İngiliz Romanının Doğuşu
Edebiyat türleri arasında en geç gelişeni roman olmuştur. Bu durumun birçok nedeni vardır. Genellikle romanın kökeninde tarih, yaşam öyküsü, deneme, destan gibi çeşitli türlerin bulunduğu kabul edilir. Böylesine bir geniş kapsamlılık ve esneklikten ötürü romanın kuramsal gelişmesini kesin ilke ve kurallara bağlamak güçtür. Üstelik roman uzun bir süre saygın bir edebiyat dalı sayılmamış, daha çok öğrenim görmemiş kimselerin okuduğu bir tür olarak küçümsenmiştir. Bu yüzden roman eleştirisi de pek gelişmemiş, türün öz nitelikleriyle ya da biçim ve yapı sorunlarıyla değil, daha çok eğitici ve öğretici yanlarıyla ilgilenilmiştir. Romana saygınlık kazandırmak doğrultusundaki ilk özgün çaba Daniel Defoe’dan gelmiştir. Defoe’nun romanlarını gerçekten yaşamış kişilerin yaşam öyküsü diye sunması, anlattığı öyküyle doğrudan ilişkisi olmayan gereksiz bin bir türlü ayrıntıyla gerçeklik izlenimi yaratmaya çalışması, romanı, saygınlığını kanıtlamış bir yazı türü olan “tarih”in katına ulaştırmak amacını taşır. Romanlarını tarih diye adlandıran Henry Fielding’in”‘ de amacı aynıdır. Aslında Fiel-ding çağdaşı Defoe’dan bir adım ileri giderek romanın insan yaşamının gerçeklerini tarihten daha iyi yansıttığını söylemiştir. Yalnız bu görüş romanı yaşamdan daha gerçek sayan bir estetizme yol açar. Oysa gerçeklik her şeyden önce gözlenen ve yaşanan gerçekliktir. Romanın bu bağlam içinde doğuşunu açıklayan kuramlara göre, bu edebiyat türü, liberal ideoloji, pozitivist felsefe ve ampirist epistemolojinin egemen olduğu kapitalist bir toplumda.yaşayan orta sınıftan sıradan bir bireyin öyküsünü anlatır. 18.yy’da Ingiltere üç önemli romancı yetiştirmiştir: Daniel Defoe, Henry Fielding, Samuel Richardson. Özellikle Defoe’nun toplumun alt tabakalarından seçtiği tiplerin, saygın orta sınıf statüsü kazanabilmek için verdikleri mücadele, oldukça ilginç roman öyküleri oluşturmuştur. Defoe bu tipleri gündelik yaşam savaşımı içinde belirleyip, soyutlamalardan ve romantik duygusallıktan uzak bir biçimde yansıtmıştır. Onlar her şeyden önce pragmatik bireylerdir. Yaşamı yalnızca kendilerine verdiği zevk ve acıyla değerlendirir, 18.yy psikolojisine uygun olarak, bu zevkleri ve acıları duyularıyla algılar, akıl ve becerilerini acılarının kaynaklandığı yoksulluklarını gidermekte kullanırlardı. Defoe, romanlarında karmaşık kişiler çizmemiş, felsefi hesaplaşmalara yönelmemiş, edebi söz sanatlarından uzak durarak çağının pragmatik gerçekliğini yakalamış ve bu gerçekliği yansıtmaya en elverişli türün, romanın öncülüğünü yapmıştır.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi