiş Mİlletler’in Afrika meseleleriyle ilgili birçok karar almasını sağladıkları gibi mevcut milletlerarası hukuka karşı çıkarak ye­niden düzenlenmesini de istediler, özel­likle milletlerarası alanda takip ettikle­ri “Bloksuzluk politikası” ile kendilerini kabul ettirme imkânı buldular.

Bağımsızlıktan sonra Afrika’da çeşit­li alanlarda birleşme problemleri gün­deme geldi. Kwame Nkrumah, Akra’da toplanan bütün Afrika Halkları Korrferansı’nda (1958) “Organik birleşme” te­zini savunurken Senghor, Azikivve ve Selâsiye gibi liderler bu teze karşı çıkıp “Fonksiyonel birleşme” tezini işlediler. Bu liderler bağımsızlığın hemen arka­sından siyasî birleşmeye gidilemeyece­ğini ve ancak mahallî kuruluşlar yoluyla ticarî ve iktisadî bir iş birliğinin gelişti­rilebileceğini, bu birliğin de kademeli şekilde kurulabileceğini savunuyorlardı. Fakat fonksiyonel birlik iyi yürütüleme-di ve 1960’lara kadar Afrikalılar arasın­da görülen iş birliğine yönelik faaliyet­ler, bu tarihten itibaren devletler ara­sında bloklaşmalara dönüştü. Bu arada bağımsızlıklarına yeni kavuşan ve “Braz­zaville devletler grubu” olarak bilinen on bir Fransız sömürgesi Kamerun, Brazavil Kongosu, Fildişi Sahili, Dahomey. Gabon, Yukarı Volta. Madagaskar, Nijer, Orta Afrika Cumhuriyeti, Senegal ve Çad siyasî birlik düşüncesine karşı çıkarken Fas. Gana. Gine, Mali, Birleşik Arap Cum­huriyeti [Mısır-Suriye 1958-1961], Libya ve Cezayir geçici hükümeti Kazablanka’da yaptıklan toplantıda (Ocak 1961) siyasî birlik fikrini savundular. “Kazablânka grubu” olarak anılan bu devletle­rin fikrine karşılık da “Monrovia grubu” adıyla yeni bir gruplaşma ortaya çıktı. Brazavil grubuna ilâve olarak Liberya, Nijerya, Somali. Sierra Leone, Togo, Eti­yopya ve Libya’dan oluşan bu yeni grup, Liberya’nın başşehri Monrovia’da yap­tıkları toplantıda [Mayıs 1961] siyasî bir­leşmeye karşı çıkıp Afrika dayanışması­nı savundular. Bölgelerde görülen blok­laşmalar diğer bazı grupların da orta­ya çıkmasına sebep oldu. Afrika Birliği Teşkilâtı’nın kurulmasıyla (1963) bu gi­bi grupların çoğu dağıldıysa da bazıları hâlâ faaliyetlerini sürdürmektedir.

Bibliyografya

1- J. C. Anane-G. Brown, Africa in the Nine-teenth and Twentieth Centuries, İbadan 1966.
2- A. Bourde. L’Afriçue Orientale, Paris 1968.
3- J. D. Fage. A History of West Africa, Cambridge 1969.
4- Abdurrahman Çaycı. Büyük Sahra’da Türk-Fransız Rekabe­ti (1858-1911), Erzurum 1970.
5- R. Lurafhi. Sömürgecilik Tarihi (trc. Halim İnal), İstanbul 1975.
6- Charles-Andra Julien, Histoire de l’Afriçue Blanche, Paris 1976.
7- Fernand Bezy, “Du Colonialisme au neo-Colonialisme”, Le Nouueau dossierAf-rique, Marabout 1977.
8- C. Mc-Evedy. The Penguin Atlas of African History, London 1980.
9- Baskın Oran, Az Gelişmiş Ülke Milliyetçiliği: Kara Afrika Modeli, Ankara 1980.
10- E. A. Boateng, A Polotica! Geography of Africa, Cambridge 1980.
11- G. Barraclough, Times Dünya Tarihi Atlası (trc. Zeki Özer), İstanbul 1980.
12- D. Fagel. Verity. An Atlas of African History, London 1982.
13- The Cambridge Encyclopedia of Africa (nşr. Roland Oliver), Cambridge 1984.
14- İbrahim Sughayroon. “İslam in Uganda: Traders and Trade Routes and the Establishment of islam in Uganda Kingdom”, Proceeding of the First Islamic Geographical Conference, Riyad 1984.
15- Africa South of the Sahara 1988, London 1987.
16- Henri Brunschvvig, “Politique et economie dans l’Empire Français d’Afrique Noire 1870-1914”, JAfr.H, Xl/3 (1970).
17- Olutunji Oloruntimehin, “French Colonisation and African Resistance in West Africa up to the First World War”, Tarikh, İV/3, Nigeria 1973.
18- Ishijuke kabongo. “Les Cultes africains comme manifesta-tion de la resistance au colonialisme belge (1920-1948)”, Presence Africaine, sy. 104, Pa­ris 1977.
19- “Afrique”, EUn., I, 345-363.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski