TURANCILIK ve TÜRKÇÜLÜK
Zincirleme yenilgilerin ve bağımsızlık savaşı vererek imparatorluktan kopan toplulukların ezikliğe ve kötümserliğe ittiği Osmanlı aydınları için birleştirici ve güçlendirici bir ideoloji XIX. yy. ortalarında zorunlu hale gelmişti. Avrupa’da hızla yaygınlaşan Panislavizm ve bu akım içinde kenetlenen gruplann özellikle Türkler’e karşı cephe alışları izlenmesi gereken yolu açıkça gösteriyordu. Bu arada Rusya’da Türkler’in toplu halde yaşadıktan bölgelere Rus göçmenlerin yerleştirilmeleri ve bu yoldan Türkler’in dağılmağa zorlanmaları yürünecek yolu daha da belirgin hale getiriyordu.
Bunun doğal sonucu olarak bütün Türkler’i tek toplum halinde ve ilk vatan sayılan Turan’da birleştirmeyi öngören fikir Rusya’da, Kırım’lı İsmail Gaspıralı (1841 -1914) tarafından ortaya atıldı. Gaspıralı yayımladığı Tercüman gazetesinde Sibirya, Kafkasya, Türkistan ve İran’ın kuzey kesimlerinde yaşayan Türkler’i ırksal bir bütün halinde, tek bayrak altında birleşmeğe çağırıyordu.
Böylelikle doğan Turancılık osmanlı aydınının psikolojisine de uygun düştüğü için İkinci Meşrutiyet döneminde Turancılık Osmanlı İmparatorluğu’nda İslâmcılık ve Türkçülük ile birlikte yaygın ve güçlü akımlardan biri haline gelmişti. Bunun temel kadrolan arasında bazı Jön Türkler de yer alıyor, öğretinin yaygınlaştırılması göreviyse Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmet. Hüseyinzade Ali gibi kimselere düşüyordu. Sonra bunlara Mehmet Emin, Ahmet Hikmet, Dr. Akil Muhtar gibi yazar ve düşünürler katıldı, akım Türk Derneği gibi bir yayın organına kavuştu. Yararlanılan en önemli kaynaklar başta Macar Türkologları ve özellikle Arminius Vambery olmak üzere İngiliz Arthur Lumliy Davids, fransız Leon Cahun ve mecar asıllı Mustafa Cekettin (Constantine Borzecki) Paşa gibi bilgin ve yazarların Turan ve Türkler’le ilgili araştırmalanydı. karışan akımlar
Gerçekte bu dönemde Turancılık ile Türkçülüğün, hattâ milliyetçiliğin bir ölçüde birleştiği, vakit vakit de özdeş sayıldığı görülür. Zira Osmanlı împaratorluğu’-nun ülkesi Turan olmadığı gibi toplumsal yapısı bakımından bu devletin Turancılığın dayandığı ırkçılığı, Türkçülük ve milliyetçiliği de kendine bayrak yapabilmesi mümkün değildi. Ancak, imparatorluktan kopanlar hep ırkçılık ve milliyetçilik sloganlarına sarıldıkları için, bunlardan arta kalan toplumu bütünlük içinde birarada tutabilmek için ortak nitelikleri biraraya getiren unsurlara ihtiyaç vardı. Bunlar da belde ve ırk açısından Türklük’ le özdeş hale gelmiş turan ve türk kültürünün bütün boyutlanyle ortaya çıkarılmasını ve canlandırılmasını amaç edinen Türkçülük ve bunlann birleştirici verisi olan milliyetçilik olabilirdi. Nitekim, özellikle daha sonraki devrelerde Turancılık, suç konusu olan ırkçılık açısından dava konusu yapıldığında kovuşturmaya uğrayanların hep özdeşleştirilen öbür kavramların arkasına sığınmağa çalıştıkları görülecek, bu da kamuoyunda Türkçülüğün ve milliyetçiliğin suç sayılması gibi karışık düşüncelere yol açacaktı. Hattâ 1940’lardaki Turancılık olaylannda bu hep böyle olmuş, Anayasa’-ya da, öbür yasalara da aykırı olarak ırkçılık ideolojisi güdenler, Türk toplumunu ırksal bölünmelere ve çatışmalara sürükleyebilecek tahrikleri düzenleyenler adalet önüne çıkarıldıklarında savunmalarını daha çok Türkçülük ve milliyetçilik temellerine dayatmağa çalışmışlardır.
Parti ve Turancılık
Ordu saflarındaki etkili taraftarları, bazı yazar ve fikir adamlarının çabalan sayesinde XX. yy.ın başlarında Turancılık İttihat ve Terakki’nin devlet politikası haline gelmişti. Bir yandan bu ideolojiyi yaygınlaştıracak dernekler kurulur ve bunlar çoğaltılırken Ziya Gökalp, Halide Edip Adıvar gibi yazar ve düşünürler Turancılığı bütün Türkler’in Turan’da toplanması ve Turan diye tanımlanan, İran’ın kuzey kesimlerinden Altaylar’a, kuzeyde Moğolistan’a kadar uzanan, böylelikle Doğu Rusya’nın tama yakın kısmını içine alan coğrafi bölgenin tümüyle Türk ülkesi olmasını öngören biçimde işliyorlardı. Bunlardan Ziya Gökalp daha da ileri giderek, biraz da kavram karışıklığını göze alarak, Turancılık ilkelerini Türkçülük adı altında toplamıştı. Bununla birlikte Gökalp bilinçli olarak Türkçülüğü ön plana alıyor, Turan’ı ise uzun vadede ulaşılacak bir hedef olarak göstermeyi yaratmak istediği milliyetçilik akımının taktiğine daha uygun buluyordu.
I. Dünya Savaşı öncesinde yaygın örgütlenme düzeyine ulaşan Turancılık savaşın kaybedilmesinden sonra bu durumun sorumluları için âdeta bir sığınak ideoloji durumuna gelecek, bunun sonucu olarak da kendi açısından Osmanlı İmparatorluğumu yitirecek olan Enver Paşa Kafkasya’dan başlayarak Turan’ı fethe çıkacaktı.
Bu durum Kurtuluş Savaşı yıllarından başlayarak Türkiye’de ve çevresinde meydana gelen siyasal gelişmelere uygun biçimde değişti. Her şeyden önce Milli Mücadele’nin daha başlarında Misakı Milli’-nin kabul edilmesiyle kutsal belde Turan’a bağlanan umutlar bir yana bırakılmış oluyordu. Ayrıca, Turan topraklarının tama yakın kısmına sahip olan Rusya’da siyasal düzen değiştiği gibi eski düşmanlık da dostluğa dönüşmüştü.
II. Dünya Savaşı
Türkiye’de koşullar II. Dünya Savaşı yıllarında bir kere daha ve ters yönde değişti. Sovyetler’le yakın dostluk yılları geride kalmıştı. Türkiye’deki Nazi Almanya’sı hayranlarından pek çoğu Hitler’in başarılarını onun ırkçı ideolojisine bağlıyorlardı. Almanya ise Sovyetler’e karşı yaptığı savaşın çekilme aşamasında pek çok Türk’ü esir olarak Rusya’dan alıp götürmüştü. Asıl amaç Türkiye’yi Almanya safında savaşa sokmak olmakla birlikte bu amaca ulaştıracak yöntemlerden biri olarak Almanya’daki esir Türkler’i de bünyesinde toplamak üzere Türkiye ve Pakistan’daki Türkler’i biraraya getirecek bir federasyon fikri elaltından yayılıyor, Almanya ise böyle bir fikrin gerçekleşmesine inanmasa bile savaşa girmemekte direnen Türk Hükûmeti’nin karşısında böyle bir baskı grubunun çıkmasından yarar umuyordu. Bu defa olayın liderliğini Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan gibi kimseler yapıyor, bunların yakın çevresinde de Reha Oğuz Türkkan, Fethi Tevetoğlu, Ahmet Karadağlı, Nuriiman Karadağlı, Alparslan Türkeş, Cihat Savaşfer, Nurullah Banman, Heybetullah, Hamza Sadi Özbek, İsmet Tümtürk, Necdet Sancar, Ortıan Şaik Gökyay, Faiz Hisarcıklı, Haşan Ferit Cansever v.d. kimseler yer alıyordu. Topluluk dernekleri ele geçirme yoluyle örgütlenmeye yönelmiş, vakit vakit kapatılan, sonra yeniden çıkarılan Bozkurt, Orhun, Atsız gibi dergiler kurmuştu.
Turancıların bu dönemdeki faaliyeti 1943 yılı sonlarına kadar yayın alanında oldukça etkili biçimde, eylem alanında da kadro olarak genişlemeğe önem verilerek sürdürülüyordu. Ara sıra girişilen küçük çaptaki gösteriler fazla dikkati çekmediği için üzerinde durulmuyordu. Ancak 1944 başlarında Sabahattin Ali’nin Nihal Atsız aleyhine açtığı yayın yoluyle hakaret davası yüzünden Turancıların Ankara’da düzenledikleri büyükçe bir gösteri sıkıyönetim komutanlığının olaya elkoymasına yol açtı ve aynı yılın sonlarında beraatla biten davanın kovuşturma safhası Turancıların amaçları ve çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi toplanmasırsat verdi. Bu bilgilere göre Turancılar Türkiye’de kesin ve geniş bir ırk arıtımı istiyorlar, yasalara göre Türk sayıların ırksal köklü yönünden inceleme konusu yapılmasını, alınacak sonuca göre kendi ölçülerince türk olmayanların ülkeden sürülüp atılmalarım, gidecek yerleri olmayanların da ailelerinin dağıtılmasını tasarlıyorlardı. Dava beraatla sonuçlanmakla birlikte daha sonraki yıllarda Turancıların örgütlü çalışmalarına pek rastlanmadı, yayınlan da dağınık ve sönük kaldı.
Türkçülük
Türkçülük, Türkiye’de özellikle İkinci Meşrutiyet’ten sonraki dönemde geniş bir aydınlar topluluğunca savunulmuş, yönetim ile toplum yaşantısında etkili olmuş bir kültür ve siyaset hareketidir. OsmanlI Devleti içinde îslâm dini ilkelerine kesin biçimde bağlanarak İslâm dünyasıyle bütünleşme veya batı uygarlığını eksiksiz uygulama görüşlerinin karşısında Ziya Gökalp’ın temsil ettiği Türkçülük akımı yer almıştır. Gökalp’m Türkçülükle ilgili görüşleri genel merkez üyesi olarak görev aldığı İttihat ve Terakki Fırkası’nın siyasetini kuvvetle etkilemişti. Bu görüşlerin genellikle Rusya Türkleri arasından yetişmiş siyaset ve bilim adamlarının Panislavizm akımına karşı savundukları Pantürkizm veya Turancılık hareketine de büyük bir yakınlığı vardı. Fakat Ziya Gökalp, Turancılığı Türkçülüğün ancak uzak ideali saydığını belirtmiş, öte yandan da “Türkleşmek -İslâmlaşmak – muasırlaşmak” formülüyle Türkçülüğü Türkiye’de kalabalık taraftarları bulunan öteki iki akımla birleştirme yoluna gitmişti.
Cumhuriyet dönemindeki bağımsızlık ve ulusal kaynaklara yöneliş hareketleri Gökalp’m Türkçülükle ilgili görüşlerine bağlanıyordu. Daha Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında geçerlik kazanmış pek çok kavram (Milli Mücadele, Kuvayı Milliye, Milli Hâkimiyet, Misakı Milli v.b.), “Milliyetçilik=Türkçülük” temeline dayanır. Türkçülüğün programı olarak Gökalp’ın gerçekleştirilmesini önerdiği ilkeler “dil, güzel sanatlar, ahlâk, hukuk, din, iktisat, siyaset, felsefe” alanlarını kapsıyordu- Cumhuriyet’in ilânından sonra gerçekleştirilen devrim hareketleri de aşağı yukarı bu alanlara yöneldi. Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nda Türkiye Devleti’nin “Milliyetçi” nitelik taşıdığı açıklanmış (madde 2), aynı ilkeye Cumhuriyet Halk Fırkası’nın altı oklu ambleminde de işaret edilmişti. Fakat milliyetçilik teriminin coğrafî alanda Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına yönelen siyasî hareketleri veya Türkiye’de ırk esasına dayandırılacak ayrımları hiç bir şekilde karşılamıyacağı da ısrarla belirtiliyordu. Türk Ocakları’nın kapatılmasına (1931) yol açan nedenler arasında, Türkçülüğü bu sınırlamanın dışına çıkarak yorumlayan görüşlerin de etkisi olmuştur. Tek parti döneminin resmî ideolojisi içinde Türkçülüğün ırkçı-Turancı yorumlardan uzak tutulmasına büyük bir dikkat gösterilirdi. İdeolojik çekişmelere meydan vermeme kaygısı daha başka akımlar gibi Türkçülüğün de herhangi bir şekilde tartışma konusu yapılmasını engellemişti. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bir yandan marksist görüşlerin yaygınlaşmasını önleme isteği, öte yandan halk kütlelerinin gelenekçi eğiliminden yararlanma çabası siyaset çevrelerinde Türkçülüğe dayandırılan çeşitli yeni hareketlere yol açtı: Türk Ocakları tekrar açıldı (1949). Türkçülüğü ırkçı veya İslamcı görüşlerle birleştirme girişimlerine geçildi, siyasal programını doğrudan doğruya Türkçülüğe dayandırmağa ve bütün çağdaş ilişkileri yalnız bu ilkeye dayanarak düzenlemeğe girişen partiler kuruldu: Yalnız Vatan İçin Partisi, Ergenekon Köylü ve İşçi Partisi v.b. Bunların dışındaki daha başka partiler de (Milli Kalkınma Partisi, Türkiye Köylü Partisi v.b.) bu ideolojiyi savunuyordu. Siyasal partiler yanında Türkçülük programına dayandığını ileri süren başka kuruluşlar meydana getirilmişti. Bunlardan Türkçülüğü dinci gelenekle birleştiren Milliyetçiler Derneği, 1952’de gazeteci Ahmet Emin Yalman’a Malatya’da düzenlenen suikast üzerine D.P. tarafından kapatıldı. Türkçülüğün 12 Eylül 1980 darbesi döneminde kapatılana kadar sürdürülen aşırı bir yorumu, “dokuz ışık” adı altında formülleştirilmiş bir programa bağlı olan Milliyetçi Hareket Partisi tarafından uygulanmıştır. 12 Eylül 1980 sonrası çok partili dönemde aynı ideolojik grubun siyasi yasağa uğramamış olanları tarafından kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve siyasi yasaklıların yapılan referandum sonucu yasaklarının kalkmasından sonra MHP, siyasi hayattaki varlığını devam ettirmiştir. Yine MHP içinden Türkçülüğün yanısıra İslamcı dünya görüşü ağır basan Muhsin Yazıcıoğlu liderliğindeki bir grup MHP’den ayrılarak Büyük Birlik Partisi’ni (BBP) kurmuşlardır.