Cemal TOLLU Ressam (İstanbul, 1899-1968).
Teğmen olarak İstiklâl Savaşı’na katılan, savaş bitince sanata bağlanan Cemal Tol-lu İstanbul Akademisi’ndeki çalışmalarından sonra Münih ve Paris’e giderek Hans Hoffman, Andre Lhote, Fernand Leger ve Gromaire gibi ünlü hocaların atelyelerinde kişiliğini bulmuştu. Bu kişilik, Charles Despiau’nun atelyesinde heykeltıraşlık alanında da belirecekti. Tollu, gerek resimde, gerek heykelde tek bir amacı güdüyordu: biçim olgunluğu, plastik bütünlük ve uyum. Her şeyden önce bir «inşacı» idi, tablo bir mimarî yapı gibi sağlam temele dayanmalı, hiç bir elemanı rastlantıya bırakılmamalıydı.
Avrupa dönüşünde, Erzincan Lisesi’nde resim öğretmenliği yapmıştı. Daha sonra Ankara’ya gitti, iki-üç odaya sığınmış olan Arkeoloji Müzesi’ne müdür oldu. Eti sanatıyle ilk teması 1932 yıllarına rastlar; bu Eti sevgisi son tablolarına kadar sürdü. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümünü yönetmekle görevlendirilen fransız ressamı Leopold Levy Cemal Tollu’yu kendine başyardımcı seçmişti. Daha sonraları Resim bölümü şefi olan Tollu, akademinin en değerli öğretim üyelerinden biriydi. Öğrencilerine, her şeyden önce deseni, biçimlerin mimari yapısını, nesnelerin düzenlenmesini, renklerin tatlılık ve parlaklıklanndan önce değerlerini, uyumlanm öğretirdi. Soyut sanata, üslûp özgürlüğüne karşı değildi ama, genç sanatçının her şeyden önce mesleğinin temel eğitiminden geçmesini isterdi. Avrupa’lı hocaları arasında özellikle Marcel Gromaire’e bağlanmış, bir süre etkisi altında kalmıştı. Nitekim Köye mektup, Kendi portresi, Balerin gibi yapıtlannda Gromaire’in o inşacı, kitle bütünlüğünü öngören üslûbu sezilir. Yılların birikimi Cemal Tollu’nun kişiliğine daha bir rahatlık, ağırlık getirdi. Hiç bir sahteciliğe, aldatıcılığa, gereksiz ustalığa sapmadan büyük bir içtenlik, sanat dürüstlüğüyle çalışırdı.’ «Kişi ne ise sanatı da odur» derdi ve sanatıyle ispatlardı bunu. «Şövale tablosu» denilen küçük çaptaki resimleri yanında büyük duvar süslemelerine girişmişti. Ankara İş Bankası genel merkezinde, Büyük Tiyatro’nun holünde görülebilen düzenlemelerinde Tollu’nun yerel bir çeşniye yöneldiği bellidir. Ama bu yerellik onu, kimi ressamımızda görülen eski minyatürlere, süslemelere ya da halı, kilim, çini gibi motifçi yapıtlara yönelişe götürmüyor, bir bakıma arkaik, ama köklü bir biçimciliği benimsetiyordu. Eti heykelleri ve alçak kabartmalarına karşı ilgisi özellikle anıtsal çaptaki duvar resimlerinde belli olur. Cemal Tollu’nun başanlı bir heykel sanatçısı olduğunu burada belirtmek gerek. Ama bu bakımdan verimi, Paris’te Despiau ile çalışmalarından, bir de İstanbul’a döndükten sonra meydana getirdiği birkaç büstten öteye geçemedi. Heykel sanatına duyduğu ilginin ressam olarak faaliyetini etkilediği, ona, kendine özgü bir üslûp kazandırdığı kuşku götürmez. Cemal Tollu, resimlerinde, gereksiz ayrıntılardan sıyrılmış biçim, daha doğrusu kitle bütünlüğünü, anıtsallığını arardı. Köylüler, Portakal bahçeleri, Kurban gibi düzenlemelerinde bu kaygı belirir.- resim, atmosferik derinliği, üç boyut üstüne kurulu bir düzeni değil, yüzeyde kalan, ama taşa yontulmuş alçak kabartmalar gibi biçimsel görünüde olan sanki bir resim-heykel sentezidir. Böylesi bir eğilim Toilu’yu ister istemez grilerin egemen olduğu bir palet seçmeğe götürecekti. Gerçekten de çoğu yapıtlarında dikkati çeken renk sistemi, toprak renklerinden, siyah ve maviden kuruludur. Renk zenginliği; Tollu’da, bağıran renklerden değil, az sayıdaki değerlerin doğruluğundan, inceliğinden meydana gelir.
Cemal Tollu başarılı bir sanat yazarıydı. Yunan mitolojisi, Şeker Ahmet Paşa gibi kitapları yanında Yeni Sabah gazetesinde yıllarca süren haftalık yazıları, plastik sanatlar alanındaki eleştiri edebiyatımız tarihine geçecek değerde, derinlikte inceleme ve denemelerdir. Tollu bu yazılarda gençliğe, gelip geçici eğilimlere, sanat modalarına kapılmamayı, temel bilgileri benimsemeyi, içtenlikten ayrılmamayı öğütlemişti.