AHBARİYYE
İmâmiyye Şîası içinde, dinî hükümlerin tek kaynağı olarak sadece kendi imamlarının rivayetlerini esas kabul edenlere verilen ad. Ahbâriyye, haber kelimesinin çoğulu olan ahbâra bir nisbet ifadesi olup. dinî Konularda nakil ve rivayetlere bağlananlar demektir. Ehl-i sünnet mezhepleri arasında, dinî hükümlerin tesbiti hususunda farklı metotlar uygulanmasının sonucu olarak ortaya çıkan ehl-i eser-ehl-i re’y veya selef-halef şeklindeki ayırımın benzeri, Şîa fırkaları arasında ahbâriyye ve usû-liyye kelimeleriyle yapılmıştır. Ahbâriyye, imamların otoritesine mutlak bağlılık esasından hareket ederek onlardan nakledilen sözlü ve yazılı rivayetlerin akaid ve fıkıh alanlarında tek kaynak olduğunu savunmaktadır. Gaybet döneminin başlamasından itibaren (260/8731 İmâmiyye Şîası içinde ortaya çıkan Usûliyye ise Ahbâriyye’nin aksine, dinî hükümlerin tesbit edilmesi ve anlaşılması konusunda istidlal metodunu benimsemiştir.
Ahbâriyye ve usûliyye, Şîa içinde mevcut birbirine zıt İki anlayışı ifade eden tâbirler olarak ilk defa Şiî müellif Abdülcelîl-i Kazvînî’nin 565 (1170) yılında kaleme aldığı Kitâbü’n-Naki’da yer almıştır. Bununla birlikte Ahbâriyye’nin kurucusu. Kitâbü’l-Fevâ’idi’l-medeniyye adlı eserinde Ahbâriyye anlayışını temellendiren Muhammed Emîn el-Esterâbâdî (ö. 1033 1624) kabul edilir. Esterâbâdî, kendi döneminden önce bulunan fakat sistemleştirilmemiş olan Ahbâriyye metodunu büyük bir titizlikle incelemiş ve onu yeni bir anlayışla âdeta bağımsız bir ekol haline getirmiştir. Aynı müelüf, İmam Küleynî ile Büveyhîler döneminin üç ünlü Şiî âlimi Şeyh Müfîd, Şeyh Murtaza ve Şeyh Tûsi’nin eserlerini dikkatle incelemiş. Allâme Hillî. şehîd-i sânî Zeynüddin el-Âmilî ve çağdaşı Bahâeddin el-Âmilî gibi pek çok Şiî âlimin akaid ve fıkıh usulü konularındaki görüşlerini tenkide tâbi tutmuştur. Neticede Usûliyye anlayışına karşı çıkarak nasların gerçek müfessirlerinin Allah tarafından bu işle görevlendirilmiş masum imamlar olduğunu, imamlara ait haberlere nasların zahirinden ve akıldan önce yer verilmesi gerektiğini, bu haberlerin dinî hükümlerin yegâne kaynağını teşkil ettiğini ısrarla savunmuştur. Ona göre imamlara ait rivayetlerin tamamı “Sahih kategorisi”nde olup yakın ifade eder. Bunlar, Usûliyye taraftarlarının iddialarının aksine, hiçbir zaman zayıf olarak nitelendirilemez ve bu tür haberlerin zan* ifade ettiği ileri sürülemez.
Ehl-i sünnette olduğu gibi İmâmiy-ye’ye göre de din. usul (akaid) ve fürû (ibâdât ve muamelât) olmak üzere iki ana bölümde incelenir. Bu iki bölümün konu ve muhtevasını tesbit etmek için dayanılan kaynaklar ise genellikle Kitap. Sünnet, icmâ ve akıl (kıyas) olarak kabul edilir. Şiî âlimler, bu kaynakların birincisini teşkil eden Kur’an’ı yorumlarken değişik bir tefsir anlayışına sahip olduklarından farklı sonuçlara ulaşabilmektedirler. Dinin ikinci kaynağını meydana getiren sünnet konusunda ise Ehl-i sünnet, ashaptan gelen rivayetlerin tamamını, usûl-i hadis ölçüleri İçinde, sünnet olarak değerlendirirler. Halbuki Şîa fırkaları sadece Ehl-i beyt ile kendilerince benimsenmiş diğer bazı sahâbîlerin ve imamların rivayetlerini sünnet olarak kabul etmektedirler. Zira Şîa’ya göre sünnet, “Belirli râvi topluluğunun, Peygamber’in de dahil olduğu on dört masumdan günümüze kadar ulaştırdıkları rivayetlerden ibarettir. Dolayısıyla Kur’an’ın açıklanması ve yorumlanmasında ancak bu rivayetler esas alınabilir. İcmâ da Ehl-i sünnet anlayışında olduğu gibi âlimlerin dinî bir konunun hükmünde ittifak etmesi değil, sadece İmâmiyye âlimlerinin bir konudaki ittifakıdır.
İmâmiyye âlimleri arasında dinî hükümlerin tesbiti konusunda akla yer verme tartışmaları eskiden beri yapıla-gelmiştir. İmâmiyye Şîası’nın hâkim anlayışına göre dinî otoritenin, masum kabul edilen imamların şahsında toplandığını söylemek mümkündür. İmâmiyye’ye göre. Allah tarafından kendisine rehberlik görevi verilmiş, üstün niteliklerle donatılmış ve günahtan korunmuş (masum) dinî bir otoriteye insanlık daima muhtaçtır. Onlar, bu noktadan hareket ederek söz konusu özellikleri taşıdığına inandıkları imamlara ait rivayetleri korumaya büyük titizlik göstermişlerdir. Başlangıç döneminden beri bu ana fikir etrafında hareket eden İmâmiyye âlimleri, Şîa literatüründe “el-Kütübü’l-erbaa” olarak bilinen bir hadis külliyatı meydana getirmişlerdir. Bu külliyat, Küleyni’nin el-Köti fî cilmi’d-dîn, İbn Bâbe-veyh el-Kummi’nin Kitâbü men lâ yah-zuruhü’l-fakih, Ebû Cafer et-Tûsrnin Kitâbü’i-İstibşâr ile Kitâbü Tehzîbi’I-ahkâm adlı eserlerinden oluşmaktadır. Ahbâriyye mensupları bu dört eserde bulunan bütün haberleri sahih kabul etmekte ve bunların yakln ifade ettiğine inanmaktadır. Onlara göre, iki haber arasında bir tearuz görülürse bu tearuz, İmâmiyye Şîası’nın ana prensipleri ışığında giderilmeli, bu mümkün olmadığı takdirde herhangi bir karar ve tercihten kaçınılmalıdır (bk. tevakkuf).
Ahbâriyye anlayışı, Muhammed Emîn el-Esterâbâdfnin ölümünü takip eden iki asır içinde büyük gelişme göstermiş, bu dönemde Esterâbâdfnin görüşleri Muhammed et-Takl el-Meclisî, Molla Muhsin Feyz el-Kâşânî tarafından tasavvuf ve felsefeyle mezcedilerek desteklenmiştir. Tafşîlü vesâ’ili’ş-Şî’a ilâ ahkâmi’ş-şerica adlı eserinde imamların haberlerine geniş bir şekilde yer veren, Ahbâriyye anlayışını benimsemekle birlikte Usüliyye’ye mensup müctehidlerle tartışmaya girmekten kaçınan Hür el-Âmilî, Ahbâriyye’nin meşhur ve tesirli savunucularından biri olmuştur. Âmili’nin çağdaşı ve Nûrü’ş-şekaleyn adlı tefsirin müellifi olan Ali b. Cum’a el-Arûsî el-Huveyzî de Ahbâriyye’yi desteklemiştir.
İmâmiyye içinde başlangıçtan itibaren devam eden Ahbâriyye ve Usûliyye tartışması, zamanla Usûliyye lehine sonuçlanmış ve Mutezile’nin kelâm metoduna benzer bir yol takip eden bu anlayış, İmâmiyye Şîası içinde giderek daha yaygın bir biçimde benimsenmiştir. Nitekim. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan bazı müelliflerin Ahbârîler’i Haşvîlik ve Zâhirilik’le suçlayan eserlerinin de desteğiyle iyice güçlenen Usûliyye karşısında, artık sadece Şîa’nın manevî merkezi Kerbelâ’da hissedilen Ahbâriyye hâkimiyeti, zamanla burada da etkisini tamamen kaybetmiştir. Ahbâriyye’nin son ünlü temsilcisi Mirza Muhammed b. Abdünnebî en-Nisabüri’dir (ö 1233/1818). Mirza Muhammed, Usûliyye liderlerinden Ca’fer Kâşifülgıtâ en-Necefî (ö. 1227/1812) tarafından kaleme alınan Keşfü’l-ğıtâ zan me’âyibi Mîrzâ Muhammed ‘adüvvi’’l-ulemâ ‘adlı eserde şiddetle eleştirilmiştir. Hakkındaki bu nevi tenkit ve iddiaların halk üzerinde yaptığı tesirler sonunda Mirza Muhammed, Kâzımeyn’de kalabalık bir grup tarafından öldürülmüş, böylece Ahbâriyye tamamen çökmüştür. Ahbâriyye’nin günümüzde sadece Hürremşehr ve Abadan’da bazı temsilcileri bulunmaktadır.
Bibliyografya
1- Mahmud Şükrî el-Âlûsî. Muhtasarü’t-Tuhfeti’l-İsnâ ‘aşeriyye, Kahire 1373.
2- MQbed Keyhusrev İsfendiyâr, Debistan-ı Mezâhib fnşr. Rahîm Rızâzâde-i Melik), Tahran 1362 hş.
3- İzmirli İsmail Hakkı, Muhassalü’l-kelâm be’l-hikme, İstanbul 1336.
4- İzâhu’l-meknûn, I, 560.
5- E. G. Brovvne, A Literary History of Persia, London 1953.
6- Hamid Algar, Retigion and State in Iran, 1785-1906.
7- The Role ofthe Ulama in the Qajar Period, Berkeley 1969.
8- The Role ofthe Ulama in the Qajar Period, “Akbâri”, Elr., I, 716.
9- Rüşdî Muhammed, et-‘Akl’inde’ş-Şî’ati’l-İmâmiyye, Bağdad 1393/1973.
10- Muhsin el-Emîn, A’yânil’ş-Şî’a (nşr Hasan el-Emîn), Beyrut 1403/1983.
11- E. Ruhi Fığ-lalı, İmâmiyye Şîast, İstanbul 1984.
12- Gianroberto Scarcia, “Intorno aile controversie tra Ahbâri Usûl I presso gli Imâmiti di Peisia”, RSO, XXXIII/II1-IV (1958).
13- Nikki R Keddie. “The Roots of the Ulama’s Power in Modern İran”, Scholars, Saints, and Sufls, Berkeley 1972.
14- E. Kohlberg, “Shi’i Hadith”, Arabic literatüre to the end of the Umayyad period, Cambridge 1983.
15- E. Kohlberg, “Akbâriya”, Elr, I, 716-718.
16- W. Madelung. “Imamism and Mu’tazilite Theology”, Religious Schools and Sects in Medieual islam, London 1985.
17- W. Madelung. “Akhbâriyya”, El2 Suppl. (İng), 1, 56-57.
18- R. Strothmann. “Şî’a”, İA, XI, 510.
19- Cl. Huart, “Şeyhîler”, İA, XI, 479;
20- Joseph Schact, “Usûl”, İA, XIII, 72.
21- S. H. Nasr, “Ithnâ’Aşhariyya”, El2 (İng), IV, 278.
TDV İslâm Ansiklopedisi