COLLINGWOOD, Robin George (1889-1943)
İngiliz, düşünür. 20. yy başlarında İngiltere’de yaygın olan gerçekçi akıma karşı spekülatif bir idealizmi benimsemiş, tarihselci görüşü savunmuştur.
İngiltere’nin Lancashire kentine yakın Cartmel Fell’de doğdu, Oxford’da öldü. John Ruskin’m yakın arkadaşı olup onun yaşamöyküsünü yazan babası, Collingwood’un genç yaşta bilimsel uğraş ve sanata olan ilgisinin gelişmesine öncülük etti. Rugby’de ve Oxford Universitesi’nde öğrenimini sürdürdü. Bu sırada arkeoloji ve Roma dönemi İngiltere’si tarihi üzerinde araştırmalar yaptı. Oxford’un çeşitli kolejlerinde felsefe ve tarih dersleri verdi. 1935’te Oxford’ daki Magdalen College’da profesör oldu. Hastalık sonucu 1941’de bu görevden ayrıldı.
Collingwood, felsefe ve tarih felsefesi alanında, Hegel ve Benedetto Croce’den esinlenerek, idealist bir görüş geliştirmiş, bu görüş içinde tarih ve felsefeyi bağdaştırmaya çalışmıştır. Collingwood’a göre felsefe doğa bilimlerinden çok tarihe dayanmalıdır. Descar-tes’tan beri, felsefeciler doğabilimlerinin yöntem ve kavramlarına gereğinden çok bağlı kalmışlardır. Oysa iki dünya savaşının çıkması, bu anlamda, bilimsel bir felsefenin insanlığın sorunlarını çözemediğinin açık kanıtıdır. İnsanlığın sorunlarına ancak tarih anlayışı ile birleşmiş bir felsefe çözüm getirebilir. Collingwo-od, yaşadığı dönemde İngiliz felsefesine egemen olan gerçekçiliğe karşı çıkar. Ona göre, Moore ve Cook Wilson gibi, Bradley ve Berkeley’i anlaşılmaz olarak nitelemek, felsefe becerisi ve bilgisinin sınırlılığını yansıtır.
Collingwood’un felsefeyi yorumlayış biçimi zaman içinde değişim gösterir. 1920’lerin başında felsefeyi bilim, din ve sanatta üretilenin eleştirel bir biçimde ele alınması olarak tanımlar. Bu bilgi alanları gerçeği bir ölçüde bozarak, saptırarak, yansıtan aynalar gibidirler. Aralarında en az saptırmayı tarih yapar. Felsefenin gerçeği bağımsız olarak yansıtma olanağı yoktur. Felsefecinin görevi, bu bilgi alanlarının başardığı yansımayı, gene bir yansıma olarak, görebilmektir. Felsefe “kendi kendinin bilgisi”dir. Bu bilgi alanında bilen özne ile bilinen varlık ayrımı ortadan kalkar. 1933’te yayımladığı AnEssay on Philosophical Method’di (“Felsefe Yöntemi Üzerine bir Deneme”) felsefenin ilgi alanını tanımlar. Ona göre felsefenin konusu, bütün varlık türlerini kapsayan varlıktır. Collingwood, felsefenin mantığım da doğabilimlerininkinden ayrıt etmeye çalışır. Sınıflandırma, tanımlama, tümdengelim gibi mantık işlevlerinin felsefede özel biçimler aldıklarını ileri sürer. Bilimsel sınıflandırma, örtüşmeyen öbeklere ayırmayı amaçlarken, felsefe kavramları, örneğin “gerçek” ve “iyilik” bütün kategorilerle kesişir, onların tümüyle örtüşür. Felsefe tanımlan, bilimsel tanımların tersine, bir türü ayırt etmek için yapılmaz. Örneğin Platon, sınırlı ve yetkin olmayan betimlemelerden kalkarak ideal ve tam kapsamlı olanı amaçlar, böylece gerçeğe ulaşır. Felsefenin yöntemi budur ve bu nedenle de kendine özgüdür.
Collingwood, Russell’ın önermeler mantığını ve analitik felsefe içinde benimsenen doğruluk kavramını yadsımıştır. Ona göre bunun gerekçesi şudur: Bilmek, bir soruyu yanıtlamaktır. Bir önerme ancak bir soruya yanıt olarak varolabilir. Önermeyi bu niteliğinden soyutlamak yanılgıya düşmektir. Collingwo-od 1930’da tarihe, artan bir ilgiyle yaklaşır. Bunun, felsefesi üzerinde, önemli etkileri olmuştur. The Idea of History’de(“Tarih Kavramı”)Croce’nin de etkisiyle, 19. yy’m ortalarından başlayarak gelişen tarihsel-cilik (historicism) görüşüne bağlanır. Hem tarihin özgün ve bağımsız bir bilim dalı oluşunu değerlendirir, hem de felsefi açıklamayı tarihsel boyutta vermeyi savunur. Gerçek bilgiye, ancak, tarih biliminin götürdüğü kanısına varır. 1940’ta yayımladğı An Essay on Metaphysics (“Metafizik Üzerine bir Deneme”) felsefesinin ulaştığı son aşamadır. Bu aşamada vardığı kanıya göre her önerme bir soruya yanıttır. Ancak her soru da bir önkabule (presupposition) dayanır. Bu önkabul olmadan o sorunun anlamı yoktur. Karşıda gerili duran ipin bir çamaşır ipi olduğu önermesi, ipin ne işe yaradığı sorusuna yanıttır. Bu sorunun bir anlam taşıması ise,ipin oraya belirli bir amaçla gerilmiş olduğu önkabulünün bulunmasına bağlıdır. Her ön-kabulün temelinde, daha temel nitelikte, başka bir önkabul yer alır. Bu temellik yönünde gidildiğinde, artık kendi önkabulleri olmayan önermelere, deney öncesi (a priori) nitelikteki “saltık önkabullere” varılır. “Her olayın bir nedeni vardır” böyle bir önermedir. Bu saltık önkabuller tarihsel dönemlere göre değişebilirler. İşte metafizikçinin yapması gereken de belirli bir tarihsel dönemin saltık önkabullerini açığa çıkarmaktır. Aristoteles nasıl eski Yunan önkabullerini ortaya koyduysa Kant d,a Newton fiziğininkileri belirlemiştir. Coolingwood’a göre bunu yapmanın yolu tarihsel, bir araştırmadır. Bir felsefe kavramının evrenselliğinin anlaşılır duruma getirilmesi, bunun dönemler içindeki, tarihsel gelişimini bilmeye dayanır. Örneğin Platon’un iyilik kavramını anlamak, ancak Platon’un yaşadığı dönemin düşüncesini tarih1-sel konumu içinde değerlendirmekle olabilir. Colling-wood’da, sorunlara çözüm arama yönteminden anlaşıldığına göre, tarih metafiziğin yerini alır.
Sanat üzerine yazdığı The Principles of Art (“Sanatın İlkeleri”) adlı yapıtınınNeo-İdealist estetik anlayışı içinde önemli bir yeri vardır. Bir tarihçi de olan Collingwood’un Oxford History of England’da (1936) yer alan “Roman Britain” (“Roma Döneminde Britanya”)adlı çalışması ise Anglo-Saxon saldırılarından önceki Kelt toplumunun tarihini açıklığa kavuşturan ve ilk kaynaklara dayalı önemli bir çalışmadır. Bu çalışma, Julius Caesar’m Britanya adalarını ele geçirişinden Anglo-Saxon kavimlerinin gelişlerine dek geçen 450 yıllık olayları kapsar. Bu dönemdeki yerel toplulukların kendi gelenekleri ve anlayışları çerçevesi içinde,Roma yönetiminden ne denli etkilendiklerini inceler. Collingsvood, Roma döneminde yerel halkın kültür varlığını sanıldığından çok korumuş olduğunu ve Anglo-Sakon egemenliğine karşın, Ingiliz toplumunun önemli bir öğesini oluşturduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Çalışmasının temeli arkeoloji ve para incelemelerine dayanır. Bu, yer adları, tarım yöntemleri, sanat özelliklerine dayalı, Kelt yerleşimlerini aydınlığa çıkaran çok yönlü bir araştırmadır. Collingwood, tarih felsefesinde kendisinin de önceleri benimsediği yanılgılı bir görüşü, tarihsel geçmişin tarihçinin düşüncesinde bir yabancılaşmış görüntüler bütünü olduğu biçiminde belirler. Bunun kaynağı, ona göre, bilginin algıya benzediği yönündeki gerçekçi yorumudur. Oysa, düşünce başka başka zihinlerde yer alabilen bir eylemdir, diye düşünür. Tarihçi herhangi bir tarihsel kişinin bir düşüncesini, kendi zihninde yeniden kurup kanıtlayarak bilebilir. Geçmişte yaşamış birinin düşüncesini şimdi zihinde canlandırmak o geçmiş düşünceyle özdeş bir düşünceyi benimsemek demektir. Ancak, geçmiş, bu anlamda birden çok biçimde, yeniden kurulabilir. Bunlar arasında doğru olanı, içerikleri tutarlı bir bütün oluşturan ve bulgularla çelişmeyenidir. Tarihçi yalnızca geçmişte neler olduğunu ortaya koymakla kalmamalı, bunu açıklamalıdır da. Bu açıklama, geçmişte yapılanların hangi düşüncelerden kaynaklandığının anlaşılmasıdır.
Collingsvood’un tarih ve sanata değgin düşünceleri felsefe ‘çalışmalarından daha kalıcı olmuştur.
• YAPITLAR (başlıca): Religion and Philosophy, 1916, (“Din ve Felsefe”); Speculum Mentis, 1924, (“Anlağın Aynası”); An Essay on Philosophical Method, 1933, (“Felsefe Yöntemi Üzerine Bir Deneme”) The Idea of Nature, 1934, (“Doğa Kavramı”); The Idea of History, 1936, (“Tarih Kavramı”)\ Autobiography, 1939, (“Özgeçmiş”); Essay on Metaphysics, 1940, (“Metafizik Üzerine Bir Deneme”); The New Leviathan, 1942, (“Yeni Leviat-han”); The Principles of Art, 1938, (“Sanatın İlkeleri”).
• KAYNAKLAR: Hans Meyerhoss, The Philosophy of History in O ur Time, Douhleday, 1957; J. Passmore, A Hundred Years of Philosophy, 1957.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi