Doğu Afrika’da İslâmiyet
İslâmiyet’in Doğu Afrika’da yayılışı, kıtanın Kızıldeniz ve Hint Okyanusu sahilleri boyunca ticarî münasebetler ve bu yörelere yapılan göçlerle denizden, Mısır’ın fethini müteakip Nil vadisi boyunca girişilen fetih hareketleri, ticarî faaliyetler ve yeni göçlerle de karadan olmak üzere başlıca iki yolla olmuştur.
Sahil Kesiminde Yayılışı.
Arapların Doğu Afrika ile ticarî münasebetleri İslâm’ın doğuşundan çok önceki tarihlere uzanmaktadır. Müslümanların Afrika ile ilk münasebetleri İse Habeşistan hicretleri sırasında meydana geldi. Mekke müşriklerinin İslâmiyet’i kabul edenlere uyguladıkları baskı ve zulmün artması üzerine Hz. Peygamber’in izniyle bir grup müslüman Habeşistan’a hicret etti; daha sonra da ikinci hicret gerçekleşti. Hicrî altıncı yılda Hz. Peygamber komşu bazı ülkelerin hükümdarları gibi Habeş Kralı Necâşî’ye de bir mektup göndererek onu İslâm’a davet etti. Necâşi’nin bu mektuba müsbet cevap verdiği bilinmektedir. Habeşistan’a hicret eden müslümanlar da Hayber’in fethine kadar (7/628) orada kaldılar.
Arapların Doğu Afrika sahilleri boyunca eskiden kurdukları ticarî münasebetler. Arap yarımadasının tamamen İslâmiyet’i kabul etmesiyle daha da gelişti. Müslüman tüccarlar Doğu Afrika sahillerinde ve bu sahillere bakan adalarda, yalnız sahil yerlileri ile değil kıtanın iç taraflarından gelenlerle de münasebet kuruyorlar ve aynı zamanda Doğu ve Güney Asya ile Afrika sahilleri ve Mısır arasındaki ticaretin önemli bir halkasını oluşturuyorlardı. Hatta bazı limanlarda kıtanın iç bölgeleriyle irtibat sadece müslüman tacirler vasıtasıyla sağlanabiliyordu.
Hz. Peygamberden sonra Hulefâ’yi Râşidîn devrinde ticaret yollarının emniyeti konusuna verilen önem. Afrika ile münasebetlerin gelişmesinde büyük rol oynadı. Emevî ve Abbasî devirlerinde devletin sınırlarının genişlemesi, refah ve servetin artması, ticarî münasebetleri daha da geliştirdi. Fildişi, altın ve diğer madenleri temin maksadıyla Hint Okyanusu’na açılarak Afrika sahilleri boyunca ilerleyen ve gittikçe güçlenerek bu bölgelerde ticareti kontrol altına alan müslüman tüccarlar daha hicrî ikinci asırda Rodezya’nın kuzeyindeki altın kaynaklarına ulaşmayı ve Zimbab-ve’den hayvan sırtında demir gibi bazı madenleri getirmeyi başardılar.
Emevîler devrinden başlamak üzere kabile, aile ve dinî cemaatler arasında görülen mücadele ve çatışmalar sonucu zaman zaman bazı gruplar, hükümdarların ve rakiplerinin sultasından uzak buldukları Doğu Afrika sahillerine ve özellikle Habeşistan’a toplu halde hicret ettiler. Bunların ilki 65 (684) yılında Haccâc’ın yönetiminden rahatsız olarak Şam yöresinden ayrılan bir grupla aynı yıl Abdülmelik b. Mervân’ın gönderdiği ordudan kaçarak Afrika sahillerine göç eden Uman İbâzîleri’dir. Yine Abdülmelik b. Mervân zamanında, daha önce Hz. Ömer devrinde de bir defa yapıldığı gibi. Kızıldeniz’de gemilerin rahatça dolaşmasını sağlamak üzere Habeş korsanlarının üzerine bir ordu gönderilerek barınakları olan Dehlek adası ele geçirildi (702). Bu, aynı zamanda Doğu Afrika sahillerinde gerçekleştirilen ilk fetihtir ve bu fetihten sonra müsiüman tacirler Dehlek adası ve Massava Limanı yoluyla Habeşistan içlerine kolayca nüfuz etme imkânı bulmuşlardır. Abdülmelik b. Mervân zamanında Afrika’ya göç eden müslümanlar Hint Okyanusu’nun bugünkü Kenya ve Tanzanya kıyılarındaki liman ve adalarda Lamu, Pate. Malindi, Mombasa ve Zengibar gibi şehirleri kurdular. Hişâm b. Abdülmelik zamanındaki Şîa isyanları sırasında çıkan bir savaşta Zeyd b. Ali’nin öldürülmesi üzerine göç eden taraftarları, Somali kıyılarındaki Benâdir bölgesine yerleştiler (740). Bu Zeydî Şiîler’den bazıları Abbasî devrinin başlarında da daha güneydeki Pemba adasına göçtüler. İslâmiyet’ten önce Araplar’ın ticarî münasebet kurmuş bulundukları Komor adaları ve Madagaskar’a da İslâmiyet hicri birinci asırda girdi.
Abbasîler zamanında Karmatîler’in çıkardıkları iç karışıklıklarda. Ahsa hükümdarının baskısından kaçan büyük bir grup Somali sahillerine hicret ederek orada bugünkü Somali’nin başşehri olan Makdişu (Mogadişu) şehrini kurdular (907) Bu bölgenin daha önceki sakinleri olan Zeydîler bu Sünnî grupla imtizaç edemeyerek daha güneye ve iç bölgelere çekilip karşılıklı evlenmeler yoluyla yerli halka karışarak Arap ve Zenci karışımı bir topluluk meydana getirdiler. Bunlara muhtemelen Ümmet-i Zeydiyye’den muharref olarak Emüzeydiç denildi. Ahsâ’dan göç eden Araplar daha sonra Brava ve Merka gibi bazı şehirleri kurdular.
X. yüzyılın ortalarında Şiraz hükümdarı, annesinin Habeş asıllı olması sebebiyle diğer kardeşleri tarafından aşağılayıcı bir muameleye mâruz kalması üzerine, aile ve tebaasından bir grupla birlikte Hürmüz adasından hareketle Afrika sahillerine yöneldi. Kendileri Şiî olduklarından Makdişu Limanı’na uğra-mayarak daha güneylere indiler ve bugünkü Tanzanya kıyılarında bulunan Kilve şehrini kurdular. Burada zamanla güçlü bir devlet meydana getiren Şîrâ-zîler’in hâkimiyeti altındaki topraklar kuzeyde Zengibar ve Pemba adasına, güneyde Süfâle’ye (Sofala) kadar uzanmaktaydı. Bunlar XVI. yüzyılın başlarında Portekizliler’in gelişine kadar hâkimiyetlerini sürdürdüler. Kilve ve Zengibar havalisi, XVII. yüzyılın sonlarına doğru Maskat (Uman) sultanları tarafından Portekizliler’den geri alınarak tekrar müslümanların hâkimiyetine sokuldu. Portekizliler bölgeye geldiğinde Kilve’de 500’den fazla cami bulunuyordu.
XII. yüzyılın başlarında Uman’da Nebhânîler Devleti’nin yıkılışından sonra, hükümdar Süleyman b. Süleyman’ın maiyetinde büyük bir grup Afrika’ya hicret ederek bugünkü Kenya kıyılarında yer alan Pate adasına vardılar. Adanın Arap ve İran asıllı sakinlerince iyi karşılanan Nebhânîler daha sonra yönetimi ellerine alarak XIX. yüyıla kadar hâkimiyetlerini sürdürdüler.
Sahil boyunca teşekkül eden müslüman sultanlıklar zamanla ticarî faaliyetlerini arttırarak özellikle altın ve fildişi temini maksadıyla Rodezya ve bugünkü Güney Afrika Cumhuriyeti’nin kuzeydoğu taraflarından kıtanın içlerine nüfuz ettiler. Mozambik’in Güney Afrika Cumhuriyeti sınırına yakın bir yerde bulunan Süfâle XVI. yüzyılda bölgenin en önemli altın ihraç limanıydı. Afrika’nın Hint Okyanusu sahilinde kuzeyde genel olarak Araplar, güneyde ise İran asıllılar hâkimdiler. Kıyı boyunca ve özellikle Zengibar ve Kilve havalisinde muhacirlerle yerli halkın kaynaşmasından Sevâhilî (sahilliler. kıyıda yaşayanlar) denilen karma bir halk oluştu. Bunlar aynı adı taşıyan ve Bantu dili ile Arapça’nın karışımı olan bir dil konuşuyorlardı.
İç Bölgelerde Yayılışı.
İslâmiyet’in Afrika kıtası ile karadan ilk münasebeti Hz. Ömer’in hilâfeti sırasında Amr b. Âs’m Mısır’ı fethetmesiyle (20/641) olmuştur. Bizans hâkimiyeti ve kilisenin halk üzerindeki baskısı Mısır’ın fethini ve İslâmiyet’in buranın yerli halkı olan Kiptiler arasında yayılmasını kolaylaştırdı. Öyle ki Kıptîler’in çoğu daha fetih tamamlanmadan müslüman oldu ve sayılan gittikçe arttı. Bu yüzden Hz. Osman zamanında (643-655) Mısır’dan elde edilen haraç on iki milyon dinar iken Muâviye zamanında (661-679) bu miktar yedi milyon dinara düştü. Ömer b. Abdülazîz devrinde (717-720) bu miktann son derece azalması üzerine, Mısır valisi bundan böyle müslüman olacak kimselerden cizye vergisinin düşürülmemesi-ni teklif ettiyse de halife Ömer b. Abdülazîz, “Allah Hz. Muhammed’i câbî (vergi toplayan) değil, dâî (doğru yola çağıran) olarak göndermiştir” diyerek bunu reddetti.
Mısır’ın fethinden sonra müslümanlar ülkenin güney sınırından gelebilecek muhtemel bir saldırıya karşı Nûbe’ye yöneldiler. Ukbe b. Nâfi’in Nûbe’ye düzenlediği sefer bir sonuç vermedi ve Nûbeliler’le bir anlaşma yapıldı (641). Daha sonra Mısır Valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebû Şerh, Nûbe içlerinde Dongola’ya kadar vardı ve yine karşılıklı güven ve ticarî iş birliği esasına dayalı bir anlaşma yapıldı (651). Bu arada Kızıldeniz ile Nil arasındaki Becâ bölgesinde yaşayan halkın birçoğu İslâmiyet’i kabul etti. Daha sonraki yıllarda Mısır’da haraç âmili olan (723-734) Ubeydullah b. Habhâb Becâlılar’la bir anlaşma yaptı ve bunun ardından aralarında Cüheyne. Himyer ve Hevâzin gibi tanınmış kabile mensuplarının da bulunduğu birçok Arap Becâ ülkesine yerleşti. Bu yeni İskân hareketinden sonra İslâmiyet bölgede süratle yayıldı ve hicrî II. yüzyılın başlarından İtibaren bazı Becâ hükümdarları da İslâm’a girmeye başladı.
Mısır ile Sudan arasına yerleşmiş bulunan Benî Rebîa kabilesi X. yüzyıldan itibaren Becâlılar’la münasebetlerini geliştirerek Allâki madenlerini kontrolleri altına aldılar. Bu asnn müslüman müellifleri Becâ bölgesindeki Sevâkin (Suakin) ve Ayzâb (Aidhab) gibi şehirlerdeki parlak İslâmî hayatı tasvir etmektedirler. Selâhaddîn-i Eyyûbî zamanında Nûbelîler’in düşmanca bazı teşebbüsleri sebebiyle Selâhaddin’in kardeşi Turan Şah Aşağı Nûbe’yi istilâ etti (1173), fakat ülkeyi ilhak etmedi. Muhacir ve tacirler vasıtasıyla İslâmiyet giderek gelişme gösterirken Nûbe’de çok eski tarihlerde yerleşen Hıristiyanlık gittikçe zayıflamaya yüz tuttu ve İlk defa XIV. yüzyılda Nûbe’de müslüman sultanlıklar görülmeye başladı. Bölgenin en büyük yerleşim merkezlerinden biri olan Dongola şehri hükümdarı İslâmiyet’i kabul etti ve Mısır halifesi adına hutbe okuttu.
Hz. Peygamber zamanında yapılan hicretlerden sonra asırlar boyunca müslümanlann Habeşistan’a nüfuzu son derece sınırlı olmuştur. Hz. Ömer devrinde Kureyş kabilesinin Benî Manzum kolu Habeşistan’a hicret etmişti. Bunların bugünkü Adisababa’nın bulunduğu yerdeki Süve (Shoa) bölgesinde müslüman bir sultanlık kurdukları (896) bilinmektedir. Bu tarihlerden itibaren müslümanlar Habeşistan’ın içlerine nüfuz etmeye başladı, güneyde Sİdâmâ ile kuzeyde Tigre’ye yerleştiler. Daha iç taraflarda bulunan Cuba (bugün Sudan’ın güneyindeki Juba) bölgesi İslâmiyet’i kabul etti. XII. yüzyılın başlarında Şüve hükümdarları burayı hâkimiyetleri altına aldılar ve İslâmiyet Şüve’nin doğusunda yayılmaya başladı. XIII. asırda Şüve’nin doğusunda sahilde Zeyla’a varan bölgede Evfât Sultanlığı kuruldu. XVI. yüzyılın ilk yansında Harar Emîri Ahmed Gran Habeşistan’ı kuzey sınırlarına kadar istilâ etti. Bu istilânın müslümanların Ülke içlerine nüfuzu ve İslâmiyet’in yayılmasına büyük tesiri oldu. Daha sonra Portekizliler’in yardımıyla müslümanlar mağlûp edilmekle birlikte, hıristiyan kiliselerinin rekabeti ve hıristiyan din adamlarının içine düştükleri ahlâkî çöküntü karşısında İslâmiyet yayılmaya devam etti. Habeşistan topraklarında muhtelif dönemlerde ortaya çıkan müslüman sultanlıklar, Habeşistan Hıristiyan Krallığı’na zaman zaman vergi ödemek zorunda kalmalarına rağmen hükümranlıklarını sürdürerek İslâmiyet’i yaymaya devam ettiler.
İslâmiyet Batı Sudan’a XI. yüzyılda girmekle birlikte Doğu Sudan’da (Mısır Sudanı) ancak XIV. yüzyılda Nûbe’de Dongola Hıristiyan Krallığı’nın yıkılışından sonra geniş şekilde yayılmaya başladı. Fakat Dongola ile Alve’nin İslâm hâkimiyetine girmesine rağmen güneyde Habeşistan engeli sebebiyle Sennâr’dan öteye geçilemedi. Orta Sudan’da Kordofan, Dârfûr ve Bornu istikametinde ilerleme kaydedildi. XVI. yüzyılın başlarında Sennâr ve havalisinde kurulan Func İslâm Sultanlığı, XVIII. yüzyılın sonlarına kadar hüküm sürdü. Bu sultanlık Sudan’da kurulan ilk İslâm devleti idi ve en parlak dönemi olan XVIII. yüzyılda sınırlan güneyde Fazugli, doğuda Kızıldeniz, kuzeyde Üçüncü Şelâle ve batıda Kordofan’a kadar uzanıyordu. Daha önceleri muhacir Araplar’ın gelip yerleştikleri Kordofan bölgesine İslâmiyet’in girişi erken tarihlerde vuku bulmuştu; Arapça konuşulan kuzey ve orta kısımlarda halkın hepsi müslüman olup güneyde ise İslâmiyet daha çok ticaret yollan boyunca yayılmışta. XIV. yüzyılda Tunus’tan ve doğudan gelip Dârfûr’a yerleşen müslümanlar XVI. yüzyılda güçlü bir İslâm devleti kurdular. Mehmed Ali Paşa’nın Doğu Sudan’ı fethine kadar bölgenin en güçlü devleti olan Dârfûr’un sultanları Babıâli ile de münasebet kurmuşlar, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz’den hükümdarlıklarını tanıyan fermanlar almışlardır. Dârfûr’un batısında yer alan Vaday’da XVIII. yüzyılın başlanndan itibaren İslâmiyet yerli halk arasında yayılmaya başlamış ve bu sırada kurulan Vaday Sultanlığı XX. yüzyılın başlanna kadar hüküm sürmüştür.
Somali topraklarının Arabistan’a yakınlığı, burayı İslâm’ın ilk tebliğ faaliyeti alanlanndan biri haline getirmiştir. Ülkenin güney sahillerine müslüman muhacirler erken tarihlerde yerleştiler. İslâmiyet’in sahilde kolayca yayılmasına karşılık iç bölgelerin İslâmlaşması daha yavaş ve genellikle tarikatlar vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Ülkenin kuzeyinde Habeşistan’ın güney sınırlan boyunca XIV. yüzyıldan başlayarak kurulan Zeyla, Adal ve Harar gibi müslüman sultanlıkların da Somali’de İslâmiyet’in yayılmasında önemli tesirleri olmuştur.
Doğu Afrika’da İslâmiyet’in yayılışı temelde barışçı yollarla sağlanmıştır. Kı-zıldenlz ve Hint Okyanusu sahilleri boyunca çok eskilere varan ve İslâmî devirde gittikçe gelişen ticarî münasebetlerle çeşitli zamanlarda meydana gelen göçler Doğu Afrika’nın İslâmlaşmasına temel teşkil etmiştir. Gerek Mısır’ın fethini müteakip güneyde Nûbe’ye doğru girişilen fetih hareketi, gerekse sahillerde ve daha sonraları iç bölgelerde oluşan müslüman sultanlıkların yerli putperest ve hıristiyanlarla zaman zaman yaptıktan savaşlar, düşmanın mukavemetini kırmada faydalı olmuşsa da müslümanlann taraftar kazanması daima barışçı yollardan sağlanmıştır. Seyyahlar ve araştırmacıların verdikleri bilgiler, İslâmiyet’in Afrika’da zorlayıcı tedbirlerle değil tamamen barışçı yollarla yayıldığını açıkça göstermektedir.
Müslüman tacir ve tebliğcilerin günün belli zamanlannda abdest alıp namaz kılmaları, dua etmeleri, cuma ve bayram namazları, kurban kesme gibi ibadetleri yerlilerin dikkatini çekmiş, kendileriyle kurulan yakın ve samimi münasebetler, muhtaç ve kimsesizlere yapılan yardımlar güven telkin etmiş ve müslümanlarla kolayca kaynaşmalarını sağlamıştır. Bilgi, kültür ve ahlâk bakımından müslümanlann sahip olduklan üstünlük de onlara büyük bir itibar kazandırmıştır. Müslüman tacir ve muhacirlerin yerli kadınlarla evlenerek onlarla kaynaştıktan konusunda kaynaklar son derece açıktır. Bu da İslâm’ın yayılışını kolaylaştıran önemli hususlardan biridir. Müslüman tebliğcilerin sınıf farkı gözetmemesi ve yerlilerin müslüman olur olmaz tebliğcilerle kendilerini eşit durumda görmelerine karşılık, hıristiyan misyonerlerin kendilerini yerli halktan üstün görmeleri, yerli kadınlarla evlenmemeleri, İslâm’ın siyahların dini, Hıristiyanlığın da beyazların dini olduğu şeklinde bir kanaatin doğmasına yol açmıştır. Diğer taraftan İslâmiyet’i kabul etmekle parlak bir kültür ve medeniyetin bir ferdi olma imtiyazını eide etme ve bütün İslâm ülkelerinde serbestçe dolaşma imkânına kavuşma düşüncesi de müslüman olmayı yerlilerin gözünde cazip hale getirmiştir. İslâmiyet’in dağlık bölgelerden çok vadi ve ovalarla ana yollann çevrelerinde yayılmış olması da ticaretin bu konudaki rolünü göstermesi bakımından önemlidir.
Bat sömürgecilik hareketinin, Afrika’da İslâmiyet’in yayılmasına dolaylı yoldan da olsa müsbet bir tesiri olmuştur. Sömürge altındaki ülkelerde düzen ve güvenliğin sağlanması, demiryollarının açılması, ana yollara bağlanan tâli yolların yapılması, müslüman tacir ve teb-liğcilerin iç bölgelere nüfuzunu kolaylaştırmıştır. Sömürgeci devletlerin idarî görevlerdeki yardımcı personeli ve açılan okullarda ders veren hocaları daha çok fikrî ve kültürel bakımdan ileri olan müslümanlardan seçmeleri, hem İslâm tebliğini kolaylaştırmış hem de müslüman olmayı yerlilerin gözünde cazip hale getirmiştir.
Doğu Afrika’da İslâmiyet’in yayılmasında etkili olan diğer bir faktör .de tarikatlardır. Özellikle dışarıdan gelen muhacir müslümanlann yerleştikleri yerlerde cami ve medreseler baştan beri mevcut olagelmiştir. Daha sonraki asırlarda özellikle tarikatların İslâm’ı tebliğ konusunda gösterdikleri faaliyetler, cami ve medreselere tekke ve zaviyeleri de eklemiştir. Cami, medrese ve zaviyeler dinî Öğretim ve tebliğin birer merkezi idi. Buralarda ders veren ve irşad-da bulunanlar Fas, Tunus, Kayrevan, Kahire, Şam, Bağdat. Mekke ve Medine gibi İslâm ilim merkezlerinde tahsil görüp dönüyorlardı. Açılan medreselerde hem müslüman hem de putperest yerli çocuklar birlikte okutuluyor, kimsesizler toplanıp müslüman olarak yetiştiriliyordu. Tahsilini buralarda tamamlayanlar dört bir tarafa tebliğe gönderiliyorlardı. İslâm’ı sade ve basit bir dille tebliğ eden bu âlim ve mürşidler, yalnız müslümanların değil yerlilerin gözünde de büyük bir itibara sahiptiler. Bazı bölgelerde sosyal mevki bakımından kabile reislerinden sonra gelir, birbirine düşman topraklardan serbestçe geçebilirlerdi.
Doğu Afrika’ya tarikatların girişi, özellikle yakın münasebetleri bulunan Yemen ve Hadramut tacir ve muhacirleri vasıtasıyla olmuştur. Bu bölgeye giren en eski tarikat Kâdirîlik’tir. Kadirîliğin Doğu Afrika’ya VIII. {XIV.) asırdan önce girmediği ileri sürülmekle birlikte, Kızıldeniz kıyısındaki Massava şehri halkı Abdülkadir-i Geylânînin (ö. 561/1165-66) orada vefat ettiğine inanmakta ve Massava’da onun adını taşıyan ve aynı zamanda ziyaretgâh olan bir cami bulunmaktadır. Massava’nın ardından daha güneyde Zeyla’ ile Somali’nin Hint Okyanusu sahillerindeki Makdişu’da yayılan Kadirîlik, XVI. yüzyıla doğru Habeşistan içlerindeki Harar bölgesine girdi. Ahmed Gran’ın fetihleri boyunca (1506-1543) bütün Habeşistan’da ve daha sonra da Somali, Tanzanya ve diğer yörelere yayıldı. Doğu Afrika’da etkili tarikatlardan biri de Mîrganiyye’dir (Hatmiyye). Bu tarikat, İdrisiyye’nin kurucusu Ahmed b. İdris’in (ö. 1253/1837) Mısır ve Sudan’da tarikatı yaymak üzere gönderdiği Muhammed b. Osman el-Mîrganî (ö. 1268/1852) tarafından şeyhinin ölümünden sonra Kesela’da (Doğu Sudan) kuruldu. Onun zamanında İslâmiyet’in tebliği Kesela bölgesinde zirveye ulaştı. Daha sonra tarikat Kızıldeniz sahilindeki Sevâkin, Massava ve Eritre’de yayıldı. XIX. yüzyılın ilk yansında
Kuzey Afrika’da kurulan Senûsîlik, Doğu Afrika’da özellikle Somali ve Gala (Galla) bölgesinde etkili oldu. Aynı zamanda dinî bir ıslah hareketi olan Senûsîlik medrese ve zaviyelere büyük önem verdi. Senûsîler’in köleleri satın alıp azat ederek tarikatın merkezinde eğittikten sonra tebliğde bulunmak üzere kendi memleketlerine geri göndermeleri son derece etkili olmuştur. Diğer tarikatlardan Ahmediyye daha çok Somali’de, Şâzeliyye Tanzanya’nın güneyinde. Ti-câniyye Habeşistan’da. Semmâniyye de Sudan ve Eritre’de yayılmıştır.
Bugün Doğu Afrika ülkelerinden Somali, Cibuti ve Komor adalarında nüfusun tamamı müslümandır. Sudan’da müslümanlann oranı %70. müslümanların çoğunlukta bulundukları Eritre bölgesinde 1960tan beri örgütlenerek bağımsızlık mücadelesi verdikleri Habeşistan’da (Etiyopya) %50 dolaylarında. Tanzanya’da %40. Mozambik’te % 18, Kenya’da %7.5 ve Madagaskar’da %5’tir. Tanzanya, Mozambik ve Kenya’da müslüman nüfus daha çok sahil boyunca yoğunluk göstermektedir.
Hint Okyanusu sahilleri boyunca yer yer bazı Şiî gruplar bulunmakla birlikte Doğu Afrika ülkelerinin hemen hepsinde halkın çoğunluğu Sünnî’dir ve Şafiî mezhebine mensuptur. Yalnız Sudan’da Mâlikî mezhebi hâkim olup Tanzanya’da Afrika menşeliler Şafiî, Hintliler Hanefî, Umanlılar ise Sünnî olmayıp İbâzi’dir. Kenya’da çoğunluk Şafiî olmakla birlikte Asya menşeliler Hanefî, Sudanlılar da Mâlikî’dir.
- Afrika’da Din
- Afrika’da İslamiyet
- Kuzey Afrika’da İslamiyet
- Batı ve Orta Afrika’da İslamiyet
- Doğu Afrika’da İslamiyet
Bibliyografya
1- Lottırop Stoddard. Hazirü’l- Silemi’l-lslâmi (trc. Accâc Nüveyhid, nşr. Şekîb Arslan), Beyrut 1394/1973.
2- Ahmed İbrahim Diyâb, Lemehât mine’t-tarihi’l-el-hadîş, Riyad 1401/1981.
3- T. W. Arnold, İntişâr-ı İslam Tarihi (trc. Hasan Gündüzler). Ankara 1982.
4- Muhammed Abdullah en-Nakire. İntişârü’l-İslâm fî Şarki Ifrîkıyye ve münâhedatü’l-Ğarbi lehû, Riyâd 1402/1982.
5- H. İbrahim Hasan, İntişârü’l-İslâm fi’l-kârreti’lfrikıyye, Kahire 1984.
6- P. Balta, L’lslam dans le monde, Paris 1986.
7- Hasan Ahmed Mahmûd, el-lslâm ve’ş-şekâfetul-‘Arabiyye fi Ifrîkıyâ, Kahire 1986.
8- M. Ali Kettânî. Müslim Minoriües İn the World Today, London 1987.
9- Hüseyin Mü’nis, Atlasu Târîhi’l-İslâm, Kahire 1407/1987.
10- Ünver Günay, “Zenci Afrika’da İslâmiyet’in Yayılışının Belli Başlı Safhaları”, Islâmî İlimler Fakültesi, Prof. Dr. M. Tayyib Okiç Armağanı, Ankara 1978.
11- Ünver Günay, “Zenci Afrika’da İslâmiyet’in Yayılışının Temel Etkenleri”, İslamf İlimler Fakültesi Dergisi, sy. 4, Ankara 1980.
12- Z. I. Oseni, “The Prophet’s Contact With Africa”, The Müslim World League Journal, K/U. Makkah 1982.
13- Muhammed Hamîdullah, “African Muslims in the Time of the Prophet”, a,e, XII/9-10(1985).
TDV İslâm Ansiklopedisi