KEYNES, John Maynard (1883-1946) İngiliz, iktisatçı. İşsizliğin nedeni ve giderilmesiyle ilgili kuramıyla ün yapmıştır.
5 Haziran 1883’te Cambridge’de doğdu, 21 Nisan 1946’da Sussex’de öldü. İktisatçı John Neville Keynes’in (1852-1949) en büyük oğludur. Eton’da ve Cambridge Üniversitesine bağlı King’s College’da matematik, felsefe ve iktisat öğrenimi gördükten sonra 1906’da Hindistan Dairesi’nde çalışmaya başladı. Bu görevinden 1909’da ayrıldı ve öğretim üyesi olarak Cambridge Universitesi’ne döndü. 1912’de Royal Economic Society’nin sekreterliğine ve Economic Journal adlı derginin yayın yönetmenliğine getirilen Keynes, bu görevlerini 1945’e değin sürdürdü. 1915’te üniversiteden izinli olarak Maliye Bakanlığı’nda çalışmaya başladı ve Ocak 1919’da başlayan Paris Barış Konferansı’na Maliye Bakanlığı temsilcisi olarak katıldı. Ancak, Haziran 1919’da, Versailles Antlaşması’nın savaş tazminatı ile ilgili hükümlerine karşı olduğu için bu görevinden istifa ederek yeniden Cambridge Universitesi’ne döndü. Öğretim üyeliğine ek olarak, 1921-1938 arasında National Mutual Life Assurance Company adlı sigorta şirketinin yönetim kurulu başkanlığında, 1929-1931 arasında ise Macmillan Maliye ve Sanayi Komisyonu üyeliğinde bulundu. Keynes, 1940’ta Maliye Danışma Konseyi’ne, 1941’de de İngiltere Merkez Bankası’nın yöneticiliğine atandı. 1940’ta kendisine Baron unvanı verilen Keynes, 1944’te ABD’nin Bretton Woods kentinde toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Maliye Konferansı’na İngiltere delegasyonunun başkanı olarak katıldı. Bu konferansta kurulan Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (daha sonra Dünya Bankası) ile Uluslararası Para Fonu’nun yöneticiliğine atandı. Bu, Keynes’in son önemli görevi oldu.
Keynes’in görüşlerinin en önemli yanı, kapitalist ekonominin nasıl işlediği konusunda dönemin egemen iktisat öğretisi olan Neo-Klasik iktisada karşı çıkarak kapitalizmin istikrarsızlığının temellerini ortaya koyması ve sürekli işsizliğin bir denge durumu olabileceğini göstermesi olmuştur. Kapitalizmin, iktisadi yaşamda büyük dalgalanmalara yol açmadan sürdürülmesi için devlet müdahalesinin zorunlu olduğunu savunan Keynes’in görüşleri, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında gelişmiş kapitalist ülkelerde izlenen iktisat politikalarının belirlenmesinde büyük rol oynamıştır.
İlk yapıtları
Daha ilk kitabı olan İndian Currency and < Finance’de (“Hindistan Parası ve Mâliyesi”) Keynes’ in Neo-Klasik iktisattan ayrılmaya başladığı görülür. “Laissez faire” (bırakınız yapsınlar) kapitalizminin 1914’te savaşın çıkmasıyla birlikte sona erdiğini ileri sürdüğü The Economic Consequences of Peace (“Barışın iktisadi Sonuçları”) ile The End of Laissez Faire (“Laissez Faire’in Sonu”) adlı broşürü ise onun artık “bırakınız yapsınlar” politikasından koptuğunu ve devletin iktisadi yaşama müdahalesini savunduğunu gösterir.
1919’da yayımlanan The Economic Consequences of Peace adlı çalışmasında Keynes Versailles Antlaşma-sı’nın savaş tazminatına ilişkin maddelerini eleştirmekte ve Almanya’ya kabul ettirilen yükümlülüklerin Almanya’dan çok galip ülkelere zarar vereceğini ileri sürmekteydi. Nitekim, 1920’lerde Avrupa’da görülen iktisadi gelişmeler Keynes’in bu görüşlerinin doğruluğunu kanıtlamış ve onun uluslararası alanda ün kazanmasına yol açmıştır.
A Treatise on Money (“Para Üzerine Bir Çalışma”) kitabı ise saf para kuramı ve uygulamalı para kuramı başlıklarını taşıyan iki bölümden oluşuyor ve Keynes’in o güne kadar yayımladığı en kapsamlı çalışma niteliğini taşıyordu. Kitapta, para kuramı tüm iktisadi süreçleri içeren kapsamlı bir biçimde ele alınmakta ve dolaşımdaki paranın, üretim, gelir dağılımı ve sermaye birikimi üzerindeki etkileri İncelenmekteydi. Daha sonraları, yayımlandığında pek ilgi . uyandırmayan bu çalışmanın General Theory adlı kitabının öncülü olduğu ileri sürülmüştür.
Dünya Bunalımı ve Neo-Klasik öğreti
1930’larda egemen olan Neo-Klasik iktisadın üç 4 temel öğesi vardı. Bunlardan birincisi, kapitalizmdeki gelir bölüşümünün haklılığını gösteren marjinal üretkenlik kuramı idi. ikinci öğe, kapitalizmin akılcı ve etkin bir sistem olduğunu ileri süren ve kökeni A.Smith’e dayanan “görünmez el” tezi idi. Son olarak, ekonomide ortaya çıkabilecek işsizliğin geçici olduğu, piyasa mekanizmasının işlemesi sonucu kendiliğinden ortadan kalkacağı görüşü geliyordu. Ne var ki, Neo-Klasik öğreti 1930’larda tüm kapitalist ülkeleri etkisi altına alan 1929 Dünya Bunalımı’m açıklamakta ve iktisadi bunalımdan çıkış için çözüm önerileri getirmekte tümüyle yetersiz kalıyordu. Kaldı ki, Neo-Klasik görüş kapitalist ekonomilerde böyle uzun süreli bunalımların olamayacağını ileri sürmekteydi. Fiyatların, ücretlerin ve faiz haddinin esnek olduğu bir ortamda, piyasa mekanizmasının emek ve sermayenin tam istihdamını otomatik olarak sağlayacağına inanılmaktaydı. Bu görüşe göre işsizliğin % 25’e ulaşması ancak ücretlerin yüksekliğinden kaynaklanabilirdi. Eğer işçiler daha az ücretle çalışmaya razı olsalar, Neo-Klasik iktisatçıların “gönüllü işsizlik” diye adlandırdıkları bu olgu ortadan kalkacaktı.
Genel Kuram’ı
Keynes’in 1936’da yayımlanan General Theory of Employment, Interest and Money (“İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Kuramı”) yapıtının kısa sürede büyük bir ilgi ve kabul görmesinin ve büyük bir etki yaratmasının temel nedenlerinden birisi, Neo-Klasik iktisadın dünya çapındaki bir iktisadi bunalımı açıklamaktaki yetersizliği olmuştur. Ancak, daha da önemlisi, Keynes bu çalışmasında kapitalist sistemde işsizliğin nedenini ortaya koymuş ve sistemin kurtarılması için ne yapılması gerektiğini göstermiştir.
Eksik istihdam dengesi
Keynes, General Theory’de piyasa mekanizmasının kapitalist ekonomiyi otomatik olarak tam istihdamda dengeye getireceği görüşüne karşı çıkar. Buna karşılık, marjinal üretkenlik kuramını olduğu gibi kabul eder ve kapitalist sistemin gerektiği gibi yönetilmesi durumunda akılcı ve etkin kaynak kullanımı-mn sağlanabileceği görüşündedir. Ona göre, kapitalizmde emek ve sermayenin tam istihdamı “normal” bir durum değildir. Tersine, ekonomi herhangi bir iktisadi etkinlik hacminde ve istihdam düzeyinde dengeye gelebilir. Bu düzeyi belirleyen, üretilen mal ve hizmetlere olan toplam taleptir. Keynes burada, kapitalistlerin üretimlerini ve istihdamı belirli bir düzeyde sürdürmeleri için elde etmeyi umdukları geliri “efektif talep” olarak tanımlar. Bu miktar, üretim faktörlerine yapılan tüm ödemeleri -kâr dahil-içerir. Bu kavramdan faydalanarak istihdam ile talep arasındaki ilişkiyi kurar ve toplam talebin belirlenme-
si sorununu çözümler.
Ona göre, üretilen mal ve hizmetlere olan toplam talep ülkedeki gelire (milli gelir), yani üretim sürecin- 4 de yaratılan gelire bağlıdır. Kişiler gelirlerini kullanırken iki seçenekle karşı karşıyadırlar: Tüketim için harcamak ya da tasarruf etmek. Neo-Klasik kurama göre tasarruf ve dolayısıyla tüketim, insanların bugünkü tüketim ile gelecekteki tüketimleri arasındaki tercihine bağlıdır; bu tercihi de faiz haddi belirler.
Keynes’e göre ise, kişilerin tüketim ve tasarruflarını belirleyen gelir düzeyleridir. Keynes’in insan psikolojisinden kaynaklandığını ileri sürdüğü tüketim eğilimi ve buna dayalı olan tüketim fonksiyonu, gelirin bu iki seçenek arasında nasıl bölündüğünü gösterir. Bu görüşe göre, gelir arttıkça toplam tüketim harcamaları artar, fakat tüketimin gelir içindeki payı düşer ve gelir ile tüketim harcamaları arasındaki fark giderek -mutlak ve görece olarak- büyür. Bu durumda, tüketim harcamalarının üretilmiş olan tüm mal ve hizmetlerin satılmasına yetmeyeceği açıktır. Üretilen tüm mal ve hizmetlerin satılması için, gelirle tüketim harcamaları arasındaki farka eşit bir harcamanın yapılması gerekir, Bu fark yatırım harcamaları ile kapatılabilir. Tam istihdam gelir düzeyinde yapılmak istenen yatırım harcamaları, bu gelir düzeyinde yapılmak istenen tasarrufların altında kalırsa, kapitalistler, bu gelir düzeyinde üretimlerini kârlı olarak sürdürmeleri için gerekenden daha az bir gelir elde edeceklerinden, üretimi ve istihdamı kısarlar. Bu durumda gelirin denge düzeyi, tam istihdamda değil, eksik istihdam gelir düzeyinde belirlenir. Bütün işçilerin iş bulması ». için, tam istihdam gelir düzeyinde yapılmak istenen toplam harcamaların tam istihdamda yaratılabilecek toplam gelire eşit olması gerekir. Bunun gerçekleşmesi de bir zorunluk değildir.
Neo-Klasik iktisada göre eksik istihdam dengesi söz konusu olamaz. Çünkü tasarrufların yatırımlardan fazla olması durumunda, yatırım talebi ile tasarruf arzı tarafından belirlenen faiz haddi düşeceğinden yatırımlar artar ve iktisadi faaliyet hacmi yeniden büyür. Keynes bu görüşe karşı çıkmakta ve faizin tasarruf ile yatırımın eşitliğini sağlayan bir fiyat değil, parasal bir olgu olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre, faiz, insanların servetlerinin bir bölümünü en kolay kullanılabilir değişim aracı olan para biçiminde -nakit olarak- tutmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu olguyu “likidite tercihi” diye adlandıran Keynes, para tutmanın maliyetinin faiz olduğu ve faiz haddi yükseldikçe bu maliyet artacağından kişilerin para talebinin de azalacağı görüşündedir. Öyleyse, faiz haddini belirleyen tasarruf ve yatırım değil para arzı ve talebidir.
Tüketim fonksiyonu ve tüketim eğilimini kullanarak tasarrufların gelire bağlı olduğunu söyleyen Keynes, faizi, para arz ve talebine bağlayarak tasarruf ile yatırım arasındaki bağı koparmıştır. Ona göre, yatırımlar, faiz haddi ile kapitalistlerin yatırımlarının gelecekteki kârlılığı konusundaki bekleyişleri tarafından belirlenir. Bu bekleyişlerin kısa dönemde bile büyük değişmeler göstermesi, beraberinde üretim ve istihdamda da büyük dalgalanmaları getirecektir. Üstelik, yatırımların tam istihdam dengesi için yetersiz kaldığı durumlarda, ekonomideki para miktarını artırarak faiz haddini istenen düzeye düşürme olanağı olmayabileceği gibi (likidite tuzağı), faiz haddini düşürerek yatırımları gerekli düzeye çıkarmak da mümkün olmayabilir. Böylece Keynes, kapitalist ekonominin tam değil eksik istihdamda dengeye gelmesinin “normal” olduğunu, üstelik piyasa mekanizmasının ekonomiyi tam istihdamda dengeye getirecek biçimde işlemesinin söz konusu olmadığını göstermiştir.
Devlet müdahalesi
Bu koşullar altında devletin ekonomiyi, piyasa mekanizmasının kendiliğinden işlemesine bırakmaması ve ekonomiye aktif biçimde müdahale etmesi gerekmektedir. Ayrıca, ekonomiyi tam istihdama getirmede para politikasının etkisinin çok sınırlı olabileceğini de gösteren Keynes’e göre devlet, aldığı vergileri ve yaptığı harcamaları değiştirmek suretiyle (maliye politikasına başvurarak) özel kesimin harcama yetersizliğini telafi etmelidir.
Keynes’in iktisadi görüşleri yaşanan bunalımı gerçekçi bir biçimde açıklaması ve bunalımdan çıkış yollarını da göstermesi nedeniyle kısa sürede büyük kabul görmüştür. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında gelişmiş kapitalist ülkelerdeki iktisat politikaları Keynes’in attığı temeller üzerine oturtulmuş ve artan silahlanma harcamalarının da etkisiyle bu ülkelerde istihdam oldukça yüksek düzeylerde sürdürülebil-miştir. Ancak, enflasyonla işsizliğin bir arada yaşandığı 1970’lerde, “stagflasyon” diye adlandırılan bu olguyu açıklamakta ve çözüm yolları bulmakta başarısız kalması üzerine Keynesci iktisada olan güven sarsılmaya başlamış.ve parasalcı (monetarist) politika-
lar gündeme gelmiştir.
Önemi
Keynes’in kuramsal açıdan en önemli katkısı, 4 iktisadın analitik çerçevesini değiştirmesi olmuştur. Ona göre, iktisadi gerçekliği başlangıç noktası olarak alan yeni bir model gerekiyordu. Bu modelin özünü, Neo-Klasik modelin tersine, sistemin sürekli olarak eksik istihdamda olması oluşturuyordu. Gerçekte, Keynes’i Neo-Klasik görüşten ayıran temel farklılıklar ele aldığı sorunda, vardığı soruçlarda ve kullandığı yöntemde yatmaktadır. Keynes, genel fiyat düzeyini değil, toplam üretim ve ona olan talebi neyin, nasıl belirlediğini araştırmış böylece, yaşadığı dönemin güncel sorunu olan bunalıma Neo-Klasikler’e göre çok daha gerçekçi bir biçimde eğilmiştir. Çalışmalarının temel sonucu, özel kişisel çıkarları toplumsal yarara dönüştüren “görünmez el”in var olmadığı biçiminde özetlenebilir. Bu nedenledir ki, devletin ekonomik yaşama müdahalesini ve işsizlik sorununun Neo-Klasikler’in savunduğu gibi ücretleri düşürerek çözülemeyeceğini savunmuştur. Çünkü böyle bir politika toplam talebi azaltacağı için iktisadi bunalımı daha da derinleştirecek ve işsizliği artıracaktır. Kullandığı yöntemin en önemli aracı, ekonomiyi bir bütün olarak ele alan makro modeldir. Bu aracı kullanarak toplam harcamaların nasıl gelir yarattığını ve sonunda yine kendisini etkilediğini göstermiştir. Keynes’in makro iktisadın kurucusu olarak anılması da kullandığı bu yöntemden kaynaklanmaktadır.
Keynes tüm yaşamı boyunca, iyi yönetildiği takdirde kapitalist ekonominin, kaynakları, alternatif sistemlere göre daha akılcı ve etkin bir biçimde kullanacağına olan inancını yitirmemiştir.
• YAPITLAR (başlıca): Indian Currency and Finance, 1913, (“Hindistan Parası ve Mâliyesi”); The Economic Consequences of Peace, 1919, (“Barışın İktisadi Sonuçlan); The End of Laissez Faire, 1926, (“Laissez Faire’in Sonu”); A Treatise on Money, 1930, (“Para Üzerine Bir Çalışma”); General Tkeory of Employment, Interest and Money, 1936, (“İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Kuramı”).
• KAYNAKLAR: S.E. Harris, John Maynard Keynes, Economist and Policy Maker, 1955; R.F.Harrod, The Life of John Maynard Keynes, 1948; A.Leijonhufvud, On Keynesian Economics and the Economics of Keynes, 1968; A.Lekachman, The Age of Keynes, 1965; D.E.Moggridge, Keynes, 1976.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi