Fıkıh İlmindeki Yeri.
Ahmed b. Hanbel’in hadis ilmindeki yüksek seviyesi herkes tarafından kabul edildiği halde fakih olup olmadığı, en azından kendisini takip eden birkaç asır boyunca tartışma konusu olmuştur. Onu fakihler arasında zikretmeyen fıkıh tarihçileri ve mukayeseli fıkıh (hilaf) âlimleri arasında İbn Kuteybe. İbn Cerîr et-Taberî, Tahâvî. Debûsî, İbn Abdülber, Gazzâlî gibi isimler yer almaktadır. Hanbelîler’in sert tepkilerine rağmen bu âlimleri zikredilen davranışa sevkeden iki sebep vardır: Bizzat Ahmed b. Hanbel’in bir fakih olarak değil muhaddis olarak bilinmesi için sarfettiği gayret, kendisi-ninki de dahil olmak üzere re’yin ve fıkhın yazılmaması konusunda gösterdiği aşırı titizlik. Bu sebeplere, onun fıkıh dalında bizzat kaleme aldığı veya talebelerine yazdırdığı önemli bir eserinin bulunmayışı da eklenince, ilk fıkıh tarihi ve hilaf yazarları haklı olarak ona fakihler arasında yer vermemişlerdir. Ancak Ahmed b. Hanbel’i meşhur dört fıkıh mezhebinden birinin imamı yapan, ona bu ölçüde bir fakih payesi veren haklı, tarihî sebepler vardır.
1) Sayıları az da olsa kendisine nisbet edilen fıkıh kitapları mevcuttur.
2) Oğulları ve bizzat kendisinden ders alan öğrencilerinden başlayarak bunları takip eden nesillerin ondan rivayet ettikleri “Mesâil” (fıkıh problemlerine ait çözümler) onlarca cilde ulaşmaktadır.
3) İmam Ebü Yûsuf, İbn Uyeyne ve İmam Safirden fıkıh dersleri almış, Şafiî onun için, “Bağdat’tan ayrıldığımda arkamda Ahmed b. Hanbel’den daha fakih birini bırakmadım” demiştir.
4) Hayatının sonlarına doğru kendisinden fıkıh mesailinin nakledilmesine ve bunların yazılmasına izin vermiştir. 5) Nihayet dört büyük fıkıh mezhebinden birisi ona nisbet edilmiş, bu mezhebin fıkıh ve usul kitaplarında onun fıkıh ilmindeki Önemli ve müstakil yerini gösteren sayısız rivayete yer verilmiştir.
Ahmed b. Hanbel’in büyük bir fakih olduğunu kabul edenler de onun rey ve hadis medreselerinden hangisine mensup olduğu konusunda birleşememişler-dir. Burada re’ye verilen mânanın (rey kavramının) ayırıcı rol oynadığı anlaşılmaktadır. Re’yi kıyas ve istidlal mânasında alanlar. Zahiri olmayanların tamamını -bu arada Ahmed b. Hanbel’i- re’yciler içinde zikretmişlerdir. Haber-i vâhid ve sahabe kavli karşısında kıyası kullananları re’yci telakki edenler ise Ahmed b. Hanbel’i ehl-i hadîs kategorisine sokmuşlardır. Bu mânada Ahmed b. Hanbel’in re’yci olmadığı kesinlik kazanmakla beraber. H. Laousfun da işaret ettiği gibi, gerek hadisleri hadiselere uygularken gerekse ilk bakışta çelişkili görünen hadisleri uzlaştırırken re’yi kullandığında şüphe yoktur.
İbn Hanbel. insanların hadisten yüz çevirip fıkha yönetecekleri, bir fakihin çeşitli zamanlarda aynı konuda değişik ictihadlarda bulunabileceği ve bunları bir arada görenlerin zihinlerinin karışacağı, reye dayalı fıkhın Kitap ve Sünnet yerine geçeceği düşünce ve korkusundan hareket ederek hem kendisinden fıkıh ve fetva nakledilmesine, hem de bunların yazılmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Kaynaklar bu konuda onun en yakın öğrencileriyle tartıştığını, onları fıkıh ve re’y yerine bunların aslı olan Kitap ve Sünnet’e yönelttiğini kaydetmektedir. Öğrencilerinden ve kendisinin fıkhım nakledenlerden biri olan İshak b. Mansûr el-Kevsec’in Horasan’da onun fıkhını rivayet ettiğini işitince kalabalık bir mecliste, “Şahit olun, ben o ictihadların tamamından rücû ettim” demiştir. Ancak Ahmed b. Hanbel’in bu tutumu sonuna kadar devam etmemiş, bilhassa Kur’ân-ı Kerîm’İn mahlûk olmadığı görüşünde işkencelere rağmen direnmesinden sonra şöhreti yayılmış, kendisine sorulan ve hadis ile sahabe kavlinde açık cevabı bulunmayan binlerce meseleye cevap vermek mecburiyetinde kalmıştır; bunların emin kişiler tarafından yazılmasına da istemeyerek razı olmuştur. Nitekim Kevsec Horasan’dan gelerek rivayet ettiği Mesaili ona yeniden arzetmiş ve tasdikini almıştır.
Ahmed b. Hanbel’in fıkhını şifahî veya yazılı olarak nakledenlerin başında şu isimler yer almaktadır: Oğulları Salih ve Abdullah. Ebû Bekir el-Esrem. Abdülmelik b. Abdülhamîd. Ebû Bekir el-Merrûzî. Harb b. İsmail el-Kirmânî. İbrahim b. İshak el-Harbî. Dağınık malzemeyi el-Câmie adlı eserlerinde önce Ebû Bekir el-Merrûzî. sonra da daha büyük hacimde Ebû Bekir el-Hallâl toplamışlardır. İbn Kayyim el-Cevziyye, Hallâl’in eserinin yirmi cilt olduğunu bildirmektedir. Bu eserin bazı parçalan zamanımıza kadar ulaşmıştır. Hallâl’in eserini kendisinden sonra Ömer b. Hüseyin el-Hırakî ve Gulâmü’l-Hallâl diye meşhur olan Abdülazfz b. Cafer işlemiş, çıkarma ve ilâveler yapmışlardır. Daha sonra gelen Hanbelî fakihler de genellikle bu iki müellifin eserlerinden faydalanmış ve Hanbelî fıkhını geliştirmişlerdir. Hanbelî müelliflerin fıkıh kitaplarında uyguladıkları bir usul sayesinde hangi sözün Ahmed b. Hanbel’e, hangilerinin de diğer Hanbelî fakihlere ait olduğunu anlayıp bunları ayırmak mümkün olmaktadır. Şöyle ki: Bu kitaplarda “Rivâyât”. “Tenbîhât” ve “Evcüh” ayırımı yapılmaktadır. Rivâyât Ahmed b. Hanbel’e ait sözler ve görüşler, tenbîhât yine Ahmed b. Hanbel’in açıkça söylememekle beraber işaret ettiği görüşler ve hükümler, evcüh ise onun söylediklerine ve usulüne bakarak diğer Hanbelî fakihlerin çıkardıkları hükümlerdir.
Ahmed b. Hanbel’in fıkhının dayandığı kaynaklar ve kullandığı metodoloji. yalnızca kendisinden rivayet edilen çözümlerden çıkarılmamıştır; bunun yanında ondan, doğrudan usule ait rivayetler de İntikal etmiştir. Onun usulünün iyi bir hulâsası İbn Kayyim el-Cevziyye tarafından verilmektedir. Buna göre İbn Hanbel’in birinci kaynağı muteber (sahih) naslardır. Burada naslardan maksat, Kitap ve Sünnetteki ilgili metinlerdir. Ahmed b. Hanbel fıkhî bir konuda böyle bir metin bulunca buna hiçbir re’yi, uygulamayı (ameli), kıyası, sahabe kavlini ve -muhalifi bilinmeyen mânasındaki icmâı tercih etmemekte, değişmemektedir. “Herkesin bildiği dinî hükümler” (zarûrât-ı dîniyye) dışında kalan meselelerde İcmâ iddiası, “Bu konuda muhalif görüşü olan birisi bilinmemektedir” mânasına gelir ve Ahmed b. Hanbel’e göre muhalifin bilinmemesi, icmâın bilinmesi demek değildir. Bu gibi iddialar karşısında hadis terkedilemez. Birinci çeşit icmâda ise hüccet olan icmâ değil. Kitap ve Sünnet’in nassıdir. İbn Hanbei’in ikinci hüküm kaynağı sahabe kavlidir. Sahabeden birisi bir konuda belli bir hükmü açıklamış veya fetva vermiş olur, diğerlerinin de buna karşı bir görüş ileri sürdükleri bilinmezse, bu mânadaki sahabe kavline hiçbir re’y, kıyas ve uygulama tercih edilemez. Bir konuda birden fazla sahabenin birbirine aykırı hüküm ve fetvaları varsa bunlar arasında Kitap ve Sünnet’e en yakın, en uygun olanı tercih edilir. Bu ölçüye göre tercih mümkün olmuyorsa hepsi nakledilir. Böyle bir hüküm kaynağı da bulunamadığı takdirde sıra zayıf ve mürsel hadise gelir. Ahmed b. Hanbel’in zayıf hadisten maksadı, daha sonraları “Hasen” ismiyle anılan ve uydurma olması ihtimal dahilinde bulunmayan hadis çeşididir. Ona göre böyle bir hadise de kıyas tercih edilemez. Mürsel veya zayıf (hasen) hadis de bulunamazsa, çözüm bekleyen bir hadisenin hükmü kıyasa başvurularak elde edilir. Hallâl’in İbn Hanbel’den naklettiği, “Kıyas ancak zaruret halinde kullanılır” sözü, “Daha önce zikredilen delillerin bulunmaması halinde kullanılır” şeklinde anlaşılmıştır. Abdülkâdir Bedrân’ın tesbitine göre Ahmed b. Hanbel istishâb, istihsan. mesâlih ve sedd-i ze-ria delillerini de kullanmıştır.
İstishâb. nasların genel mânasından anlaşılan hükümlerin, değiştiren özel bir nas bulunmadıkça halde ve gelecekte var sayılması, devam etmesidir. Nasların genel hükümlerine göre her şey insanlar İçin yaratılmıştır; şu halde yasaklayan bir nas bulunmadıkça eşyada aslolan ibâhadır (mubah olmaktır). Naslann genel hükmüne göre ibadeti koyan Allah’tır, O bir ibadeti buyurmadıkça yükümlülük söz konusu değildir; meselâ altıncı bir vakitte namaz kılınamaz. İstihsan, daha kuvvetli bir delil sebebiyle kıyası terketmek ve bu delile göre hükmetmektir. Kıyasa göre teyemmüm abdest gibidir, bozuluncaya kadar onunla namaz kılınır. Ahmed b. Hanbel istihsana dayanarak, her vakit için yeniden teyemmüm edilir, demiştir. Onun, Mushafı satmak caiz değildir, fakat satın almak caizdir, hükmü de istihsana dayanmaktadır. Mesâlihten maksat, dinin itibar edip etmediği bilinmeyen, bu konuda bir delili (şahidi) bulunmayan faydalı nesne ve davranıştır ki “Mesâlihu’l-mürsele” diye bilinmektedir. İbn Hanbel sahabe uygulamasına bakarak bu kaynağı da kullanmıştır. “Halkı dinin hedeflediği amaca ulaştırmak için alınan tedbirler” mânasındaki siyâsetü’ş-şer’iyye Hanbelîler’de çokça kullanılmış ve mesâlih prensibine dayandırılmıştır. Ahmed b. Hanbel’in, “Fayda mütalâa olunduğu takdirde casus ve bid’atının propagandasını yapan bid’atçı katledilebilir”; “Barınacak yeri bulunmayan kimse, meskeninde boş ve uygun yeri bulunan kimsenin mülk meskenine oturabilir”; “Başka çare yoksa ipek elde edebilmek için ipek böcekleri öldürülür” gibi fetvaları siyaset ve mesâlih kaynağına dayalı örneklerdir. Sedd-i zerîa. şekil bakımından meşru görülen tasarrufların, meşru olmayan maksatlara ulaştırıcı olması göz Önüne alınarak iptal edilmesi, geçersiz sayılmasıdır. Ahmed b. Hanbel’in, damping yapan kişilerden mal satın alınmasını, anarşi dönemlerinde silâh satılmasını caiz görmeyen fetvaları bu esasa dayşndığı gibi. genellikle Hanbelîler’in kanuna karşı hile konusundaki yaklaşımları aynı temelden kaynaklanmaktadır.
Ahmed b. Hanbel’in usul, ictihad ve fetvalarının ışığında, çoğu müstakil veya mezhepte müctehid olan talebe ve tâbilerinin geliştirdiği Hanbelî fıkhının ayırıcı vasıflarını şöylece sıralamak mümkündür: Ahmed b. Hanbel’in fıkhı re’y ve kıyastan çok âsâra {âyet, hadis, sahabe kavli) dayanmaktadır. Kendisine sorulan fıkıh meselelerinin büyük bir kısmına “Bana ulaşan filân hadise, filân habere göre” diye cevap vermiştir. Ebû Hanîfe ve Şafiî, henüz ortaya çıkmamış fıkıh problemlerini tasavvur (takdir) ederek bunlara cevap hazırladıkları halde Ahmed b. Hanbel ancak fiilen ortaya çıkmış problemler üzerine eğilmiş, bunların çözümü için ictihadda bulunmuştur. Yaygın şöhreti sebebiyle Horasan. İran, Irak. Suriye. Hicaz gibi bölgelerden kendisine birçok mesele gelmiş, bu sebeple cevap verdiği fıkhî meselelerin sayısı tasavvura dayalı problemlerden az olmamış, ayrıca bu tutumu onun fıkhına canlılık ve uygulanabilirlik vasıflarını kazandırmıştır. Âsâra dayalı bir fıkhın değişen ve gelişen toplum hayatına ayak uyduramayacağı, geride kalacağı düşünülebilir. Halbuki İbn Hanbel, âsâr ile istishâb metodunu birlikte kullanıp kendine göre yorumlamak suretiyle ibadet ve muamelât (hukuk, ekonomi, politika sahasını) birbirinden ayırmış, birincisine darlık, ikincisine genişlik ve yumuşaklık getirmiştir. Ona göre Allah müşrikleri iki sebeple kınamıştır: O’nun haram kılmadığı şeyleri haram kılmaları, O’nun koymadığı usullerle O’na kulluk etmeye kalkışmaları. Şu halde, “Allah’ın koyduğu ibadetler dışında ibadet yoktur, yasaktır”; bu noktada darlık vardır ve bu sayede bid’atların kapısı kapanmaktadır. “Allah’ın yasaklamadığı muamele ise serbesttir”; bu sahada da genişlik ve esneklik vardır. Diğer bazı müctehidler kıyas ve kaidelerine bağlı kalarak muamele, şart ve akid sahasını daraltırken İbn Hanbel kaide ve kıyası değil, naslan sınırlayıcı telakki ettiği için bunların yasaklamadığı akid, şart ve muamele şekillerini muteber saymış, en geniş akid ve şart hürriyeti onun mezhebinde ortaya çıkmıştır. Naslarla çelişmediği müddetçe maslahatı da değerlendiren, faydalıyı elde etme, zararlıyı ortadan kaldırma sonucunu doğuran tasarruflara meşruiyet tanıyan İbn Hanbel, bu prensibi ile de fıkhına hayatiyet sağlamıştır. İmam Şafiî ve Hanefîler, gerek irade nazariyesinde gerekse akidlerin tefsirinde objektif nazariyeyi benimsemişler, dışa vuran söz ve davranışlardan hareket etmişler, sebep ve saiklere önem vermemişlerdir. Ahmed b. Hanbel ise sedd-i zerîa prensibini geliştirerek sübjektif nazariyesine temel kılmış, dışa vuran söz ve davranışlar yanında kişilerin maksatlarını, hukukî tasarrufların sonuçlarını göz önüne almış, şekil bakımından meşru görülen hukukî tasarrufları, meşru olmayan saik ve sonuçlarını göz önüne alarak iptal etmiştir. Ona göre meşru yollarla ancak meşru sonuçlara gidilebilir; meşru olmayan sonuca ulaştıran yollan meşru saymak mümkün ve caiz değildir.
TDV İslam Ansiklopedisi