JOYCE, James (1882-1941) Irlandalı romancı. Değişik anlatım özelliklerinden esinlenerek oluşturduğu bilinç akışı tekniğiyle 20.yy edebiyatını büyük ölçüde etkilemiştir.
2 Şubat 1882’de Dublin’de doğdu, 13 Ocak 1941’de Zürih’te öldü. Orta tabakadan gelme Katolik bir ana babanın ilk çocuğuydu. Öğrenimine 1888’de Kildare’de başladı. 1891’de Dublin’de Cizvit papazlarının yönetimindeki bir okula geçti. Burada bir ara Kilise’ye girmeyi düşündüyse de sonradan yalnız bu tasarısından değil, Katolik inancından da vazgeçti. Daha okuldayken başladığı yazarlık denemelerini, 1898’de girdiği, University Coliege adıyla anılan ve Katolikler’in gittiği Dublin Üniversitesi’nde sürdürdü. Ibsen’in son oyunuyla ilgili bir yazısı 1900’de Londra’da çıkan Fortnightly Review dergisinde yayımlandı. Dil öğrenme konusunda büyük bir yeteneği olan Joyce, Ibsen’in yapıtlarını özgün dilinden okumak ve onunla kendi dilinde yazışabilmek için Norveç’çe de öğrenmişti. 1902’de üniversiteyi bitirdikten sonra Paris’e giderek tıp öğrenimi yapmanın olanaklarını aradı. Bu arada Dublin’deki bazı gazetelere kitap eleştirileri yazdı. 1903’te annesinin hastalığı yüzünden Dublin’e döndü. Aynı yıl annesi öldükten sonra bir yandan öğretmenlik yaptı, bir yandan da yazılarını sürdürdü. Bu çalışmalarının ürünü 36 şiirlik Chamber Music (“Oda Müziği”) adlı kitap oldu.
Joyce Dubliners (Dublinliler) adı altında toplayacağı öykülerin hazırlığını da bu dönemde yaptı ve kendi özyaşamına dayanan Stephen Flero adlı bir romana başladı. Aynı yıl tanışıp âşık olduğu Nora Barnacle adlı bir kızla birlikte Ekim 1904’te yeniden Paris’e, sonra da Trieste’ye gitti. Orada 1905’te bir oğulları, 1907’de de bir kızları oldu. İlişkilerini uzun süre nikâhsız olarak sürdürdükten sonra çocuklarının miras haklarını koruma amacıyla 1931’de resmen nikâhtandılar. Joyce, Trieste Berlitz Okulu’nda İngilizce öğretmenliği yaptı. Burada Dublinliler’ı tamamladıktan sonra kitabın basımı için 1909’da ve son olarak 1912’de iki kez Dublin’e gitti. Ama Dublinliler 1914’te Londra’da yayımlandı. Joyce, 1904’te yazmaya başladığı ilk romanı Stepben Hero’yu birkaç kez elden geçirdikten sonra A Portrait of the Artist as a Young Man (Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi) adıyla ve Ezra Pound’un yardımıyla, 1914-1915’te, The Egoist dergisinde yayımladı. 1916’da da kitap olarak çıkardı. Joyce 1915’te ailesiyle Zürih’e yerleşmişti. Orada yakın bir dost çevresinin ve Pound, T.S.Eliot gibi kendisini tutan yazarların desteğiyle geçimini sağladı. Bu arada İngilizce öğretmenliğini sürdürdü ve ilk romanının bir devamı sayılabilecek Ulysses’i yazmaya başladı. Tek oyunu Exiles da (Sürgünler) 1918’de yayımlandı.
Ustalık dönemi
Bazı bölümleri The Egoist dergisinde yayımlanan Ulysses ertesi yıl ABD’deki The Little Review dergisinde çıkmaya başladı. Ancak 1920’de mahkeme kararıyla bu yayın durduruldu. Joyce ailesiyle birlikte kısa bir süre yeniden Trieste’de kaldıktan sonra Paris’e yerleşti ve Ulysses’ı orada tamamladı. Roman, Paris’teki Shakespeare and Company adlı yayınevi tarafından 1922’de Joyce’un doğum gününde yayımlandı. ABD’de ise ancak 1933’te adli makamlarca aklandıktan sonra basılabildi. Zürih’teyken görme zorluğu çekmeye başlayan Joyce, daha sonra üst üste birçok ameliyat geçirmesine karşın bir türlü iyileşme-mişti. Bu nedenle kitabının İngilizce bilmeyen Fransız dizgicilerce hazırlanan baskısını kendi düzeltme olanağını bulamadı. Birçok dizgi yanlışlarıyla basıldığı sonradan anlaşılan Ulysses, üç Alman uzmanın uzun yıllar süren titiz çalışması sonunda 1984’te İngiltere’de üç cilt olarak yeniden yayımlandı. Joyce Work in Progress (“Üzerinde Çalışılan Yapıt”) adı altında parça parça yayımladığı son yapıtını II.Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine yeniden yerleştiği Zürih’ te 1939’da tamamladı.
Bir kentin yazarı, bir yazarın kenti
Joyce’un yetişme yıllarında İrlanda milliyetçiliği ve bağımsızlık akımı oldukça sert siyasal çekişmelere yol açıyordu. O kendini sanatına adamak amacıyla bu çekişmelerden uzak durmayı seçmişti. Hemen hemen bütün yapıtlarında esin kaynağı ve hammadde olarak doğduğu ve büyüdüğü Dublin’i kullandı. Yazdıklarının ağırlık merkezini oluşturan doğum yeri ve kendi aile ilişkileri, giderek tüm Avrupa kültür tarihini içeren kavramlar için bir çıkış noktası oldu. İlk önemli yapıtı sayılan Dublinliler adlı öykü kitabında ülkesinin ruhsal tarihinden bir kesit vermeyi amaçladığını, bunun için de oradaki yozlaşmanın merkezini oluşturan Dublin’i ele aldığını söylüyordu. Bu amacını gerçekleştirirken Dublin’e çocukluk, yeniyetmelik, olgunluk dönemlerinin gözüyle bir de toplum yaşamı yönünden olmak üzere dört değişik açıdan bakmayı seçmişti. Ülkesinin ruhsal yoksulluğunu sergilemek amacıyla ilginç bir yazı kuramı benimsemişti. Yaşanan gerçekliğin özüne varmak için önemsiz gibi görünen sıradan yaşantılar ipucu olarak kullanılabilirdi. Bu öykülerde de, Çehov’unkilerdeki gibi, ayrıntıların ustaca düzenlenişi daha derinde yatan önemli sorunları anıştırabiliyordu. Yer yer ince bir güldürü duygusundan da yararlanan Joyce, özellikle “The Dead” (“Ölüler”) adlı son ve en uzun öyküsünde, şiirsel yoğunluğa erişen bir anlatım zenginliğiyle 4 okuru etkiliyordu.
Trieste yılları
Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi romanında, Stephen Dedalus adlı orta tabakadan bir İrlandalı gencin yaşamını ele alıyordu. Stephen’in bağnaz Katolik bir çevrede başlayan çocukluğu,
İrlanda milliyetçiliğinin yol açtığı çatışmalarla dolu ilk gençlik yılları, ünlü siyasal önder Parnell’in, özel yaşamı nedeniyle Katolik Kilisesi’nce suçlanışı, bu dinsel kurumun taşralılığı, ona doğayla uyumu ancak yaratıcılığa adanmış bir yaşamın sağlayabileceğini bir gün deniz kıyısında anlaması bu yapıtı 20.yy’m en başarılı oluşum romanlarından (Bildungsroman) biri durumuna getirir. Böyle bir yolu seçmesi Stephen’in aynı zamanda gönüllü bir sürgün yaşamını da seçmesi anlamına gelir. Romanın özgünlüğü, kahramanının yaşantısını kendi bilinci ve duyarlığı aracılığıyla sergilemesinden kaynaklanmaktadır. Kullanılan dil başlangıçta küçük bir çocuğun sınırlı anlatımıyken, giderek söylemek istediğini açık seçik dile getirebilen bir üniversite öğrencisinin yaratıcı anlatımına dönüşür. Bu gelişme aynı zamanda sanatsal bir olgunlaşmanın da somut bir göstergesidir.
Yeni anlatım yolları
Joyce başyapıtı sayılan Ulysses’de daha da büyük bir özgünlükle okurun karşısına çıkar. Bu roman birçok bakımdan insan yaşantısını yepyeni bir anlatim yöntemiyle en eksiksiz bir biçimde sergileme amacını gütmektedir. Ulysses bir açıdan bir roman kişisini bütün yönleriyle vermeyi dener. Bu insan Leopold Bloom adlı, Dublin’de oturan bir Macar Yahudisi’dir. Roman bu kahramanın bir gününü, 16 Haziran 1904 tarihindeki yirmi dört saatini, alışılmamış bir ayrıntı zenginliğiyle sergiler. Bunu yapabilmek için Joyce düşünme sürecini aktarabileceği bir yöntem geliştirmişti. “Bilinç akışı” diye adlandırılan bu yöntemi Fransız romancısı Dujardin’den esinlenerek oluşturmuştur. Kahramanının eksiksiz ve insanı bütün boyutlarıyla temsil eden biri olması için de, Joyce’un Avrupa edebiyatında bunu en kapsamlı biçimde yansıtmış olan Homeros’un Odysseus’unu kendine örnek seçmesi gerekmiştir. Odysseia ’dan yola çıkarak ve destanın bölümlerini, aynı sırayı gözetmeksizin kendi romanının da bölümlerine örnek alarak çağdaş yaşantıyı en eksiksiz bir biçimde yansıtma yöntemi olarak benimsemesi, Joyce’un romanına görülmemiş bir zenginlik kazandırmıştır, Örneğin “Circe” adlı 15. bölümde sarhoşluk yaşantısı dramatik konuşma tekniğiyle verilir. “Ithaca” başlıklı 17. bölümün durağan yaşantısı ise bir soruşturmanın duygusuz anlatımıyla aktarılır. “Penelope” başlıklı son bölümde ise epik boyuttaki bu romanın duygu yoğunluğu “bilinç akışı” tekniğinin doludizgin anlatımıyla, hiç noktalama kullanılmaksızın okurun karşısına çıkar. Joyce’a göre, hiçbir insan yaşantısı bir ilişkiler bağlamı olmadan yansıtılamaz. Bu nedenle, yalnız bir insan olan Bloom bile, sıradan da olsa bir dizi ilişkiler ağı içinde sunulur. Ancak Bloom’un karısı Molly’yle kurduğu fiziksel ilişki ve bilinçaltı bir yaklaşımla babasının yerine geçecek birini arayan JOZ
Stephen Dedalus’la kurduğu manevi ilişki, onu bir insanın yakın çevresi ve daha geniş bir plandaki karmaşık ilişkiler bağlamı içinde yansıtmayı sağlar.
Joyce bu romanındaki biçim denemeleriyle bir yandan Flaubert’in “sanat için sanat” ilkesine bağlı estetik bir tutumu mantıksal sonucuna götürürken, bir yandan da, gerçek yaşamla ilgili ayrıntıların zenginliğiyle Zola’nm doğalcı (natüralist) yönteminin aşırı bir örneğini verir.
Düşlerin dili
Joyce’un son romanı Finnegans Wake genellikle dünya edebiyatında bu türün en özgün denemesi sayılır. Bir önceki romanında Dublin’de geçen bir günü Leopold Bloom’un bilinci aracılığıyla yansıtmayı deneyen Joyce, bu romanında da H.C.Earwicker adlı bir meyhanecinin bir gece uyurken düşünde gördüklerini, düşlere özgü bulanık ve karmaşık bir anlatımla yansıtmayı dener. Eartvicker’in okura ilginç gelebilecek yanı, Joyce’un onu insanlığı temsil eden bir kişilik olarak tasarlamasıdır. Romanın olay örgüsünün bir dizi düş yaşantısı üstüne kurulmasının yazara sağladığı olanak ise, bu yaşantının mantık yasalarıyla sınırlanmamış olması ve bir çeşit özgür çağrışım yöntemiyle dile getirilebilmesidir. Finnegans Wake’te anlatılmaya çalışılan öykünün temelini Ear-wicker’le karısı Maggie, kızı Isabel ve ikiz oğulları Kevin ile Jerry arasındaki ilişkiler oluşturur. Ancak bu insanların başından geçen olaylar, yazarın ilgilendiği İrlanda ve öbür Avrupa toplumlannm söylenceleri için birer çıkış noktasıdır. Joyce aynı anda birçok anlam düzeyini çağrıştırmak için gündelik yaşamda kullanılan sözcüklerden yola çıkarak yepyeni sözcükler uydurur. Lewis Carroll’un çocuklar için yazdığı öykülerde kullandığı tekniğe benzer bir teknikle şaşırtıcı söz oyunlarına başvurur ve kahramanı Ear-wicker’i evrenselleştirmek için İngilizce sözcüklerle yabancı dillerden aldığı sözcükleri birbirine karıştırır. Romanın anlatımındaki akış 18.yy İtalyan düşünürü Vico’nun her çağın tanrıları, kahramanları ve insanlarıyla birbirini izlediği ve sonra yeniden başladığı görüşünü temel alarak gelişir. Bu çevrimsel devinim Eanvicker’in değişik çağlardaki insanlarla özdeşlik kurmasıyla gerçekleştirilir ve roman başladığı cümleyle biter. Joyce bu romanında Freud ve Jung gibi ruhbilimcilerin ileri sürdüğü kuramlardan da etkilenmiş, Freud’un bilinçaltına itilmiş isteklerin düşlerde nasıl özgür bir çağrışımla dile geldiğini açıklayan görüşleriyle Jung’un insanlığın ortak bilinci konusundaki düşünceleri, anlatım tekniğinde esinlendiği başlıca kaynakları oluşturmuştur. Finnegans Wake’in bütün bu değişik öğelerden bir araya getirilen özel bir dille yazılmış olması okurun bu metni anlamasını büyük ölçüde güçleştirir. Bu nedenle bazı Joyce uzmanları A Skeleton Key to Finnegans Wake (“Finnegans Wake İçin Bir Anahtar”) gibi kılavuz kitaplar yazmışlardır.
Joyce 1927’de Pomes Penyeach adıyla ilerici bir şiir kitabı çıkarmış, 1936’da da bütün şiirlerini bir arada yayımlamıştır. Şiirlerinde büyük bir uyum duygusu, kusursuz bir biçim ustalığı görülse bile, onun gerçek yaratıcılığı, yepyeni boyutlar kazandırdığı roman türündeki yapıtlarında daha açıkça ortaya çıkar.
• YAPITLAR (başlıca): Şiir: Chamber Mıısic, 1907, (“Oda Müziği”); Pomes Penyeach, 1927,(“Biri Biparaya Şiirler”). Öykü: Dubliners, 1914, (Dublinliler). Roman: A Portrait of the Artist as a Young Man, 1916, (Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi); Ulysses, 1922; Finnegans Wake, 1939. Oyun: Exiles, 1918, (Sürgünler).
• KAYNAKLAR: R.Ellmann, James Joyce, 1959; S.Gil-bert, James Joyce’s Ulysses, 1930; R.M.Kain, Fabulous Voy ager: James Joyce’s Ulysses, 1947; H.Kenner, Dublin’s Joyce, 1953; H.Levin, James Joyce, A Critical Introduc-tion, 1941; W.Y.Tindall,/^mes Joyce.His Wayof Interpre-ting the Modern World, 1950.
Türk Ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi