edmundhusserl.jpg 71 172 HUSSERL, Edmund (1859-1938) Alman, filozof. Görüngübilim’in kurucusudur.
8 Nisan 1859’da Moravya’da Prossnitz’de doğdu, 27 Nisan 1938’de Freiburg’da öldü. 1876’da Gymna-sium’u bitirdikten sonra Berlin ve Viyana üniversitelerinde fizik, matematik, gökbilim ve felsefe okudu. 1882’de Viyana Üniversitesi’nde felsefe doktoru sanını kazandı. Bir süre Berlin Üniversitesi’nde ünlü matematikçi Kari Weierstrass’ın yanında asistan olarak çalıştı. 1883’te matematiksel çözümlemeler içeren çalışmalarıyla üne kavuştu. Brentano ile felsefe ve ruhbilim konularında çalışmak üzere Viyana’ya, 1886’da Halle’ye ruhbilimci Carl Stumpf’un yanma gitti. 1887’den 1901’e değin öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1901-1916 arası matematikçi David Hilbert’in çağrısı üzerine Göttingen Üniversitesi’nde felsefe ve matematik okuttu. Bu süre içinde W.Dilthey ve M.Scheler gibi filozoflarla ilişki kurdu. 1916’dan, emekliye ayrıldığı 1928’e değin Freiburg Üniversitesi’nde ordinaryüs profesör olarak görevini sürdürdü.
Felsefe anlayışı
Husserl’in felsefeye karşı ilgisi matematik alanındaki çalışmalarını sürdürdüğü yıllarda başlamıştır. Ancak bu başlangıç felsefenin matematikten kaynaklandığı anlamına değil, felsefenin öteki bilimlerden bağımsız bir varlık alanını konu edindiği anlamına gelir. Husserl için önemli olan daha önceki felsefe çığırlarından birine bağlanmadan, felsefeyi başka bir bilimin buyruğu altına sokmadan, özgün bir araştırma dizgesi durumuna getirmekti. Bu anlayışla yola çıkan düşünürün ilk işi de, kendi geliştirmeye çalıştığı yeni bir yöntemle, felsefenin bağımsız bir varlık alanını içerdiğini ileri sürmek oldu. Ona göre felsefenin nesnelerden (Sachen) oluşan, kendine özgü bir alanı vardır. Ancak bu alanı oluşturan Sachen ya da Phainomenon gibi kavramlarla açıklanan varlıklar, alışılagelenin dışında, özel bir anlam taşır. Felsefenin yapması gereken, bu kavramlarla anlatılan varlık alanına girmek, fenomenlere (görüngülere) dönmektir (zürück zu den Sachen). Bu işlem ona uğraşacağı varlık alanım bulduracak, ele alacağı sorunlar için gerekli çözüm yöntemini verecektir. Bu yöntem fenomenlerle ilgili düşünme biçiminden kaynaklanan, varlığın doğal niteliklerine değil de özüne (Essentia) yönelen tutumu (Einstellung) gerektirir. Bu tutum ise ortada duran varlıkla, kişiye doğada verilenle, duyularla algılananla bağlantılı değildir, yeniden bulunması, görülmesi gerekeni aramakla ilgilidir.
İki türlü öz
Husserl’in geliştirdiği fenomenolojinin (görün-gübilim) konu edindiği varlık alanını bulmanın yöntemi iki öğeden oluşur. Bunlardan biri indirgeme (Reduktion) öteki düşünme (Reflexion) adını alır, indirgeme ele alınacak nesneyi yeniden bulmaya ve araştırmanın yolunu belirlemeye yarar. Çünkü bu varlık alanı öteki bilimlerin konusu dışında kalır. Bu alan ortada ya da verilmiş değildir, bulunması, görülmesi, ortaya çıkarılması gerekir, indirgeme yöntemi
nesneyi bütün deneysel öğelerinden, niteliklerinden ayırmaya yarar. Husserl bu işlemi “ayraç içine alma” diye niteler. Burada nesnenin biçimi, ağırlığı, boyutları, türü, rengi, bütün görünen özellikleri bir yana atılır, “ayraç içine alınır”. Bu yöntemle biri aşkın, öteki içkin olmak üzere iki türlü öz (Wesen/Essentia) elde edilir. Aşkın özler nesneyi somut gerçekliğinden, “burada”, “şurada” oluşuna bağlı niteliklerden ayırmakla sağlanır. İçkin özler ise daha geniş, daha ileri aşamada bir indirgemeyi gerektirir. Bu işlemde bütün sanat ürünleri, toplum kurumlan, soyut varlıklar evreni, hukuk, din, ruhbilim verileri, görüşler gibi varlık türleri, görüngübilimin ilgi alanı dışında kalan ne varsa ayraç içine alınır, yok sayılır. Bu aşamadan sonra, görüngübilimin ilgilendiği, kendine konu edindiği, “salt bilinç alanı” denen varlık katına ulaşılır. Bu alan “bilinç varlığı” adı verilen temel varlıktır, bütün varlığın tabanını oluşturur.
Görüngübilim yönteminin ikinci öğesi olan düşünme (Reflexion) bu varlık alanını inceler. Burada temel varlık olarak “salt ben” bulunur. Bu alanın elde edilmesi için önce indirgeme işlemi uygulanır, sonra ikinci öğeye, düşünmeye geçilir. Bu durum, görüngübilim yöntemini oluşturan, iki öğenin birbiriyle bağlantılı olduğunu, İkincinin, birincisini gerektirdiğini gösterir. Bu gereklilik de “salt bilinç” ile “salt ben”i oluşturan varlık alanlarının birbirine yakınlığından kaynaklanır.
Husserl’e göre bir özbilgisi yapısı taşıyan görüngübilim için önemli olan nesneyi açıklamak, onun duyularla ilgili niteliklerini, özelliklerini anlatmak değil, özü ortaya çıkararak tanımlamaktır. Bu nedenle görüngübilim tanımlayıcı bir bilimdir. Özü ortaya koyup tanımlayabilmek için önce onunla ilgili bir soru sormak, özü oluşturan temel öğenin varlık alanındaki yerini bulmak gerekir. Bu soru sormanın da olaylarla, eylemlerle ilgisi yoktur. Kavranan, algılanan bir nesne “kavranan, algılanan bir varlık olarak nedir?”biçiminde ortaya konan soru özbilgisi-nin tutumunu gösterir. Husserl, kısa adı Ideen olan yapıtında konuyu aydınlığa kavuşturmak, daha kolay ; anlaşılır kılmak için görüngübilim ile geometri arasında bir bağlantının bulunduğunu ileri sürer. Ona göre geometri de görüngübilim gibi bir salt özbilgisidir, bu nedenle “gerçek varlık” konusunda bir görüş bildirmez, onunla ilgilenmez. Öte yandan, bu iki bilim, güncel algı ve deneylerden kaynaklanan bilgilerle, onlara dayanan yargılarla, açıklamalarla uğraşmaz. Bu iki bilimin ilgisini yalnız açık-seçik olan düşünce varlıkları (Fiktion) çeker. Gene bu iki bilimin “ölümsüz gerçekler”in bilgisini içermesinin nedeni de budur. Görüngübilim önsel-tanımlayıcı bir bilim olduğundan yalnız özle ilgilenir.
Algı
Özün bilgisini sağlayan algıdır (Anschauung), ancak bu algı zaman ve uzaya bağlı, bireysel nesnelerle değil, genel ve düşünsel varlıklarla ilgilidir. Genel ve düşünsel varlıklar da kendi ortamında gerçektir, birer boş ve anlamsız kavram değildir. Bu tür varlıklar algılanabilir, görünür duruma getirilebilir. Burada sözü edilen görünür duruma getirilme bilincin akışı içinde yer alma anlamındadır, başka bir varlığa dönüştürme değildir. Bunu sağlayan da yöntemdir. Görüngübilim yönteminin ilgi alanına giren varlıklar (özler) içkin ve aşkın olmak üzere ikiye ayrılır. İçkin öz salt bilinçten, aşkın öz ise göreli varlıklardan, salt bilincin dışında kalan nesnelerden sağlanır. Bu iki varlık türünün bilgisi de birbirinden ayrıdır, ancak ikisi arasında bir bağlantı, bir uyum vardır. Bu da iki varlık türünün birbirini gerektirmesinden kaynaklanır. Burada iki tür varlığı kavrama söz konusudur. Husserl, bu kavrayışlardan birine özün algılanışı, ötekine de deneyselin, bireysel olanın algılanışı adını verir. Bu deneysel, bireysel olanın algılanışından sonra özbilgisinin konusunu ilgilendiren varlık alanına girme eylemi başlar.
Husserl’in düşünce dizgesinde algı kavramı özel bir anlam taşır. Bir varlığın, somut bir nesnenin kavranması diye açıklanan algıyı Husserl, içeriğine göre ikiye ayırır. Birincisine içkin algı, İkincisine aşkın algı adını verir. İçkin algıda algılanan, kavranan nesne ile kavrayan, algılayan bilinç özdeş akış içindedir, birliktedir. Onlarda, karşılıklı olarak, bir özne-nesne ayrılığı söz konusu değildir. Kavrayan özne durumunda olan bilinç, kavradığını kendi varlık alanı dışında değil içinde bulur. Bundan dolayı içkin algı, kendi nesnesinin varlığını gerektirir, onu üstlenir. Bu üstlenme, varlık bakımından, bir özdeşliğin sonucudur. Aşkın algıda, algı eylemini gerçekleştiren yeti aşkın ödlere, başka insanların bilinç akışına yönelme söz konusudur. Bu durumda algılayan bilincin karşısında algılanan başka bir bilinç vardır, algılayan bilincin, öznenin kavradığı kendi dışındadır, ancak kendisine yabancı değildir. Burada özel bir özne-nesne bağlantısı gündeme gelir. Husserl’e göre bu bağlantıyı, özne-nesne ilişkisini birbirinin karşısında birer varlık olarak gören düşünce dizgelerinin açıkladığı biçimde anlamamak gerekir, yoksa görüngübilimin benimsediği yönteme aykırı bir durum ortaya çıkar. Öte yandan, nesnelere, “gerçek varlık” alanına yönelik algılar da bu türdendir.
Varlık alanını biri “bilinç akışı”, öteki “gerçeklik” diye ikiye ayıran Husserl, bunların veriliş biçiminin de başka olduğunu ileri sürer. İçkin bir kavrayış gücünce algılanan, kavranan “bilinç varlığı”nın alanına girer. Bu varlık alanının dışında kalan nesneler bilinç ilişkilerine katılmaz, onların ayrı bir konumu vardır. Bu nedenle “nesne varlığı” aşkındır. Bu aşkın varlık alanı ancak görünüş (Erscheinen) olarak kavranabilir. Oysa bilinç akışı (Erleibnis) görünmez. Husserl, varlık alanını içkin, aşkın diye ikiye ayırırken içkin algı, aşkın algı olgusundan yola çıkarak, kendi dizgesinin benimsediği yöntem gereği, varlığın bütünlüğünü korumaya çalışır.
Salt ve göreli varlık
Husserl’e göre varlık, başka bir açıdan bakılınca, salt ve göreli olmak üzere de ikiye ayrılır. Salt varlık, kendi kendine olan, varlığı için başka bir varlığı gerektirmeyendir. Bu varlığın “kendisinden başka bir dayanağı yoktur”. Nitekim evren olmadan da bu varlık olabilir. İşte salt bilinç bu türden bir varlıktır, kendi kendisiyle ve bütün nesnelerden önce vardır. “Gerçek varlık” ise ancak bir nesneye anlam verme temeline dayanır. Onun var olabilmesi için, ondan önce ve ona anlam verecek bir varlığın bulunması gerekir. Bu anlam veren varlık da salt bilinçtir. Bu özelliği nedeniyle salt bilinç, salt varlıktır, bütün varlık türlerinin temelidir. Göreli varlık ise salt bilincin dışında kalan, anlam veren bir varlığı gerektiren, kendi kendisiyle var olamayan varlıktır.
Mantık sorunlarına yaklaşımı
Mantık sorunlarına Logische Untersuchungen (“Mantık Araştırmaları”) adlı temel yapıtında değinen Husserl, bu alanda, daha önceki düşünce dizgelerini eleştirmekle işe başlar. Ona göre, özellikle 19.yy’da çok geniş bir alanı kapsayan, Olguculuk ve Adcılık gibi akımların ileri sürdükleri görüşler mantıkla ilgili sorunların çözümüne elverişli değildir. Mantık düzgüsel bir öğretinin tabanım oluşturmasına karşın, kendisi düzgüsel bir bilim değildir. Mantık yasaları genel geçerlik taşıyan birer kural sayılamaz. Mantık yasalarının varlık konusunda birtakım savları vardır, ancak bunların bir teki bile ödev alanında geçerli olamaz. Özellikle çelişmezlik ilkesi, birbiriyle çelişen iki önermenin ileri sürülemeyeceğini değil, belli bir konuda iki çelişik durumun bulunamayacağı anlamım içerir. Oysa mantık yasaları ideal ve önseldir (a priori), düşünceyle, yargıyla ilgileri yoktur. Mantığın incelemesi gereken nesne yargının ideal düzende bulunan içeriğidir. Bu özelliğinden dolayı mantığı ruhbilimle bağlantılı kılmak, onu ruhbilimin bir kolu saymak yanlıştır. Husserl’e göre mantığın temelini oluşturan imlerden kurulu özel bir alanı vardır. Bu alanı açıklamayı amaç edinen kuramla felsefeden kaynaklanan dilbilgisi arasında bağlantı vardır. Bu bağlantı, bir yandan, matematikle de ilgilidir.
Husserl, geliştirdiği görüngübilim ile 20.yy felsefesini derinliğine etkilemiş, özellikle Nicolai Hart-mann’ın bu konuyu, varlıkbilim açısından ele almasına olanak sağlamıştır. Mantık, ruhbilim, matematiksel mantık, bilgi kuramı, estetik ve ahlak alanlarında yeni görüş ve yorumların doğmasına yol açan görüngübilim son yıllarda yeniden gündeme getirilmiştir.
• YAPITLAR (başlıca): Über den Begriff der Zahl, 1887, (“Sayı Kavramı Üstüne”); Logische Untersuchungen, 1900, (“Mantıksal Araştırmalar”); Ideen zu einer reinen Phanomenologie und phdnomenologische Philosophie, 1913, (“Salt Bir Görüngübilim ve Görüngübilim Felsefesi Üstüne Düşünceler”); Erste Philosophie, 1923, (“İlk Felsefe”); Formale und transzendentale Logik, 1929, (“Biçimsel ve Aşkın Mantık”); Phanomenologie und Antropologie, (ö.s.), 1941, (“Görüngübilim ve Antropoloji”).
• KAYNAKLAR: B.Akarsu, Çağdaş Felsefe, 1979; I.M. Bochenki, Çağdaş Avrupa Felsefesi, 1983; J.Kraft, Von Husserl zu Heıdegger, 1932; L.Landgrebe, Edmund Husserl, 1939; T.Mengüşoğlu, Fenomenoloji Felsefesi, (Felsefe Arkivi, 1945); R.Wiehl, Geschichte der Philosophie,V)%\.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi