ERIKSON, Erik (1902-1994) Danimarka asıllı ABD’li psikanalist. Ego psikolojisini kurmuş, kişiliğin oluşumunda geçmişle toplumsal süreçleri ve klinik olguları bağdaştırmıştır.
Ana babası Danimarkalı olan Erikson 15 Haziran 1902’de Almanya’nın Frankfurt kentinde doğdu, 12 Mayıs 1994’te Harwich, Massachusetts‘de öldü. Küçük yaşta babasını kaybedince annesi bir çocuk doktoruyla evlendi. Erikson 1939’da ABD yurttaşı olana değin üvey babasının soyadını kullandığından Erik Homburger Erikson adıyla tanındı. Karlsruhe’de liseye devam ederken özellikle, Eski Çağ tarihi ve sanat derslerine ilgi duydu. Üvey babası tıp doktoru olmasında ısrar edince, evini terkederek Avrupa’da geziye çıktı. Bir yıl kadar dolaştıktan sonra önce bir sanat okuluna, kısa süre sonra da Münih’teki ünlü Kunst Akademie’ye devam etmeye başladı. İki yıl sonra Floransa’ya yerleşti. 1927’de, lise arkadaşı Peter Blos’dan Viyana’da Anna Freud’un kurduğu küçük bir yuvada birlikte çalışma önerisi aldı. Erikson, psikanalist adaylarının çocukları için kurulmuş olan bu yuvada Freud ailesiyle tanışarak, Viyana Psikanaliz Enstitüsü’nün öğrencileri arasına katıldı.
1929’da Anna Freud’un yuvasında öğretmenlik yapan bir ABD’li dansçı ile evlendi ve üç çocuğu oldu. 1933’te Kopenhag’da bir psikanaliz eğitim enstitüsü kurma çabaları gerçekleşmeyince, ailesiyle ABD’nin Boston kentine göç etti. Boston Psikanaliz Enstitüsü’ne üye olarak, Harvard Tıp Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapmaya başladı. 1936-1939 arasında Yale Üniversitesi’nde çalışırken sosyal antropoloji ilgisini çekti, Bateson, Benedict ve Mead ile Sioux Kızılderilileri üzerinde yürütülen araştırmalara katıldı. 1939’da ABD uyruğuna geçti.
1939-1951 arasında California Üniversitesi’nde çalışırken Jean MacFarlane’in ünlü araştırmalarına katıldı ve bu deneyim kendisine çocukların gelişmesi hakkında zengin bilgiler kazandırdı. 1942’de profesör oldu. 1950’de yayımladığı ilk kitabı Childhood and Society (“Çocukluk ve Toplum”) ile kısa sürede ego psikolojisi alanında en yetkili kişilerden biri oldu.
Epigenetik Kuramı
1951’den sonra Austen Riggs Çenter, Pittsburg Tıp Fakültesi, Harvard Üniversitesi, Massachusetts Institute of Technology ve Palo Alto gibi ünlü bilim merkezlerinde çalışan Erikson, 1970’te emekli oldu. 1969’da yayımladığı Gandki’s Truth (“Gandhi’nin Gerçeği”) adlı yapıtıyla Pulitzer ve Milli Kitap ödüllerini, 1971’de Aldrich Ödülü’nü, 1973’te Mon-tessori Madalyası’m, 1974’te McAlpin Araştırma Ödülü’nü kazandı. 1972’den beri San Francisco’da Mount Zion Hastanesi’nde danışmanlık yapmaktadır. Erikson’un Epigenetik Kuramı’na göre her canlı bir ortam içinde büyür. Gelişme boyunca her canlı kendi yapısında olan bazı özellikleri çevresindeki özelliklerle bağdaştırarak gelişir. Örneğin, bir insan yavrusunun oluşması için bir ananın dölyatağına gereksinimi vardır. Doğumdan sonra dölyatağınm yerini aile alır. Her bebek, kendi özellikleriyle çevresinin ona verdiklerini bağdaştırarak gelişebilir.
Yaşaması için bebeğin gereksinmeleri karşılanmalıdır. Bu gereksinmeler bebeğin fizyolojik ve psikolojik gelişme dönemlerine göre, bedenin bazı “alan’İarında toplanır. Bu alanlar uyarıların en yoğun olduğu yerlerdir. Örneğin, yaşamın ilk döneminde ağız en çabuk etkilenen uyarı alanıdır. Ağız alanında duyulan uyarıların giderilmesi ve iç dengenin sağlanabilmesi için bebeğin bir “çare” bulması gerekir. Bebek biyolojik varlığını sürdürmek için besine gereksinim duyar, psikolojik ^arlığını sürdürmek ve geliştirmek için de kendi dışındaki uyarıları algılar. Çevresi de bu dönemdi bebeğe her zamankinden daha çok vermeye hazırdır. Ne var ki neyin nasıl verileceği ve bebeğin nasıl alacağı (modalite) kültürden kültüre değişir. Bazı ortamlarda bebeğin dilediği zaman ve dilediği kadar meme emmesi yeğlenirken, başka bir ortamda bebeğe belirli saatlerde, belirli ölçüde besin verilmesi uygun görülür. Farklı modaliteler, gelecekte farklı kişiliklerin oluşmasına yol açar. Önemli olan çocuğa bakan kişilerin davranışının kendi içinde ve ortamınkiyle tutarlı ve sürekli olmasıdır. Ortamın koşullarına uyarak ana baba çocuğa ilk yıllarda sonsuz sevgi gösterip, sonradan bu davranışlarım değiştirirlerse kişilikte tutarsızlıklar doğar.
Bir ülkenin kültürü, kişileri açık ve kapalı yollarla etkileyerek, belirli modaliteler aşılar. Çevreyle çocuk arasında gidip gelen etkileşim sonunda, insanın kişiliği çevrenin onayladığı biçimde gelişir. Çevrenin kopyası olunmaz, çünkü, her insanın kendine özgü özellikleri vardır, ama hiçbir insan tümüyle de kendine özgü değildir. Her insan ortamının da bir parçası, bir örneğidir.
Toplumsal değişimin etkisi
Gelenek ve göreneklerin yavaş değiştiği toplumlarda çocuğu yetiştirenler ona uyum aşılar. Böylece insan, çocukken veya yetişkin olduğunda çevresinin ondan ne beklediğini ve kendisinin de o çevreye neler verebileceğini ya da vermesi gerektiğini bilir. Gelenek ve görenekleri hızla değişen toplumlarda ise, çocuğa zıt etkenlerin etkisiyle, bilinçli ya da bilinçsiz uyumsuzluk aşılanır. Bu durumda çocuk çevrenin ondan ne beklediğini ve kendinin neler verebileceğini bilemez. Erikson’a göre ruh hastalığı sadece insanın kendi içinde ve yakın çevresiyle yürüttüğü bir savaş değil daha geniş bir çevrede de anlamı olan bir süreçtir. Bir ortamda sağlıklı veya akla uygun diye nitelenen bir davranış, bir başka ortamda garip karşılanabilir ve ruhsal hastalık belirtisi sayılabilir.
Gelişme krizleri
Ortamıyla giriştiği alış verişte, bebeğin içinde var olan özellikler zamanla gelişir. Her özelliğin bir doğuş, yükseliş, belirli bir aşamaya geliş ve sönüş dönemi vardır. Her özellik bebeğin içinde önceden vardır, ancak belirme anı geldiğinde ortaya çıkar. Bu özelliklerin zamanı geldiğinde ortaya çıkışları, belirli bir aşamaya gelişleri ve aşılmaları için insanın gösterdiği çabalara Erikson gelişme krizleri der. Bunlar p. gelişmenin normal zorluklarıdır. Ortam, gelişme krizlerinin nasıl çözümleneceğini saptar.
İnsan yavrusu olgunluğa erişebilmek için sekiz gelişme aşamasından geçer. Her gelişme aşamasının aşılması yeni bir tutumun (duygunun, modalitenin) kazanılmasını sağlar. Bu modaliteler kişinin kendine, dışındakilere, dünya olaylarına karşı bakış açısını belirler. Her toplum modalitelerin gelişmesini ve içeriğini kendince yapılandırır.
Freud’un gensel görüşünün etkisinde kalan, Erikson’un ileri sürdüğü sekiz gelişme aşaması yan sayfadaki tabloda özetlenmiştir.
Gençlik dönemi
Yapıtlarında özellikle gençlik dönemindeki kimlik duygusu üstünde duran Erikson’a göre bu dönemde insanın ne çocuk ne de yetişkin olması, ortamın çeşitli istekleriyle ve farklı toplumsal rollerle karşılaşması, bu aşamayı en kritik dönemlerden biri yapar. Bu yaşlarda gencin, kimliğini tanımlaması gerekir. Bebekliğinden bu yana kendi hakkında edindiği tüm izlenimleri bugünkü kişiliğiyle ve gelecekte onu bekleyen önemli aşamalarla bağdaştırması gerekir. Genç, kimliğini üçlü bir bileşimin sonunda kazanır. Bunlar 1) Kendi iç sürekliliğinin olması; 2) Çevresinin ona özgü iç sürekliliği algılayabilmesi; 3) Gencin kendini tanımlayışıyla, çevrenin onu tanımlayışı arasında uyumun sağlanmasıdır. Bu üç koşulu yerine getirebilmek için gencin tabloda gösterilen geçmiş aşamaların artıklarıyla, gelecekte yaşayacağı aşamaların beklentilerini ve bugünkü özelliklerini bütünleyebilmesi gerekir. Gençlik döneminde her insanın karşılaştığı bu önemli gelişme krizini başaramayanlarda çeşitli ruhsal sorunlar ortaya çıkar.
Freud’dan kopan Jung, Adler, Fromm, Rank gibi psikanalistlere karşı, Erikson kendi görüşlerinin Freud’unkilerden farklı olmadığım iddia eder. Ona göre, kendi kuramları, psikanalitik görüşün yeni sosyal, antropolojik ve biyolojik bulguların ışığında açıklanmasından ibarettir. Oysa iki bilim adamının yaklaşımları arasında belirgin farklar vardır. Gerçi yaşamının son yıllarında Freud egonun rolünü önemsemişse de, dikkati “id”den “ego”ya çeken en belli başlı bilim adamı Erikson’dur. Freud çocuğun kişiliğinin oluşmasında ailenin etkisini önemserken, Erikson çocuğun geliştiği aile ortamından daha da geniş bir çevrenin, toplumsal değişimlerin ve değer yargılarının etkisinden söz eder. Erikson’un egonun gelişmesi üzerindeki kuramı doğumdan olgunluğa, yaşlılığa dek tüm yaşamı kapsarken, Freud çocukluk yılları üzerinde durmuş ve üretken dönemin ötesi ilgisini pek çekmemiştir. Freud’la Erikson’un ayrıldığı en önemli konu ruhsal çelişkilerin kişilikteki yeridir. Freud çocuklukta yaşanan travmatik olayların ve bilinçdışı süreçlerin yetişkinin dünyasını nasıl etkilediğini incelerken, Erikson insanın yaşam boyunca, karşılaştığı psikososyal zorlukları nasıl aştığını ve değişik dönemlerde oluşan ego niteliklerini önemsemiştir. Bu Freud’un belirlenimci yaklaşımına karşı sunulan en olumlu yanıttır. Erikson insanı bilinçdışı çatışmalara kurban giden bir zavallı gibi görmemiş, tersine kişisel veya toplumsal krizlerin insanın büyümesine, olgunlaşmasına, çevreyle başa çıkabilmesine, yaratıcı ve uyumlu yollar bulmasına neden olduğunu savunmuştur.
• YAPITLAR (başlıca): Chıldhood and Society, 1950, (“Çocukluk ve Toplum”); Young Man Luther, 1958, (“Genç Luther”); Identity and the Life Cycle, (“Kimlik ve Yaşam Dönemi”); Youth: Change and Challenge, 1963, (“Gençlik: Değişim ve Meydan Okuma”); Insight and Responsability, 1964, (“Anlayış ve Sorumluluk”); Indentity, Youth and Crisis, 1967, (“Kimlik, Gençlik ve Bunalım”); Gandhi’s Truth, 1969, (“Gandhi’nin Gerçeği”)-
• KAYNAKLAR: R.Coles, Erik H.Erikson: The Grouıth of His Work, 1970; Henry W.Maier, Three Theories of Child Development: The Contrihutions of Erik H.Erikson, Jean Piaget, and Robert R.Sears, and Their Applications, 1965; Noel A.Kinsella, Toward a Theory of Persona-lity Development: A Study of the Works of Erik H.Erikson, 1966.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi