BRUNO, Giordano (1548-1600)
İtalyan, filozof ve doğabilimci. Yeni-Platonculuk ve Epikurosçuluk’tan esinlenerek varlık sorunlarına yeni bir yorum getirmiş, evrenle Tanrı’nın özdeşliği görüşünü savunmuştur.
Campagna’ya bağlı Nola’da doğdu, Roma’da yakılarak öldürüldü. Eski ve soylu bir ailedendi. Ailesinin etkisiyle, küçük yaşta Dominiken tarikatına girdi, kısa bir süre sonra, eğitimine, yaşama biçimine alışamadığı bu topluluktan ayrıldı, kendini doğa bilimleri ve felsefeye verdi. Eski Anadolu-Yunan bilgelerini, Yeni-Platonculuk’un kurucusu Plotinos’ un yazılarını okudu, özellikle Nicolaus Cusanus, Raymundus Lullus ve Telesius Bernardius gibi felsefeyle ilgili düşüncelerini doğa bilimleriyle bağdaştırmaya çalışan düşünürlerin, Kopernikus’un yapıtlarını inceledi. Gökbilimle ilgili çalışmalar ve gözlemler yaptı. Kilisenin benimsediği pek çok görüşe karşı çıktı, manastır yaşamının tutarsızlığını, gerçeklerin ancak bilim ve felsefenin ışığında ele alınabileceğini ileri sürdü. Bu görüşleri yüzünden kovuşturmaya uğradı; önce Cenevre’ye daha sonra Paris’e, Londra’ ya, ardından Wittenberg’e, Prag’a, Frankfurt’a gitti. Gittiği her yerde, düşüncelerinden dolayı izlendi, görevli bulunduğu öğretim kuramlarında uzun süre tutunamadı. Acılı, sıkıntılı ve serüvenlerle dolu bir yaşayıştan sonra, kendisinden öğrenim gören ve koruyuculuğunu üstüne alan bir soylunun sözlerine kanarak, onunla birlikte gittiği Roma’da bu kişinin aracılığıyla yakalandı, yıllarca süren bir tutukluluktan sonra yargılandı. Kendisini yargılayan Engizisyon yargıcının, düşüncelerini değiştirmesiyle ilgili önerilerini dinlemedi, görüşlerinin doğruluğunu, kilisenin Hıristiyanlığı yanlış anladığını, gerçeğin kilisenin anladığından bambaşka olduğunu korkusuz ve etkili bir dille savundu. Bu arada, kendisini yakılarak ölüme götüren yargı açıklanınca, yargı kuruluna alaylı bir dille “beni ölüme gönderirken siz benden çok korkuyorsunuz” demekten kendini alamadı.
Bruno, düşünme biçimi bakımından, çok değişik konular üzerinde duran, ilgi alanını deney ve gözlem bilimlerinden tanrıbilime dek genişleten, çözüm aradığı sorunlara bir bilge ve bilginden çok coşkun bir sanatçı tutumuyla yaklaşan bir düşünür örneğidir, işlediği sorunlar Rönesans’ın us ilkelerine, deney ve gözlem verilerine dayanarak çözüm aradığı konuları içerir. Onun bu konulara bakışında, sanatçı tutumundan dolayı, gizemciliğe yaklaşan bir özelliğin bulunması, kimi Silim ve felsefe tarihçilerince kendisine “gizemci” denmesine yol açmıştır. Gerçekte Bruno’ nun gizemcilikle ilgisi yoktur, gizemciliği ilgilendiren sorunlara bile us ilkelerine dayalı bir yöntemle çözüm aramış, taşkınlığa varan bilme ve öğrenme tutkusu nedeniyle her konuya yönelmiş, her olay ve eylem üzerinde düşünmüştür. Daha çok metafizik sorunlarına eğilim duymasına karşın Aristoteles ve Ptolemaios’tan kaynaklanan ve dünyayı evrenin odağı sayan görüşe karşı çıkmış, Kopernikus’un da ileri sürdüğü “güneş dizgesi”ni benimsemiştir.
Tanrı ve Evren
Felsefeye doğa bilimlerini inceleyerek giren Bru-no’nun üzerinde durduğu iki önemli konu Tanrı ile evrendir. Ona göre evren, Tanrı ile özdeş olması nedeniyle, sonsuzdur, engindir. Belli bir sınırı yoktur. Evrenin sonlu olması, onunla özdeş olan, Tanrı’nın sonsuz, yüce, aşkın varlığı ile bağdaşmaz. Bu sonsuz evrende, kendi uydularıyla gene kendi yörüngeleri üzerinde devinen sayısız güneş dizgeleri vardır. Bu sonsuz evren tek varlıktır (varolandır), sonsuzdur ve değişmezdir. Evrenin bütünü içinde bulunan tikel nesneler ise sürekli bir değişim içindedir. Evren bütününü oluşturan öğeler doğmazlar, yokolmazlar, ancak değişik oranlarda birleşir ve ayrılırlar. De Minimo adlı şiir kitabında “monad” kavramını işleyen Bruno’ya göre evren bütününü oluşturan bu en ufak öğeler “monad”lardır. Bu monadlar arasında karşılıklı ilişkiden doğan bir uyum vardır. Evrende bulunan bütün öğeler, bu öğelerden oluşan nesneler diridir, evrenle özdeş bir ilkeye bağlıdır. Bu nedenle evrenin bütünü de diridir, ona dirilik kazandıran “evrensel ruh”tur. Bu evrensel ruh evrenin bütünündedir, belli bir yerde değildir, sınırsızdır, sonsuzdur. Bu ruh bir “diri töz”dür, bütün nesneler üzerinde etkilidir. Bu töz, özdeğin içinde bulunan, onu yönlendiren, bir us niteliğindedir. Bu us, bütün nesneleri eş ölçüde değil, kendi varlık aşamalarına göre etkiler. Bu nedenle, nesnelerde, etkilendikleri usun etki oranına göre, değişik nitelikler vardır. Bu etki, genel varlık düzeninin (organisatio) katlarına (basamaklarına) göredir. Evren, dıştan gelen bir güç etkisiyle değil, kendi özü gereği devinir.
Tanrısal varlığın gelişmiş, görünüş alanına çıkmış bir biçimi olan evrende bulunan bütün nesneler, en alttakinden en üsttekine doğru birlik ve uyum içinde olan, birbirini izleyen varlık basamaklarına göre düzenlenmiştir. Bu varlık basamakları arasındaki uyumu sağlayan güç, bu düzenleniş biçimine göre etkisini gösterir. Bu en yüksek “organisma”nın usu, evrenin usu ve doğanın doğası (natura naturae) olan Tanrı’dır. Bruno, evrenin düzenini, onun içinde bulunan nesnelerin belli bir yasaya göre düzenlenmesini, olayların bağlı olduğu doğa kurallarını, devinmeyi Della Cansa Principio et Uno adlı yapıtında incelemiştir. Ona göre “evren, içinde bulunan bütün nesneleri birbiriyle belli bir uyum sağlayacak biçimde bağlantılı kılan, önsüz-sonsuz bir ilkenin gelişmesinden oluşmuştur”, bu ilke tanrısaldır. Evrende bulunan “bütün nesnelerde ilkeler (principio), bütün olaylarda nedenler (causae) egemendir.”
Tanrı evrenin tek egemen gücüdür, bu gücün etkisinden kurtulma, ona karşıt bir eylem akışı içinde bulunma olanağı yoktur. Evrende bulunan hiçbir varlık, tanrısal gücün dışında, “kendiliğinden” bir devinim yapamaz. Tanrı “evrensel ruh” adı verilen devindirici, dirilik sağlayıcı gücün tek kaynağıdır. Evrenle özdeş olmasına karşılık “aşkın” bir varlıktır. Bu nedenle Tanrı “bütün nesnelerin kendisinde varolduğu bir evrensel tözdür, bütün tözlerin tözüdür, bütün tekil varlıkların temelidir.” Ancak, Tanrı bir “ruh” ya da “gövde” değildir, bütün ruh ve gövdelerin yaratıcısıdır. Tanrı “birliktir”, “varlıktır”, “yerdir”, bütün usların kaynağı olan bir anlaktır (mens). Tanrı bir “evrensel-ruh” olduğundan onu insanın dışında değil, içinde aramak gerekir. Öte yandan Tanrı kayrasıyla doğanın etkin gücü özdeştir. Bruno, bu özdeşlik ve doğanın düzeneğiyle ereklilik (telos) arasındaki bağlantıyı De Immenso adlı yapıtında incelemiş, ereklilikle tanrısal kayra arasında bulunan ilişkiyi bir varlık koşulu olarak nitelemiştir.
Sonsuz bir yetkinlik olan Tanrı’nın, bu niteliği gereği, sonsuz evrenler olarak belirmesi, görünüş alanına çıkması doğaldır. Tanrı özünde çelişme, karşıtlık söz konusu olamaz. Çünkü Tanrı bütün varlıkların kendisinde birliğe ulaştığı bir bütündür (coincidentia oppositorum). Tanrısal öze, gerçekleşme olanağı bulunmayan bir yeti, bir olabilirlik (possibilis) yüklemek doğru değildir. Olabilirlik ancak sonlu bir varlık için geçerlidir.
Bruno’ya göre, nedenler konusunda Aristoteles’in ileri sürdüğü görüş inandırıcı değildir.Gerçekte, onun dediği gibi, dört neden değil, biri yaptırıcı, öteki yönlendirici olmak üzere iki neden vardır. Bu iki neden de “görünüştedir”, tek neden egemendir. Çünkü amaçsız, ereksiz bir devinme söz konusu olamayacağından yaptırıcı neden yönlendirici ve de-vindirici nedeni içerir. Bu yaptırıcı neden de “ilke” dir. Gene Aristoteles’in ileri sürdüğü özdek ve biçim neden değil, varlığın ilkeleridir. “Biçim özdeğin bir durumudur, bir ilinektir. Özdek ise sürekli devinim içinde bulunan bir erktir., Bütün varlık türleri bu
erkten tikel olarak çıkar.” Öte yandan, Aristoteles’in yeryüzünü,evrenin odağı (centrum) sayması da doğa gerçeklerine aykırıdır, evrende sayısız güneş dizgeleri vardır. Nitekim duyu verileri, evrenin durağan bir merkezinin bulunmadığını göstermektedir. Gökbilim gözlemleri yapılırken, gözlemcinin yer değiştirmesiyle ufuğun değişmesi bunun kanıtıdır. Devinme ancak durağan bir nesneye göre saptanabilir, oysa evrende böyle durağan bir yer (nokta) yoktur. Devinmez sanılan nesne boyuna devinmektedir.
Bilgi Kuramı
Bruno’nun bilgi kuramı, evren anlayışıyla bağlantılıdır. Bir tanrısal varlık niteliği taşıyan evrende insanın bilebileceği konular sınırlıdır. Bu sınırlılık insan usunun, algı yetisinin yapısından dolayıdır. Bütün nesneleri kendi özünde bulunduran Tanrı bir tözdür, tikel varlıkların temelidir. İnsan aklı bu gerçeği kavrayabilir. Bu evrensel töz duyularla algılanamaz. Duyular yalnız “bireysel oluşmaların, bireysel varlıkların algılanmasına yardımcı olabilir. Çünkü bütün duyular, bireysel varlıklarla sınırlanmıştır. “Us ise daha geniş kapsamlıdır, evrenin duyularüstü ilkesini kavrar. Tanrı ile özdeş olanı kavramak usun başarılarından biridir. Usun kavradığı Tanrı “hem evrenden ayrıdır, hem de evrenle birleşmiştir.” Bu durum usun tanrısal nitelik taşımasından dolayıdır.
Ahlak
Bruno’nun dile getirdiği ahlak sorunları kişinin davranışlarından çok varlığından kaynaklanır. Ona göre kişinin biri içevren, öbürü de dışevren olmak üzere iki evreni vardır. Bu iki evren, karşılıklı olarak, etkileşir. Içevrende olan dışevrene, dışevrende olan içevrene yansır. Bu yansıma kesintili değil süreklidir, karşılıklı bir akış niteliğindedir. İçevrenini düzenleyen, yenileştiren kişi dışevrenini de eş ölçüde düzenleme, yenileştirme gereğinde kalır. İki evren arasında uyum sağlandığı, denge kurulduğu gibi bunların karşıtı da olabilir. Sevinç, mutluluk, üzüntü, kaygı gibi karşıt durumlar bu düzenleme, yenileme eylemlerinin sonucudur. Uyum sağlanınca mutluluk, sevinç, uyum bozulunca üzüntü, kaygı doğar. Ancak, ister haz, ister üzüntü olsun, karşıtını da birlikte taşır. İçevrenle dışevren arasında, yenileştirme yoluyla, uyum sağlanınca kıvanç, mutluluk, haz oluşur. Bunun karşıtı ise üzüntüyü, acıyı, mutsuzluğu doğurur. Kıvançla üzüntü arasındaki gerginlik, dengesizlik ortaya çıkınca “pişmanlık” denen durum oluşur. Böyle bir durumda, kişinin içinde, daha yüksek bir aşamaya çıkma özlemi doğar. Kişi özlem duyduğu aşamaya ulaşınca, daha yükseğine özlem duyar, bu özlemin sonu gelmez. Bu, ulaşılan amaçla yetinmeme durumu, kişinin içinde yoğunlaşan bir güdünün belirtisidir. İşte, kişiyi doğayı aşmaya iten, sürekli bir ileriye atılma, daha yükseğe çıkma eylemine sürükleyen başlıca etken budur. Burada, kimi insanlarda, işe hayalgücünün karıştığı görülür. Ancak hayalgücünün yarattığı nesnelerin, özlem duyurduğu yükseliş aşamalarının gerçekliğini gösterebilecek bir kanıt yoktur. Doğa yasasından kaynaklanan her bilgi, genel geçerlik taşıyan, bir ahlak eylemidir. Çünkü o eylem insan yeteneğini yüceltir, insan yaşamını usa uygun bir duruma getirir.
Zaman
Bruno’nun zaman kavramıyla ilgili görüşü, zamanın göreceli olduğu konusunda yoğunlaşır. Ona göre, zaman Aristoteles’in ve onun izini süren tanrı-bilimcilerin sandıkları gibi değildir. Zaman göreceli-dir, bütün yıldızların ayrı ayrı zamanları vardır. Gökvarlıklarını belli ve hepsine uygulanan bir zaman süreci içinde görmek doğru değildir. Zamanın göreceli olduğunu gösteren en açık kanıt gök gözlemleridir. Nitekim güneşin doğuşu ile batışı, Ay’ın, yıldızların doğuşlarıyla batışları arasında geçen süre bütün yıl boyunca eşit olmadığı gibi gözlemcinin durumuna göre de değişiktir. Bu değişme, gökvarlıklarının uyumsuzluğundan değil, gözlemcinin gözleme yönteminden kaynaklanır. Bu nedenle zaman kendi başına, bağımsız bir varlık sayılamaz.
Zamanla bağlantılı bir durum olarak yorumlanan “ölüm”de bir yokolmak değil, bireysel varlığın evren bütününe dönüşmesidir. Bu nedenle ölümden korkmak bilgisizliktir, yetersizliktir. Kişiye ölümü korkunç bir olay diye gösteren hep geleneklere dayanan, boş ve saçma sözlerdir. Evrenin bütününde yokluk anlamına gelen bir ölüm söz konusu olamayacağına göre, onun içinde bulunan birey için de böyle bir durum geçerli değildir.
Zaman gibi ağırlık, yeğnilik de görecelidir. Bir nesnenin ağırlığı başka bir nesneye göredir. Gene bir nesnenin yeğniliği başka bir nesneye göredir. Bu durum nesneden nesneye, kişiden kişiye değiştiğinden, genel geçerlik taşıyan bir ağırlık, bir yeğnilik söz konusu değildir.
Bruno, Rönesans’ın en ilginç bilgin ve bilgelerinden biri sayılmış, bu kanıya kendisinden sonrakiler üzerinde, çağlar boyunca süren etkisi yol açmıştır. Onun felsefeye deney bilimlerinden, özellikle gökbilim gözlemlerinden kaynaklanan bir yöntemle girişi, sonraki usçu filozoflara ışık tutmuştur. Onun ışığından yararlanan filozofların hepsi usçu görüşü benimsemiş, Tanrı sorunundan evrenin varlığı, ruh ve insan sorunlarına dek bütün konulara deney bilimlerinden beslenen bir anlayışla çözüm aramışlardır. Özellikle Descartes, Leibniz, Spinoza gibi Tanrı-Evren-Insan sorunlarını bir üçlü bütünlük içinde ele alan filozoflar Bruno’nun izini sürmüş, onun bu sorunlarla ilgili düşüncelerinden esinlenmiştir. Descartes’m ruh, Le-ibniz’in monad, Spinoza’mn töz kavramlarım besleyen kaynak Bruno’nun De ila Causa Principio, De Immenso et Innumerabilis ve De Monade Numero et Figura adlı yapıtlarında işlediği görüşlerdir. Diderot’ un etkilendiği başlıca kaynak ise Bruno’nun özdekle ilgili kuramıdır. Evrenin oluşumunu, “evrensel ruh”u içeren açıklamaları Hegel’e ışık tuttuğu gibi 19. yy idealistlerinin de esin kaynağı olmuştur. Kimi görüşlerini coşkulu bir söyleyişle dilegetiren şiirleri, özellikle Degli Eroici Furori adlı yapıtı birçok ozanı etkilemiştir.
• YAPITLAR (başlıca): Della Causa, Principio et Uno, 1584, (Neden, İlke ve Birlik Üstüne); Dell’lnfinito Universo e Mondi, 1584, (Sonsuzluk, Evren ve Yer Üstüne); De Monade, Numero et Figura, 1591, (Monad, Sayı ve Biçim Üstüne); Degl Eroici Furori, 1591, (Kahramanca Coşkunluk Üstüne), De Immenso et Innumerabilis de Universo et Mundis, 1591, (Engin Genişlik, Sayısız Evrenler ve Yeryüzü Üstüne); De Umbris Idearum, 1591, (Düşüncelerin Gölgeleri üstüne).
• KAYNAKLAR: H. Brunnhofer, Giordano Bruno’s Wel-tanschauung und Verhaengnis, 1882; K. Huber, Einheit und Vielheit in Denken und Sprache G. Bruno’s, (966; B. Stern, G. Bruno, Vision einer Weltsicht, 1978.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi