Ahd-i Atik Nedir, Tercümeleri, Kanonizasyon, Hakkında Bilgi

AHD-İ ATİK Yahudilerin kutsal kitabına hıristiyanlarca verilen ad.

  • Ahd-i Atik Nedir, Tercümeleri, Kanonizasyon
  • Ahd-i Atikin Bölümleri (Tevrat, Peygamberler, Kitaplar)
  • Ahd-i Atik ve Hıristiyanlar
  • Ahd-i Atik ve Müslümanlar
  • İlmi Araştırmalar ve Ahd-i Atik

1- Genel Bilgiler
 
Hıristiyanlar, yahudilerin kutsal kita­bına Ahd-i Atîk demektedirler. Onlara göre, Allah ile insanlar arasındaki son ahid Hz. İsa vasıtasıyla yapılmış olan­dır. Dolayısıyla bu yeni ahdin yazılı ifa­desi olan metinlere Ahd-i Cedîd, da­ha önceleri Allah ile İsrâiloğulları ara­sında yapılan ahdi ihtiva eden metinle­re de Ahd-i Atîk denilmiştir. Türkçe’de de bu teamüle uyularak yahudi kutsal kitabına Ahd-i Atîk (Eski Ahid) denilmek­tedir. Grekçesi Palaia Diatheke’dir. İbrânîce berit (ahid) karşılığı Alliance-Covenant olmasına rağmen, kelime Latin­ce’ye testamentum (vasiyet) olarak çev­rilmiştir. Bugün Ahd-i Atîk karşılığı ola­rak Ancienne Alliance-Old Covenant ye­rine Ancien Testament- Old Testament tabirleri kullanılmaktadır. Hıristiyan kay­naklarında bu tabir ilk defa, Pavlus’un (St. Paul) Korintoslular’a İkinci Mektup’unda geçmektedir (3/14) Kitâb-ı Mukaddes’in karşılığı olarak Bible ke­limesi de kullanılmaktadır. Grekçe Ta Biblia (kitaplar) kelimesi ilk defa İstan­bul Patriği Jean Chrysostome (398-404) tarafından olmak üzere, kilisenin res­men kutsal kabul ettiği yazılar kolek­siyonu için kullanılmıştır ve Ahd-i Atîk ile Ahd-i Cedîd’i içine alır. Bible kelime­si, “Yahudi” veya “İbranî” sıfatıyla birlik­te [The Jevvish Bible/La Bible hebraîque] kullanıldığında yahudilere ait kutsal ya­zıların bütününü ifade eder. Yahudiler, kendi kaynaklarında “Kutsal kitaplar” veya sadece “Kitaplar” denilen kutsal yazıların tamamını ifade etmek üzere Tanah (Tanakh) kelimesini kullanmakta­dırlar. Bu kelime Ahd-i Atîk’i teşkil eden üç ana bölümden (Torah, Neviîm, Ketuvîm) her birine verilen isimlerin ilk harflerinin bir araya getirilmesiyle oluş­muştur.

Ahd-i Atık, yahudi ve hıristiyanlarca müştereken kabul edilen otuz dokuz kitaptan meydana gelmektedir. Ancak yahudiler bu sayıyı yirmi dört. hatta İbranî alfabesindeki harf sayısınca yir­mi iki olarak da göstermektedirler. Bu farklılık, hıristiyanlarca her biri müstakil kabul edilen birkaç kitabın yahudilerce bir tek kitap sayılmasından ileri gel­mektedir. Katolikler, Trente Konsili’nde (1546-1563), “Deuterocanonique” dedik­leri bazı kitapları da (kutsal olup olma­dığı tartışılan ve geç dönemlerde kutsal metinler arasına alınan kitaplar) listeye ilâve etmişlerdir ki yahudiler ve Protes­tanlar bunları kabul etmemektedirler. Bâbil Talmudu’nda Ahd-i Atîk, Torah (Tevrat) bölümü beş. Neviîm bölümü sekiz, Ketuvîm bölümü on bir kitap ol­mak üzere yirmi dört kitap kabul edil­miştir. Katolikler İse Ahd-i Atîk’i Tari­hî Kitaplar, Tâlimî Kitaplar ve Peygam­berler şeklinde üç ana bölüme ayırmak­tadırlar.

Ahd-i Atik İbrânîce yazılmıştır. An­cak Ezra: 4/8 – 6/18; 7/12 – 26; Daniel: 2/46 – 7/28; Yeremya: 10/11 ve ayrı­ca Tekvin: 31/47’deki iki kelime Ârâmîce’dir.

Ahd-i Atîk’i teşkil eden kitaplar, tari­hin belli bir döneminde ve aynı anda ya­zıya aktarılmamıştır; uzun tarihî seyir içinde çeşitli zamanlarda ortaya çıkan bu eserler, uzun süre şifahî olarak nak­ledilmiş, söz konusu edilen olaylardan asırlarca sonra ve bugün nisbet edildik­leri şahısların dışındaki kişilerce kaleme alınmışlardır. Şifahî geleneklerin yazı­ya aktarılması milâttan önce X. yüzyılda başlamış, milâttan sonra I. yüzyılda so­na ermiştir. Esasen İsrail tarihinin ilk dönemlerinde şifahî gelenek hâkimdir. Çıkış kitabı. Hz. Mûsâ zamanında yazı­nın kullanıldığını göstermektedir. Ne var ki bu dönemde yazının yaygın olduğu düşünülmeme­lidir. Hâkimler döneminde (m ö. 1200-1020) yazı daha yaygınlaşmış durum­daydı. Ancak İsrâiloğullan şehir mer­kezlerine hâkim oldukları zaman, özel­likle de Hz. Dâvûd Kudüs’te krallığı kur­duğunda yazılı medeniyete geçmişler­dir. Hz. Dâvûd ve Süleyman’ın saltanat­larından itibaren de tarihçiler ve yıllık tutanlar ortaya çıkmıştır. Bu medeniye­te geçiş, şifahî geleneği ortadan kaldır­madığı gibi İsrâiloğullarfnda yazılı medeniyetten önce yazılı edebiyatın olma­dığını da gösteremez. Nitekim. Ahd-i Atîk’in en eski metinlerinden biri sayı­lan Debora’nın şarkısı ahid kanunu ile on emir çok daha eski dönemlere aittir.

Ahd-i Atîk’in başlangıçta bir değil bir­çok metni söz konusuydu. Bunu Ahd-i Atîk’te birkaç defa zikredilen metinler­den anlamak mümkündür. Milâttan ön­ce III. asra doğru Ahd-i Atîk’in en az üç ayrı metni mevcuttu. Bu metinlerden biri, daha sonra “Masoretik” (yahudilerce muteber addedilen İbrânîce metin) de­nilen nüshaya esas teşkil eden metin­dir; ikincisi Sâmirîler’ce muteber olan metin, üçüncüsü ise kısmen de olsa Yu­nanca tercümeye asıl teşkil eden me­tindir. Bugün yahudilerce muteber sa­yılan Ahd-i Atîk metni, masoretler (ma­soretik metni tedvin eden kişiler) tara­fından önceki metinlerden faydalana­rak milâttan sonra V. yüzyıldan X. yüz­yıla kadar yapılan çalışmalar neticesin­de tesbit edilmiş İbrânîce metindir. Ya­hudi din âlimleri, çeşitli nüshalar ara­sından birini seçip onu asıl kabul etmiş­ler, bu metnin kelime ve harfleriyle ya­pısını korumuşlar, farklılıkları sayfa kenarlarında göstermişler, nokta ve ha­rekeleri kullanmışlardır. Bu çalışmalar hem Filistin hem de Bâbil okullarında yapılmıştır. Bugün elde bulunan en eski masoretik metin nüshası 820-850’ler-Mezmurlar’dan x veva XI yüzyılda yazıldığı kabul edilen tezyinatlı de istinsah edilendir ki sadece Tevrat’ı ihtiva etmektedir. Ahd-i Atîk’in en es­ki tam nüshası ise X. asrın ilk yılların­da istinsah edilen Halep kodeksidir. Ma­soretik metnin tesbiti ve istinsahında en önemli rolü Ben Aşer ailesi oynamıştır. Bugünkü İbrânîce Kitâb-ı Mukaddes’ler. Jacob ben Hayyim tarafından 1524’te Venedik’te neşredilen masoretik met­nin tekrarıdır ve bu metin, İbranî Ki­tâb-ı Mukaddesi’nin muteber nüshası kabul edilmiştir. Kittel’in Biblia Hebraica’sının üçüncü baskısında ise Jacob ben Hayyim’in neşrettiği metnin yeri­ne, daha eski bir metin olan Leningrad kodeksi esas alınmıştır. Ahd-i Atîk’in İbrânîce nüshası ile Grekçe tercümesi arasındaki farklar, Grekçe tercümenin yapıldığı dönemde (m ö III asır), Ahd-i Atîk’in birden çok nüshasının bulundu­ğunu düşündürmektedir. Grekçe ter­cümeye esas teşkil eden metin, maso­retik metne esas teşkil edenden farklı bir nüsha olmalıdır. Ahd-i Atîk’in metni ile ilgili çalışmalarda, Kahire Genizası’nda. Kumran ve Murabbaat’ta bulunan yazmaların oldukça önemli katkısı ol­muştur.

Ahd-i Atîk’in Tercümeleri.

Ahd-İ Atîk, hıristiyanlarca da kutsal sayıldığından, çok erken dönemlerden başlamak üze­re Kitâb-ı Mukaddes adı altında ve Ahdi Cedîd’i de içine almak üzere pek çok dile çevrilmiştir. Özellikle Yunanca. La­tince, Ârâmîce ve Süryânîce’ye yapılan ilk tercümeler, yahudilerce muteber ad­dedilen masoretik metnin tarihini ve mâruz kaldığı değişiklikleri vermesi açı­sından önemlidir.

Ahd-i Atîk Yunanca’ya birçok defa ter­cüme edilmiştir (Septante, Aquila. Theodation ve Symmaque tercümeleri). Bun­lar arasında en önemlisi Septante adı verilen Yetmişler Tercümesi’dir. Rivaye­te göre, Kral Ptolemöe II Philadelphe’in (285-246) arzusu üzerine Başkâhin Eleazar , Kudüs’ten İskenderiye’ye yet­miş iki kişi göndermiş; beraberinde al­tın harflerle yazılmış bir nüsha götüren bu heyet, Pharos adasında yetmiş iki günde Tevrat’ı İbrânîce’den Yunanca’ya çevirmiştir. Bunu takip eden iki asır içinde Ahd-i Atîk’in diğer kitaplarıyla kanonik olmayan bazı kitaplar tercüme edilmiştir. Gerçekte Ahd-i Atîk, İbrânîce bilmeyen İskenderiyeli yahudilerin isti­fadesi için ve İskenderiye’de yaşayanlar tarafından tercüme edilmiştir. Bugün yahudilerin kullandıkları İbrânîce metin ile Yetmişler Tercümesi arasında büyük farklar vardır. Katoliklerin “deutero-canonique”. yahudilerin “Apokrif” de­dikleri kitaplar, masoretik metinde ol­madığı halde, Yetmişler Tercümesi’nde vardır. Yahudiler, ilk olarak Grekçe ya­zılan kitapları kabul etmedikleri, Tev­rat’ın Yunanca’ya tercüme edildiği za­manı uğursuz saydıkları halde hıristi-yanlar Ahd-i Atîk’in Yunanca tercüme­sine büyük önem vermişler, hatta mü­tercimlerin bu işi ilâhî ilham neticesin­de yaptıklarını kabul etmişlerdir. Yet­mişler Tercümesine ait en eski yazma nüshalar, milâttan sonra IV. yüzyıla ka­dar çıkmaktadır. Bu Tercüme ilk defa 15l7’de İspanya’da neşredilmiştir.

Milâttan sonra IV. yüzyıldan önce Vetus Latina adı verilen ve kollektif çalış­malar mahsulü olan eski Latince Ahd-i Atîk tercümeleri vardı. Vetus Latina Yu­nanca Septante’tan yapılmıştı. Papa­nın talimatı üzerine St. Jeröme eski La­tince tercümeleri inceledikten sonra en doğru yolun Ahd-i Atîk’i İbrânîce metin­den yeniden çevirmek olduğunu gördü. Jeröme. daha sonra Vulgate (yaygın) adını alacak olan tercümesini milâttan sonra 405’te tamamladı. Bu tercüme­nin her yeri aynı derecede ciddi değil­dir. Mütercim bazı bölümleri aceleye getirmiş, bazılarını ise yeniden tercü­me etmeden Vetus Latina’dan olduğu gibi almıştır. Bu yüzden birçok tenkit­lere hedef olan Jeröme tercümesi yi­ne de Trente Konsili (1546-1563) tara­fından muteber nüsha olarak ilân edildi. 1892’de neşredilen yeni Vulgate met­ni, bütün kiliselerce kullanılacak yegâne metin olarak kabul edildi.

Ahd-i Atîk, Yunanca ve Latince’nin ya­nında erken dönemlerden itibaren Sür-yânîce. Ârâmîce. Habeşçe ve Ermeni­ce’ye de tercüme edilmiştir. Arapça’­ya ilk ve en önemli tercümesi, Saadia Gaon (Yûsuf Feyyûmî) tarafından X. yüz­yılda İbrânîce’den. ilk Türkçe tercümesi ise, asıl adı Albert Bobovvski olan ve IV. Mehmed zamanında Dîvân-ı Hümâyun baştercümanlığında bulunan Ali Ufkî Bey tarafından yapılmıştır. 1666’da tamamlanan bu tercüme 1827’de neşre­dilmiştir.

Kanonizasyon.
 
Yahudilik’te Tanah adı verilen ve üç bölümden oluşan kutsal kitaplar listesinin hazırlanarak resmen onaylanması {kanonizasyon) oldukça geç bir zamanda, milâttan sonra 90-100 yıllarında toplanan Jamnia Sinodu’nda gerçekleşmiştir. Ahd-i Atîk’in ilk bölü­münü teşkil eden Tevrat’ın yazılı bir metin olarak otorite kazanması ise Kral Yoşiya’nın (m.ö. 640-608) saltanatıyla başlamıştır. Milâttan önce 622 yılında Şeriat Kitabı’nın (bk. tevrat) bulunma­sından sonra bu kitap, Tann’nın İsrâiloğulları için koyduğu kanunlar mecmuu olarak kabul edilmiştir. Ezra tarafından Musa’nın Şeriat Kitabı’nın halka okun­ması ile de artık bu kitap takriben mi­lâttan önce IV. yüzyılda resmen kutsal kanun olarak tanınmıştır. Rut, Târihler, Ezra, Nehemya. Mersiye­ler ve Daniel kitaplarının dışında Neviîm (Peygamberler) denilen kitaplar milât­tan önce III. yüzyılın ilk yarısında veya II. yüzyılın başlarında resmen kutsal ki­taplar listesinde yer almış, Ketuvîm gru­bunu teşkil eden kitaplar ise milâttan Önce IV-II. yüzyıllar içinde gruplandırılmıştır; hatta “Kutsal Kitap” olarak tanı­nan yazıların pek çoğunun yazım işi Hı­ristiyanlık çağına kadar devam etmiştir. Milâttan sonra 90-100 yıllarında Jamnia Sinodu, uzun tartışmalar neticesinde ya­zıların kutsallığını resmen ilân etmiştir. Filistin dışında (Diaspora) yaşayan ya­hudilerin resmî listesinde (canon) di­ğerlerinde bulunmayan bazı kitaplar da mevcuttu.

Hıristiyanların kabul ettiği kutsal ki­taplar listesi (canon), İskenderiye ve Diaspora’da kullanılan Yunanca Kitâb-ı Mukaddes’te mevcut bütün kitapları ih­tiva etmektedir. Bu listeye, yahudilerle Protestanlar’in “Apokrif”, Katolikler’in “Deuterocanonique” dedikleri kitaplar da dahildir. Ahd-i Atîk’le ilgili hıristiyan kanonu, Trente Konsili’nde tesbit edilip son şeklini almıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski