Carl Gustav Jung Kimdir, Hayatı, Kitapları, Hakkında Bilgi

JUNG, Carl Gustav (1875-1961) İsviçreli psikiyatri uzmanı. Analitik Psikoloji Okulu’nun kurucusudur.

26 Temmuz 1875’te Kesswil’de doğdu, 6 Haziran 1961’de Küssnacht’te öldü. Klasik filoloji ve arkeoloji öğrenmek için 1895’te Basel Üniversitesi’ne girdi, ama kısa bir süre sonra tıbba ilgi duyarak bu dalda öğrenim gördü. 1900’de Basel Üniversitesi’ni bitirdikten sonra 1902’de Zürih Üniversitesi’nden tıp doktoru unvanını aldı. Şizofreni üzerindeki incelemeleriyle ünlü Eugen Bleuler’in yönetimindeki Berghölzli Akıl Hastanesi’nde psikiyatri uzmanı olarak çalışmaya başladı. Fransa’da Janet ile Charcot’nun da bir süre öğrencisi olan Jung, 1913’te Akıl Hastanesi’ndeki görevinden istifa ederek, tüm zamanını özel hasta bakımına, araştırmaya ve eğitime verdi.

Jung 1906’da Freud’a ilk mektubunu yazdı ve bir yıl sonra Viyana’ya Freud’la tanışmaya gitti. Aralarındaki düşünce benzerliğinin etkisiyle iki bilim adamı arasında yakın bir dostluk kuruldu. 1909’da birlikte ABD’deki Clark Üniversitesine çağrıldılar ve bir dizi konferans verdiler. Viyana Psikanaliz Enstitüsü 1910’da Viyana Uluslararası Psikanaliz Derneği’ne dönüşünce, Jung derneğin başkanı oldu. Ne var ki iki yıl kadar sonra iki dost arasındaki yakın ilişki soğumaya başladı ve 1913’te tümüyle koptu. 1914’te Uluslararası Psikanaliz Derneği’nin başkanlığından istifa eden Jung, Freud’la bir daha karşılaşmadı. O günden sonra Jung tarafından ileri sürülen görüşler Analitik Psikoloji adıyla anıldı.

Freud’la Jung arasındaki anlaşmazlığın nedeni birçok psikanalist ve psikolog tarafından araştırılmıştır. ilişkinin kopmasına çok çeşitli ve karmaşık nedenlerin yol açtığı söylenebilirse de, en belli başlı olay Jung’un Freud öğretisindeki psyche’ye (ruh) ilişkin her şeyi cinsellik üzerinde temellendirmeyi reddetmesidir.

Freud’dan ayrıldıktan sonra kendi görüşlerini açıklamaya başlayan Jung 1933-1941 arasında Zürih’ teki Federal Politeknik Üniversite’de ders verdi. Emekliye ayrıldıktan sonra, yetiştirdiği öğrencileri Zürih’te onun adını taşıyan bir eğitim kurumu açtılar. Jung için 1944’te Basel Üniversitesi’nde özel bir tıbbi psikoloji kürsüsü kuruldu, ne var ki Jung bozulan sağlığı nedeniyle bu kürsüde ancak bir yıl ders verebildi.

60 yıllık etkin çalışma yaşamı boyunca pek çok yapıt veren Jung, kişiliğin derinlerinde yatan süreçleri inceleyen bir psikiyatri uzmanı ve duyarlı bir psikolog olarak ün yapmıştır. Öğretileri sadece tıpta ve psikolojide saygıyla karşılanmakla kalmamış, her alanda büyük ilgi görmüştür. Flarvard ve Oxford üniversiteleri tarafından şeref madalyalarıyla ödüllendirilen Jung, özellikle ABD’de etkin olmuştur.

Psyche kavramı
Freud’un görüşlerinden çok etkilenmesine karşın, psikanalizle ilişkisinin daha başlarında, kendi geliştirdiği kavramlarla çalışmaya başlayan Jung, zihinsel etkinliklerin tümünü psyche diye adlandırır. Psyche dinamik, birbirinden ayrı ama bağlantılı yapılardan oluşan bir dizgedir. Freud’un ego (ben) kavramını benimsemesine karşın, Jung’a göre bilinçli anıları, düşünceleri, duyguları, algıları içeren ego, kısacası bilen, isteyen “ben” olarak kimlik duygusunu oluşturur ve sürekli kılar. Ama ego, psyche okyanusunun ancak yüzeyini oluşturur. Bu yüzeyin hemen altında “kişisel bilinçdışı” yer alır. Kişisel bilinçdışı Freudcu psikanalizin bilinçdışı dediği, öznenin bilincinde olmadığı etkinlikleri, itilmiş, unutulmuş, bastırılmış yaşantıları içeren yapıdır ve yalnızca o özneye özgüldür. Bundan farklı olarak Jung, asıl derinde ortak (kolektif) bilinçdışının var olduğunu öne sürer. Bu bilinçdışı katı, bireyin bilinçdışmda asıl zemini oluşturan insanlığın geçmişinin örtülü anılarını tarih boyunca geçirdiği evrimin yapılaşmış izlerini taşıyan birey üstü, bütün insanlarla ortak olan yandır.

Arketipler
Jung’un kuramında bilinç öncesi, bilinçten önce var olan algılama, kavrama biçimleri olarak yer alan arketipler (ilksel imge örnekleri) ortak bilinçdışmda bulunur. Arketipler çağlar boyu sık sık yinelenen, doğum, ölüm, eş bulma, beslenme, tehlikeye karşı savunma yaşantılarının sonucu oluşmuştur. Binlerce yıl öncesine ait bir işaret, bir arketip bugünün insanlarının düşlerinde ortaya çıkabilir. Binlerce yıllık anne imgesi, yeni doğan bir bebeğin de ortak bilinçdı-şında bu arketipi taşımasına ve kendi annesini bu imgenin etkisiyle algılamasına olanak sağlar. Arketipler bireysel yaşantının içinde aktığı bir dere yatağı gibidir.

Jung’a göre, uygarlaşma süreci bireyle toplum arasında bir uzlaşmayı gerektirir. Birey kendine özgü kişiliğinin günlük yaşamda toplumla çatışabilecek yüzünü göstermemek için kendine bir maske yapıp takar. Jung bu maskeye persona der. Persona toplumsal bir olgu olduğundan, ona başka başka kişiler sahip olabilir, bu nedenle kişilikle karıştırılmamalıdır. Kişiliğin önemli parçaları arasındaki anima-animus arke-tipleri ise insanın fizyolojik ve psikolojik açıdan her iki cinsiyetin özelliklerini taşımasından kaynaklanır. Erkekteki kadın arketipine anima, kadındaki erkek arketipine animus denir. Bir erkeğin bilinçdışmdaki kalıtımsal ortak kadın imgesi olan anima, sürekli genç kadın görüntüsü olmanın, güçlülüğün, iyiliğin, saflığın ve soyluluğun yanı sıra, karanlık yanıyla bir büyücü, ayartıcı olması gibi bir takım değişmez özelliklere sahiptir.

Kişiliğin “gölge” yanı
Kişiliğin, Jung’un gölge adını verdiği yanıysa bilinçdışmdaki ilkel, kolayca dizginlenemeyen, hayvansı yanıdır. Öfkelenip, istenmeyen bir şey yapıp da “kendimde değildim” diye açıklanan davranışı harekete geçiren şey gölgedir. Gölge ideal . kişilikle, toplum kurallarıyla uyuşmayan istek ve duygulardır. Gölgeyi sürekli bastırmak, geri itmek tehlikelidir. Biriken enerjisiyle bazen egoya sızarak kişiliği boyunduruğu altına alır ve onu yıkar.

Ortak bilinçdışının Jung’un en çok önem verdiği öğesi benliktir (nefs). Benlik kişiliğin merkezidir. ; Açıkça mistik niteliklere sahiptir; insan yaradılışının hem biricik olan yanını, hem de yaşamın bütün yönleriyle, canlı cansız maddeyle, evrenle ilişkili yanını oluşturur. Daire, tekerlek, dört köşe vb. benliğin simgesidir. Jung ortak bir merkezleri olan bu figürlere mandala (Doğu düşüncesinde bir merkez çevresindeki bütünü simgeleyen büyülü çember) adını verir. Bir arketip olarak benliği düşlerde çoğunlukla çocuk figürü simgeler. Jung hastalarının düşlerinde, bu mandalalar’z çok sık rastladığını, açıklayamadıkları bu görüntü ile hastaların rahatladıklarını belirtir.

Kişilik kuramı
Jung’un kişilik kuramı aşağıdaki şemayla özetlenebilir.

Jung-kisilik-kurami.png” border=”0″ alt=”” width=”267 222″ align=”left” />

Jung kişiliğin yapısına ek olarak dışa dönüklük (extraversion) ve içe dönüklük (intraversion) olmak üzere iki tutumdan söz eder. Dışa dönük tutum insanı dışındaki nesnel dünyaya, içe dönük tutum ise insanı içine, öznel, mistik dünyaya yöneltir. Her insanda bu iki tutum farklı derecelerde izlenebildiği gibi, bazen biri öbürüne baskın da çıkabilir. Örneğin ego fazlasıyla dışa dönük olursa, kişisel bilinçdışı içe dönük olacaktır. Bu iki kavram daha sonra Hermann Rors-chach tarafından benimsenmiş ve kişiliğin değerlendirilmesinde yaygın biçimde kullanılmıştır.

Jung düşünce, duygu, duyu ve sezi olmak üzere kişiliği oluşturan dört işlevden söz eder. İnsanın dünyayı, doğayı, kendini anlamasını sağlayan düşünce zihinsel bir işlevdir. Olumlu ya da olumsuz değerlere varılmasına, korku, keder, sevinç, sevginin yaşanmasına duygular neden olur. Algısal, yani gerçekçi olan duyu sayesinde dünyadaki elle tutulur veriler değerlendirilir. Bilinçdışı süreçlerin, somut olayların ötesine gidebilen sezi yoluyla da insan kuru gerçekleri aşabilir, mistik yaşantılara erişebilir. Bu dört işlev her insanda farklı derecelerde olduğu gibi, biri öbürüne baskın çıkabilir. En gelişmiş işleve üstün, en az gelişmiş, bastırılmış ya da bilinçdışı olana da zayıf işlev denir.

Yaşam enerjisi
İnsanı güden tek gücün yaşam enerjisi (libido) olduğunu söyleyen Jung, cinselliğin yaşam enerjisinin beliriş biçimlerinden yalnızca biri olduğunu savunarak Freud’dan ayrılır. Her insanda farklı ama belirli derecelerde varolan bu enerji yok edilemez. Enerjinin birinci amacı kişinin yaşamım ve soyunu sürdürmektir; Jung bu birincil amacın altında Freud’un saldırgan ve cinsel içgüdülerini toplamıştır. Doğuşta var olan biyolojik içgüdüler enerjinin en birincil belirişidir. Var olmak için doyurulması gereken içgüdülere tüketilen enerjiden arta kalanı, kültürel ve manevi uğraşlara yönelir. Jung, Maslow gibi, temel gereksinmeler doymadan insanın daha yüksek düzeydeki amaçlara yönelemeyeceğini savunur. Jung’un enerjinin ikincil amacı olarak belirttiği şey, Freud’un yüceltme kavramının yeni bir açıdan ele alınmış biçimidir.

Jung, çocukluk yıllarının kişiliği tanımladığım ileri süren Freud’a karşı, geçmiş yaşantılara önem verdiği gibi, insanın o anki durumunu ve geleceğe yönelik amaçlarını da vurgular. İnsan her an ileriye, kendini tamamlamaya doğru atılır. İnsanın temel amacı kendini gerçekleştirebilmektir; kişiliğindeki bütün yapıları, tutumları, işlevleri ayrıştırabilmek, bunları en uyumlu biçimde birleştirip bütünlük, benlik kazanmaktır. İnsan davranışlarının yalnızca geçmişteki yaşantılar tarafından belirlenmediğini söyleyen Jung’un görüşü Freud’unki gibi fatalistik (her şey önceden belirlenmiştir-yazgıcı) değil teleolojiktir (erekler belirleyicidir). İnsanın nereye doğru gittiği, yani geleceğine karşı beslediği umutlar, amaçlar, idealler de onun bugünkü kişiliğini etkiler. Jung’un bu görüşüne karşı kimi psikanalistlerin ileri sürdüğü sav, ideallerin, amaçların, umutların köklerinin de zaten geçmişte yatıyor olmasıdır.

Jung’un analitik psikolojisi, gelişme dönemini ayrıntılarıyla ele almayarak psikanalitik kuramdan ayrılır. Gelişme insan yaşamının her dönemine dağılabilecek bir sürekliliğe sahiptir. Gelişme ileri doğru
olmalıdır, yani bilinçli ego hem dıştan gelen beklentilere uyabilmeli, hem de bilinçdışının gereksinmelerini doyurabilmelidir. Ne var ki bazı koşullarda enerjinin dışa yönelik uğraşlara ve değerlere yönelmesi engellendiğinde gerileme izlenir. Enerji içe dönerek bilinç-dışına akar, yani nesnel ego değerlerinin yerini öznel değerler alır. Bu durum patolojik belirtilere yol açabileceği gibi, insanın ileriye doğru bir atılım yapmasına da olanak sağlayabilir. Gerileyen ego o güne değin bilincine varamadığı iç zenginliklerini sezebilir ve gelişmesini engelleyen güçleri yenebilir.

Simgeler
Analitik psikolojide yer alan bir diğer önemli kavram simgelendirmedir. Jung’a göre simgenin iki temel amacı vardır. Simge bir açıdan engellenmiş bir içgüdüyü doyurma çabasıdır. Bir başka açıdan da bir arketipin belirtisidir. Simge yoluyla birikmiş enerji (gerginlik) giderildiğine göre, insanlık bu yolla her geçen gün daha yüksek düzeyde simgesel boşalma yolları bulma olanağına kavuşacaktır.

Bilinçdışının niteliğini araştırma çabaları Jung’u mitoslarla, mistik düşünceler ve simgelerle, Batı dışındaki toplumların yaşamı algılayışlarıyla ilgilenmeye sürüklemiştir. Afrika’dan, Hindistan’a birçok ülkede araştırma yapan Jung, psikoloji ve din arasındaki bağlantı, Doğu düşüncesi, simya gibi konularda çeşitli yazılar yazmıştır. Batı düşüncesinin “dışadö-nük”, doğu düşüncesinin ise “içedönük” özelliğine dikkati çekmiştir.

Bugün Jung’un kurduğu Analitik Psikoloji Okulu’nun öğretileri ve psikoterapi yöntemleri özellikle ABD’de geçerliliğini korumaktadır. Ortaya attığı “kelime ıçağrışım” testi ise psikolojide yaygın olarak kullanılmaktadır.

• YAPITLAR (başlıca): Über die Psychologie der Dementia Praecox, 1907,(“Dementia Praecox Psikolojisi Üzerine”); Wandlungen und Symbole der Libido, 1911-1912, (“Libidonun Değişimleri ve Simgeleri”); Psychologische Typen, 1921, (“Psikolojik Tipler”); Die Beziebungen zutıiscben dem leh und dem Unbemussten, 1928, (“Egoyla Bilinçdışı Arasındaki İlişkiler”); D as Geheimnis der goldenen Blüte, 1929, (“Altın Çiçeğin Gizemi”); Psychologie und Religion, 1940, (“Psikoloji ve Din”); Psychologie und Alchemie, 1944, (“Psikoloji ve Simya”); Die Symbolik des Geistes, 1948, ı(“Ruhun Simgeleri”); Aion, Untersuchungen zur Symbolgeschichte, 1951, (“Aion, Simgelerin Tarihine İlişkin Araştırmalar”); Gegemt/art und Zukunft, 1957, (“Geçmiş ve Gelecek”); Ein moderner Mythus: Von Dingen, die am Himmel gesehen uıerden, 1958, (“Çağdaş Mitos; Gökyüzünde Görülen Şeyler”).

• KAYNAKLAR: E.A.Bennet, What Jung Really Said, 1966; F.Fordham,/««g Psikolojisine Giriş, 1982; E.Gürol, Jung, 1977.

Türk Ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski