Felsefede Tanrı Kanıtları

Felsefede Tanrı Kanıtları

Tann’nın varlığını uslamlamalarla kanıtlama girişimleri, dinin felsefe üzerindeki etkisinin büyük olduğu Orta Çağ’da yoğunlaşır. Bu dönemde, Eski Yunan felsefesinin sağladığı kimi yöntemler de işlenerek geliştirilen uslamlamalar Modem çağ düşüncesinde de canlılıklarını sürdürmüştür. Kimi filozoflar bu kanıtları kullanmanın yanı sıra yeni uslamlamalar da ortaya atarak Tanrı kavramını dizgeleri için zorunlu bir öğe yapmışlardır. Başkaları da, değişik nedenlerle, bu uslamlamaları eleştirmiştir.

Orta Çağ felsefesinin Skolastik dönemi dinsel inançların mantıkla temellendirilme çabasıyla belirlenir. Skolastik, bu niteliğiyle, Tanrı kanıtlarının başlıca felsefi uğraşlardan biri durumuna geldiği bir akımdır. Aristoteles’te’nve daha sonra Augustinus’ta bulunan kimi düşünceler Skolastik filozoflarınca, sonuç olarak Tanrı ’nın varlığını gerektiren uslamlamalar biçiminde geliştirilmiştir. Bu uslamlamaların belki de en ünlüsü “Ontolojik kanıt” adıyla anılan ve Anselmus ün Augustinus’tan esinlenerek ortaya attığıdır. Descartes da bu kanıtı kendine özgü bir yorumla işler. Gaunilo adlı bir keşiş, bu uslamlamayı daha henüz Orta Çağ’da eleştirmiş, Kant ise onu, varlığın bir yüklem olmadığı görüşüyle çürütmeye çalışmıştır. Ontolojik kanıt, kısaca şudur: Tanrı, tanımı gereği, en yetkin varlıktır. Varolmak bir yetkinliktir. Demek ki Tann’mn varlığı zorunludur. Bu kanıtın çürütülmesi, ilk bakışta sanıldığı ölçüde kolay olmamış, tartışması çağdaş felsefede de Malcolm ve Plantinga gibi felsefeciler yoluyla sürmüştür.

Aquino’lu Thomas, Skolastiğin eriştiği en yüksek aşamayı temsil eder. Çağında öne sürülmüş bütün Tanrı kanıtlarını yetkinleştirerek beş uslamlama altında toplamıştır. Thomas’ın Ibn Sina’dan aldığı bir uslamlama, “olumsal varlığın, varolabilmek için bir zorunlu temel gerektirdiği” öncülünü “olumsal varlıkların bulunduğu” önermesiyle birleştirerek, “varlığın zorunlu temeli olarak Tann’mn varolduğu” sonucunu çıkarsar. Yine Aquino’lu Thomas’ca yetkinleştirilen “ilk neden kanıtı” da, olumsallıktan zorunluluğa götüreni gibi, Aristotelesçi izler taşır: “Devim evrenseldir. Devinen her şeye bir başkası neden olur. Öyle ise, devinenlerin nedenleri ya sonsuza dek uzanan bir zincir oluşturacak, ya da kendi devinmeyen bir devinim nedeninde duracaktır. Sonsuza dek uzayan bir devinim zinciri olanaksızdır. Demek ki, Tanrı, kendisi devinmeyen bir devindirici olarak vardır. ” Hume’ bu uslamlamayı çürütmeye çalışmış, çağdaş düşünürlerden F.C. Coppleston ise savunmuştur.

Yalnız Orta Çağ’da ortaya konan Tanrı kanıtları,bu sayılanlardan çoktur. Descartes ve Kant’’ ınkiler de aralarında olmak üzere, Modem çağlarda da birçok özgün Tanrı kanıtı öne sürülmüştür. Samuel Clarke’mki de bunlardan biridir. Clarke, “saltık ve yadsınmaz bir anlamda, başlangıcı olmayan evrensel bir varlık bulunduğu kesindir”, diye başlıyor uslamlamasına. Bu önermenin doğruluğunu savunurken de Par-menides’i* anımsatan bir biçimde şöyle düşünüyor: şu anda varolan bir şey bulunduğuna ve varolan bir şey yokluktan gelemeyeceğine göre, her zaman (evrensel olarak) varolmuş olan bir şey söz konusudur. Dolayısıyla, Clarke’m ilk öncülündeki “başlangıcı olmayan evrensel varlık ”, bu anlamda, herhangi bir şeyin varolmuş olması gereğinden çıkarsanıyor. ilk öncülüğü niteleyerek belirginleştiren ikinci öncül (“Önü sonu olmayan bu varlık tek, değişmez ve bağımsızdır”), herhangi bir şeyin varolması gereğini, pek de temellendirmeden, tek değişmeyen ve bağımsız bir varlığın gereğine dönüştürüyor. Üçüncü önerme olan sonucun görevi ise, böylece nitelenen evrensel, ancak belirli bir varlığın, “kendi kendine”, yani bağımsız olarak ve “zorunlu biçimde” varolduğunu ortaya koymaktır. Öncülleri doğru kabul etmekle, söz konusu varlığın nedensiz, bağımsız ve kendi kendine varolduğu çıkarsanabilirse de, bunlardan onun “zorunlu olarak” varolduğunu çıkarsamak olanaksızdır. Demek ki, uslamlamanın getirdiği en güçlü sav, ilk öncülün dile getirdiğidir. Bu ise, Tanrı’yı kanıtlamak yerine yalnızca herhangi bir şeyin her zaman varolmuş olmasını gerektirir. Ayrıca doğruluğu da bütünüyle, “yokluktan hiçbir şey gelmez, varolamaz,” eski Yunan inancının doğru varsayılmasma bağlıdır.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski