BUDDHA (557-477)
Hintli bilge ve din kurucusu. Ölümsüzlüğe ve gerçeğe, bütün duyulur varlıklardan sıyrılarak, içekapanışla sağlanan derin sezgi ve arınmayla ulaşılabileceği görüşünü içeren “Buddhacılık” adlı dini kurmuştur.
Kuzey Himalaya eteklerinde Benares’te doğmuş, Kusinava’da ölmüştür. Gerçek adı Siddhartha Gauta-ma’dır, yaşamıyla ilgili bilgiler söylencelerle karışmıştır. Önceleri böyle bir kimsenin yaşamadığı ve Buddhacılık’a etki kazandırmak için halkın yarattığı bir söylence varlığı olduğu ileri sürülmüş ise de, son dönemlerde Hindoloji alanındaki çalişmalar, onun gerçek kişiliğini ortaya çıkarmıştır. Kimi kaynaklara göre ailesi Saka Türkleri’nin, sonradan Siddhartha adını alan bir boyundandır, babası bu boyun “raca”sı olan Suddhaona, anası Mâyâ’dır. Mâya, çocuğunu babası Suddhaona’nın yanında doğurmak için, onun bulunduğu yere giderken, yolda sancılanmış, Gautama’nın doğumundan yedi gün sonra da ölmüştür. Öksüz Gautama’yı, babasıyla evlenen teyzesi Mahappati bakıma almış, ona Sakyamuni adını vermiştir.
Adı Sakyamuni Gautama olan bu genç, mutluluk içinde yaşaması için, babasının kendisine yaptırttığı her mevsimin özelliğini taşıyan üç ayrı konakta yirmi dokuz yaşma dek kalmış, çağının en ünlü bilginlerinden öğrenim görmüştür. Bu süre içinde Yachodera adlı bir kızla evlenmiş, ondan Rahola adı verilen bir kızı doğmuştur. Bu mutlu yaşamdan bıkan Gautama, bir gün doğayı, insanları tanımak özlemiyle gizlice konağından ayrılmış, yoksul bir kişi kılığında il il dolaşmıştır. Kendisine katılan birkaç arkadaşıyla oldukça sıkı bir yaşama biçimini uygulamaya başlamış, günün birinde, daha dayanamayıp yemek yiyince arkadaşları kendisinden ayrılmıştır. İşte, Gautama’nın içevrenini, düşünce yaşamını değiştiren olay bu ayrılıştan sonra başlamıştır.
Yalnız kalan Gautama, büsbütün içine kapanmış, geceyi “bilgi ağacı” denen bir ağacın altında uyuyarak geçirmiş. Gördüğü bir düşle silkinerek uyanmış, çevresine bakınmış, derin düşünceye dalmış. Bu kendinden geçiş sırasında kendisine “göksel esin” gelmiş, evreni, varlıkları bambaşka bir gözle görmeye başlamış. Bu olaydan sonra, söylencelerin bildirdiğine, kimi kaynakların anlattığına göre, kendisine “esinlenmiş”, “aydınlanmış”, “uyarılmış” anlamında “Buddha” denmiştir.
Arınma ve mutluluk
Buddha’nın kurduğu din, en ince ayrıntılarına 4 dek incelenince eski Hint inançlarının bir karışımı olarak ortaya çıkar. Bu dinde geçmişi İÖ 3000 yıllarına vardığı söylenen Hint insanının yaşama biçimi, evrene bakışı, ahlak anlayışı, mutluluk düşüncesi, doğruluk duygusu, toplum görüşü bütün ayrıntılarıyla sergilenmiştir. Buddhacı anlayışa göre insan bir “arınma varlığı”dır; mutluluk, yücelik, ölümsüzlük, doğruluk, bilgelik bu arınmayla bağlantılıdır. Arınma, kişinin kendini aşması, duyulur varlıkların üstüne çıkması, gövdenin tutkularından, yaşamın acı ve sıkıntı verici etkilerinden kurtulabilmesi için, bir istenç olarak kalması demektir. “Arınan kişi” gövdenin egemenliğinden kurtulmuş, kendi benliğinin özünü oluşturan “ruh”un aydınlığında mutluluğa giden yolu bulmuştur. Arınmanın gerçekleşmesi için aşılması gereken önemli iki yol vardır. Biri içekapanış, öteki hazdır. Bu iki yol aşıldıktan sonra bir üçüncüye varılır.
İçekapanış yolu ilk eğitimdir, kişiye belli koşullara bağlanmayı, çevresinin etkisinden kurtulmayı, kendi benliğini tanımayı öğretir. Bu özelliklerine karşın bu yol tutarsızdır, yetersizdir, istenen olgunluğa, yüceliğe vardıramaz, ufak bir sapma ile kişinin aşağılaşmasına neden olur. Haz yolu ise bütün kötülüklerin, düşüklüklerin, iğrençliklerin, eğriliklerin kaynağıdır. Bu yol kişiyi benliğinden ayırır, mutsuzluğun uçurumuna götürür, olgunlaşmasını önler, ruhun tutsaklaşmasmı sağlar. Bu iki yol geçildikten ya da bırakıldıktan sonra en önemli yol olan “orta yol” bulunur.
Orta yol
Orta yol insan ruhunu ışıklandıran, gözleri açan, içi aydınlatan yoldur. Bunun başlıca özelliği dinginlik, esinlenme, kendini bilme, ölümsüzlüğün anlamını kavramadır. Kişiyi Nirvana’ya götüren yol budur. Sekiz kat olan bu yolu Tathagata denen üstün güç bulmuştur. Bu yolun sekiz aşaması vardır: Doğru anlama, doğru davranış, doğru yargı, doğru eylem, doğru söyleme, doğru çaba, doğru düşünme, doğru anımsama. Bu aşamaları geçtikten sonra ulaşılan Nirvana “yoklukta varolmak”tır, bu aşamaya ulaşabilmek için gövdeyle, tinle ilgili bütün bağlardan çözülmek, tutkulardan sıyrılmak gerekir. Kişiyi yaşama bağlayan ne varsa acı vericidir. Bu acı görünmeyen bilinmeyen bir nesne değildir. Kişinin bütün davranışlarında, eğilimlerinde bulunur. Bütün bu davranışların kaynaklandığı on iki neden vardır:
Bilgisizlik, alışkanlık, bilinç, anlak ve gövde, altı duyu, dokunma, ilgi, istek, açgözlülük, bireysel oluş, dünyasal oluş, ölüm ve çürüme. Bu nedenler, birinciden sonuncuya doğru, birbirini doğurur, aralarında varoluşlarını sağlayan bir bağlantı vardır.
Aydınlanma yoklukta varolmak
Kişi içinde yaşadığı evrende mutsuzdur, acılar, bunalımlar, kaygılar içindedir. Bu olumsuz durumlar da doğum, yaşlılık, hastalık, ölüm, sevilmeyenlerle bir arada bulunmak, sevilenlerden uzak kalmak, istekleri gerçekleştirememek gibi sürekli acı ve kaygı verenlerdir. Bunlara bağlanan kişinin ölümsüzlüğe, mutluluğa, olgunluğa, arınmışlığa ulaşma olanağı yoktur.Bu olumsuz durumların gövde ve tin yaşamıyla ilgili beş kaynağı vardır: Tutku, tasarım, yönseme, bilgi, gövde. Kişiyi bu olumsuz durumların yol açtığı acıdan, kaygıdan kurtarmanın da beş koşulu vardır.
Bu beş koşul “istek”le bağlantılıdır. Bu nedenle yapılacak ilk iş, ilk arınma isteğe dayalı eğilimleri ortadan kaldırmaktır. İstek, belli bir anlamda, susuzluktur. Biri “varlık susuzluğu”, öteki “yokluk susuzluğu” olmak üzere iki türlüdür. Onun için isteği büsbütün ortadan kaldırarak susuzluğu gidermek, isteği bir yana atmak, istekten vazgeçmek, isteğe yer vermeyerek ondan kurtulmak gerekir. Birbirine çok benzeyen bu durumların, tinsel evrendeki etkileri bambaşkadır.
Özveri ve yücelme
Buddha’nın anlayışına göre, kişinin mutluluğa ulaşması için “özveri” gereklidir. Bu özveri bir davranış biçimidir, tinsel yaşamla ilgilidir. Ereği bireyin değil bütün insanlığın mutluluğudur. Buddha, kurduğu dini, toplumsal ahlak ilkelerine göre düzenlemiş, ona bir toplum felsefesi niteliği kazandırmıştır.
Bu felsefenin öğretildiği yerlere “sağma” denir. Buraya girebilmek için özveriden kaynaklanan birtakım koşulların yerine getirilmesi gerekir. Bu koşulların başında doğruluk, bağlılık, sözünde durma, yardımseverlik, tutkulardan armmışlık gibi nitelikler gelir.
Buddha’nın görüşüne göre kadınlara saygı göstermek, onları aşağı görmemek, yardımlarına koşmak yetkinliğin gereklerindendir. Kadınlara en çok yakışan davranış Buddha inançlarına bağlılık, özverili olmak, eliaçık olmak, yumuşaklıktır. Kadına saygı göstermeyi ilke edinmeyen bir ahlak anlayışının kişiyi mutluluğa götürmesine olanak yoktur.
Görünen ve görünmeyen evren
Evren, biri görünen, biri görünmeyen olmak üzere iki türlüdür. Görünen evren duyularla algılanan, görünmeyen evren yalnız düşüncede varolan, arınmış kişinin ereği olan evrendir. Bu görünen ve görünmeyen evrenlerde salt ve yüce bir güç vardır, onları yöneten, düzenleyen odur. Bu gücün önü-sonu yoktur. Bu güç kendi özü gereği vardır, kendi kendinin yasasıdır (dharma). Bu güç diriltir, öldürür, buna karşın korumaz, başka bir nesneden iğrenmez. Bu gücün başlıca görevi yazgıyı uygulamaktır.
Kurtuluş yolu
İnsan bir “us varlığı”dır, usun görevi de derin düşünmeyi sağlamaktır. Derin düşünmek kişinin içekapanışıyla, kendi kendini gözlemlemesiyle gerçekleşebilir. Yeryüzünde katlanılan acıların, kaygıla-
rın, bunalımların ne olduğunu öğreten derin düşünmedir. Bu acılar, kaygılar süreklidir, kişinin yaşamı boyunca yakasını bırakmaz. İnsan, kendini bilmez, bu nedenle başına gelenlerin kaynağının kendisi olduğunu anlayamaz. Oysa, derin düşünme, ona tini karartan, mutsuzluğa, karamsarlığa sürükleyen üç nedenin ne olduğunu öğretir. Bu üç neden bilgisizlik, öfke ve şehvettir. Derin düşünme, kişinin içini aydınlatınca, orada gizlenen bu üç tutku ortadan kalkar, yaşamın ve ölümün ötesinde bulunan, mutluluğa götüren “kurtuluş yolu” açılır. Bunu başaran kişinin usu yeryüzü ile ilgili nesneleri düşünmez olur, kendini en üstün “iyi”ye adar.
Varlık ve yokluk
Buddha’nın geliştirdiği öğretiye göre varlıkla yokluk, kişinin düşünme yetisinin yarattığı iki durumdur. Ona göre “her nesne vardır, hiçbir nesne yoktur.” Kişinin kendi içinde oluşan, düşünceden beslenen, inançlardan ve önermelerden kurulu bir evren vardır. Bu evren her nesnedir. Bu evrene göre “her nesne vardır”, gerçek olan da budur. Bu anlayış, varoluşun düşünmekle bağlantılı olduğunu gösterir. Öte yandan “hiçbir nesne yoktur”, çünkü duyularla onlardan kaynaklanan yargılar yanılmalara yol açar, görünen evrenin gerçek olduğu sanısını uyandırır, oysa bu “görünen evren” gelip geçicidir, gerçek değildir, “yoktur”. En güçlü etken düşüncedir, bütün varlık-yokluk onun içindedir, onunla tanımlanabilir. Özdek de öyledir, düşünce gibi çok ince bir ısı gücüdür. Özdeğin yoğun, değişmez bir varlık olduğu sanısı doğru değildir. Özdek bir erk yoğunlaşmasıdır, sürekli bir akış içindedir, öğelerle boşluğun bir bileşimidir. Duyularıyla başka varlıkları algılayan insan gövdesi de sürekli bir değişim içindedir, bu değişme de akıp giden zaman içindedir. Bu nedenle düşünme yetisi en güvenilir kaynaktır. Sürekli bir devinim içinde olduğundan, akıp gideni kavrama gücü vardır.
Sürekli bir devinim ve değişim süreci içinde bulunan insan için, değişmez kural, değişmez yasa yararlı değildir, yanıltıcıdır, gelişmeyi, olgunlaşmayı önleyicidir. İnsan gövdesi boyuna değişen, yetersiz duyular ve dokulardan kurulu bir bütündür. Bu nedenle gerçeğe ulaştıramaz, o yeryüzüne uygun, yeryüzü yaşamıyla bağlantılı bir yapıdadır. Öte yandan, gövdeye dirilik kazandırdığı ileri sürülen “ruh”da geçici ve değişken olan duyguların oluşturduğu bir birikimdir, bir “toplam”dır. Kişinin “ben” denen varlığı da bu geçici, değişken duyguların toplamıdır, gerçek değildir. Gerçekte “ruh” bir nesneden başka bir nesneye geçen erktir. Ölüm bu erkin bir gövdeden başka bir gövdeye geçişidir, bir nesnenin başka bir nesnedeki erki alışıdır. İnsan bu durumdan yararlanarak, derin düşünmekle, gövdesinin erkini yenileyebilir. Bir özdek olan gövdenin erki boşalmadan, onu yeni bir erkle doldurma, böylece diriliğini sürdürme olanağı vardır. Ancak bunu başarabilmek için “armma”nm en üst aşamasına çıkmak gerekir. Bireysel bir eylemle gerçekleşme olanağı taşıyan bu durum yetkinliğin en yüksek basamağıdır.
Buddha’ya göre varlık türleri, kendi kendilerine varlık niteliği kazanamazlar. Bütün nesneler birbirle-riyle ilişkilidir, evren bütünü de bu karşılıklı ilişkiler içindedir. Sürekli bir erk akışından oluşan evrende karşıt güçler egemendir. Bütün olaylar bu karşıt güçlerin ilişkilerine bağlıdır, bir olayın başlangıcı öteki olayın sonudur. Buddha bu görüşlerini, son yıllarından kaldığı söylenen ve Pali dilinde yazılı olan Abhidharma adlı yapıtında sergilemiştir. Ona göre uzayda değişik öğelerden kurulu, büyük küçük, sayısız evren vardır.
Ben ve Kişilik
Buddha öğretisinde “ben” kavramının, varoluş dışında, başka bir anlamı daha vardır. Ona göre “ben” kişiliğin yoğunlaştığı bir odaktır, insanlar birbirinden bu “ben”leriyle ayrılırlar. Kişi başkalarını kendi “ben”ine göre değerlendirir. Bu nedenle “ben” hem kişilik hem de ölçü oluşturan bir kavramdır. Buddha’ nm önerdiği ahlak ilkesi olan “dharma”ya göre kişinin en değerli varlığı “ben”idir. Çünkü “düşüncelerim bütün yeryüzünü dolaştı. Bir kişide kendi ‘ben ’inden daha değerli bir nesne görmedim. Hepimiz için kendi ‘ben’ lerimiz en önemli varlığımız olduğuna göre, başkalarının ‘ben’ lerine de saygı göstermemiz gerekir”. Kişi en ufak bir canlıya da saygı göstermeli, açık yürekli, yumuşak davranışlı olmalıdır. Yalan söylemek, kötü davranmak, karşılıklı ilişkilerde ölçüden ayrılmak, içki içmek, uyuşturucu nesne kullanmak iyi insana yakışmaz, olgunlaşmaya, arınmaya engel olur.
Buddha öğretisi, kendinden sonra, çok geniş bir alana yayıldı, Asya’nın büyük bir bölümünü kapladı, birçok yeni dinin doğmasını sağladı. Çin, Tibet ve öteki geniş ülkelerde yalnız yeni inançların değil yeni düşünce çığırlarının gelişmesine de yardımcı oldu. Hint felsefesinin yeni bir içerik kazanmasına olanak sağlayan Buddha öğretisinin en ilginç yanlarından biri de evrenin oluşuyla ilgili düşünceleridir. Eski Anadolu-Yunan düşüncesinin yarattığı bir ürün olduğu ileri sürülen atom kuramına benzer bir görüşün Buddha öğretisinde de bulunması, felsefe tarihi bakımından, önemli çalışmalara yol açmıştır. Ahlak sorunlarıyla ilgili görüşlerinde “arınma” kavramına ağırlık vermesi, bunun bilgelik, erdemlilik, olgunluk gibi değerlerle bağlantılı olduğunu söylemesi, eski Yunan düşünürlerinin üzerinde durdukları özdeş konularla büyük bir benzerlik göstermektedir. Dünyaya, hazla ilgili davranışlara karşı çıkışı nedeniyle özellikle, Antisthe-nes’in geliştirdiği ahlak anlayışının öncüsü sayılır. Buddha öğretisinin bir din niteliği taşıması, felsefe sorunlarına din açısından bakmayı gerektirmiş, Hint düşüncesinin başlıca özelliği sayılan “yoklukta varlığa kavuşma” görüşünün sonradan ortaya çıkan tektanrı-cı dinlerce de benimsenmesine yol açmıştır. Bu felsefenin içerdiği “ölümsüzlük” kavramı, daha çok, İslam tasavvufunun ana sorunlarından biri olarak geliştirilmiştir. Tasavvufun işlediği “terk” sorunu, kişinin yaşadığı sürece bütün tutkulardan, dünyaya bağlı isteklerden uzaklaşma anlamını içerir. Kişi, bütün geçici isteklerden sıyrılır, Tanrı’dan başka bir varlığın olmadığını benimser, mutluluğun tanrısal evrende, ölümsüzlüğün geçerli olduğu bir ülkede bulunduğuna inanırsa gerçeğe giden yolu bulmuş sayılır. Tasavvufun temel sorunu budur. Buddha’nın ortaya attığı “arınma” ile tasavvufun “terk” kavramı büyük yakınlık gösterir. Bu da Buddha öğretisinin tasavvufu ne denli etkilediğinin kanıtıdır. Buddha öğretisi Avrupa’da, özellikle 18. ve 19.yy’larda çok ilgi çekmiş, birçok bilgeyi, düşünürü, sanatçıyı etkilemiştir. Bunlar arasında, en ilginci, felsefesini Buddha öğretisinin istençle ilgili yorumundan, “arınma” kavramından esinlenerek geliştiren Schopenhauer’dır.
Buddha’nın geliştirdiği Buddhacılık, öteki eski Asya dinleri ile de karışıp kaynaşarak yeni mezheplerin doğmasına olanak sağlamıştır. Evrene, insana başka bir açıdan bakan, yaşamı değişmez koşullarla bağlantılı kılan Brahmanlık’a karşı daha yumuşak, daha özgür bir davranışı öneren Buddhacılık’ın etkisi üç yönlüdür. Biri, daha sonra ortaya çıkan, Asya dinlerinin gelişmesinde, İkincisi İslam tasavvufunda, üçüncüsü da Batı felsefesinde görülür. Bu etkilerden tasavvuf ve felsefe üzerine olanı çağlar boyunca üretici bir nitelik taşımıştır. Özellikle tasavvufun işlediği ölümsüzlük ve “varlık birliği” sorununda, Buddhacılık’ın yeni bir yorumu diiegelmiştir. Felsefe alanında “samkhya” adı verilen öğretinin kaynağı Buddha öğretisi sayılır. Von Aster, Geschichte der Philosophie adlı yapıtında Buddha’yı “Samkhya felse-fesi”nin önemli bir kaynağı saydığı gibi “acılardan kurtulmayı ilke edinen öğreti” olarak niteler. Batı felsefesi Buddha’nm görüşlerini “bütün varlık bir oluştur” önermesinde özetlemiştir.
Buddhacılık konusunda sürdürülen araştırmalar 19.yy’dan sonra daha hızlanmış, Hindoloji denen bilim dalının başlıca konularından biri olmuştur. Bu bilim Buddhacılık’ı din ve felsefe yönünden, toplumbilim ise, Hint toplumu üzerindeki etkisi ve ona kazandırdığı yaşama biçimi bakımından ele almıştır.
Buddha’nın görüşlerini temellendiren Hint düşünceleri Orpheus ve Pythagoras yoluyla eski Yunan felsefesini de etkilemiştir.
• YAPITLAR (başlıca): Abhidharma .
• KAYNAKLAR: E.Von Aster, Geschichte der Philosop-hie, 1952; Y.H.Bayur. Hindistan Tarihi, I, 1946; W.Eberhard, Çin Tarihi, 1947; R.Garbe, Samkhya-Philosophie, 1917; M.F.Hecker, Schopenhauer und die İndische Philo-sophie, 1897; H.Ömer, Budda, Dinler Tarihi, 1935.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi