DUNS SCOTUS (1266 ? -1308) İskoç, filozof ve tanrıbilimci. Skolastik felsefenin kapanış dönemini hazırlayanlardandır. Aristoteles ve Augustinus’u uzlaştıran bir düşünce dizgesi kurmuştur.
Yaşamının ilk dönemleri üzerine bilgiler kesin değildir. Iskoçya’daki Maxton’da doğduğu sanılmaktadır. Köln’de öldü. Roxburghshire’m toprak sahibi ailelerinden birinden geldiği söylenir. İlköğrenimini Haddington’da yaptı. 1277’de Dumfries’deki Fransisken manastırına girdi. Oxford’da öğrenimini tamamladıktan sonra, önce Cambridge’de sonra da Oxford’ da ders verdi. 1304’te Paris’e gittiğinde düşüncesinin inceliği ve çözümselliği ile büyük ün kazanmıştı. 1307’de Köln’deki Fransisken okuluna atandı.
Duns Scotus, üyesi bulunduğu Fransisken tarikatının Augustinusçu eğilimiyle, Aquino’lu Thomas’ta en gelişkin aşamasına erişen Aristotelesçi Skolastik’i eleştirmiştir. Ancak başka Fransiskenler gibi Aristoteles’ten uzaklaşmamış, felsefesinin temelini bu düşünürün görüşlerine dayandırmıştır. Bu açıdan temel çıkış noktaları, Aquino’lu Thomas’mkilerle ortaktır. Aquino’lu Thomas’m dogmacı bir biçimde ele aldığı birçok konuyu çok daha incelikle ve derinine çözümleyerek, ondan değişik sonuçlara varmış, bu filozofu eleştirmiştir.
Duns Scotus, yaşadığı çağ ve ortamın gereği olarak filozof olduğu ölçüde bir tanrıbilimciydi de. Aquino’lunun, felsefe ve tanrıbilimin örtüştükleri savını önemli ölçüde değiştirmiştir. Scotus bu iki alanın birbirlerini tamamladıklarını yadsımasının yanı sıra, örtüşme alanlarının da sanıldığından daha küçük olduğunu savunmuştur. Ona göre, felsefenin aracı olan us, vahiyle gelen Tanrı bilgisini doğrulayamaz. Bu tutum, tanrıbilimi bir “bilim” olmaktan çıkarmış, onu kendi yasaları olan bağımsız bir alan durumuna getirmiştir.
Tanrı’yı bilmek
Scotus’a göre tanrıbilim uygulamaya yönelik bir değer taşır. Öte yandan felsefenin us yoluyla Tanrı’ya yaklaşımı da kimi sınırlar içinde olacaktır. Pek çok Orta Çağ düşünürü gibi onun için de felsefenin başlıca konusu varlıktır. Tanrı felsefe yoluyla ancak bir varlık olarak kavranabilecek, öyle betimlenecektir. Bu ise, kendi başına, doyum verecek bir betimleme değildir. Felsefe bağlamında üretilen Tanrı kanıtlarının bu açıdan sınırlılıklarım iyi anlamak gerekir.
Tanrı kanıtlarında Aquino’lunun “nedensel” uslamlamalarım izleyen Scotus, “ilk devindirici” kanıtını yine de yetersiz bulur. Çünkü .evrendeki devinimin, kendi devinmeyen ilk nedeni, Aristoteles’in düşüncesindeki Tanrı’yı verir. Ona göre bu Hıristiyanlık’ın, “yaratıcı” olan Tanrı’sını kanıtlayamaz. Scotus olumsal varlık üzerine geliştirilen kanıtın çok daha güçlü olduğuna inanır. Ona göre, deney olumsal varlıkların bulunduğunu gösterir. Deneyde karşılaşılan her varlığın varolmayabileceği de düşünülebilir. Böyle varlıkların nedeni ya başka bir olumsal varlıktır, ya da varolmadığı düşünülemeyecek, zorunlu bir varlıktır. Eğer bu nedenin kendisi olumsal olsaydı, onun da bir nedeni olması gerekecek ve bu sonsuza doğru bir gerileme doğuracaktı. Demek ki, olumsal varlıkların ilk nedeni zorunlu bir varlık olmalıdır. Varolduğu böylece kanıtlanan zorunlu varlık, Tanrı’dır.
Varlık, insan ve Tanrı, Öz ve varlık
Duns Scotus, bilgi konusunda, insan anlığının, doğası bakımından, bilgiye doğrudan erişebileceğini düşünür. Aquino’lunun, insanı “form”larm bilgisine erişmede duyu bilgisiyle sınırlı gören yaklaşımına karşı çıkar. Scotus için anlık, formları doğrudan kavrayabilmek olanağına sahiptir, ancak ilk günah dolayısıyla şimdiki durumunda duyularıyla sınırlı bırakılmıştır. Bu nedenle de duyuların ötesine aşan bir varlıkbilime yer vardır. Varlıkbilimin duyu bilgisinin sınırlarını aşarak Tanrı varlığını kavrayışı nasıl temellendirilebilir? Tanrı’mn saltık iyilik, saltık doğruluk, saltık varlık olduğu söylenirken, iyilik, doğruluk ve varlık gibi kavramlar duyulardan edinilen bilgilere göre temelleniyorsa, Tanrı üstüne yapılan bu nitelemelerin anlamlı olduğu nasıl savunulacaktır? Skolastikte pek çok filozofu düşündüren bu sorunu Scotus çok anlamlılık ve tek anlamlılık ayrımıyla çözer. Örneğin “Kurt” sözcüğü çok anlamlıdır. Fındıkkurdu ve kurt köpeğinde geçen “kurt” değişik anlamlar taşır. Öte yandan beyaz kurt ve bozkurt sözcükleri içinde geçen “kurt” tek anlamlıdır. Tanrı’ nın varlığından söz ederken “varlık” sözcüğü insanın niteleyişinden ayrı bir anlamda kullanılıyor olsaydı, insanın kendisi hakkında bildiği doğrulardan Tanrı üzerine doğrular çıkarsanamazdı. Öyle ise, insana ve Tanrı’ya uygulanışında “varlık” sözcüğü eşanlamlı olmalıdır. Bu, aynı zamanda insan anlığının duyuları aşan doğrulukları doğrudan kavrayabildiğinin de kanıtıdır. Tekanlamlılık kavramı Scotus için bir sorun çözerken bir başka sorun doğurmuştur. Bu yeni sorun şöyle dile getirilebilir: Eğer “varlık” Tanrı ve insanı nitelerken özdeş bir anlamda kullanılıyorsa, Tanrı ve insan aynı türde birleştiriliyor, özdeşleştiriliyor olmazlar mı? Scotus, bu sorunu çözmek amacıyla, “biçimsel ayrım” adını verdiği bir kavram ortaya atmıştır. Bu kavramı betimleyebilmek için, önce, “gerçek ayrım” ve “ussal ayrım” kavramlarını karşılaştırır. Gerçek ayrım, örneğin Venüs ile Mars gezegenleri arasındakidir. Ussal ayrım ise Venüs gezegeninin iki ayrı insandaki kavramı arasmdakidir. Bu iki tür ayrımın tam arasına düşen ve bir ölçüde hem gerçeklik hem de ussallık taşıyan ayrım “biçimsel ayrım”dır: Biçimsel ayrım nesnede ustan bağımsız olarak vardır. Örneğin, üçgen denilen biçimin iki niteliğinin yani, iç açıların toplamının 180° olması ve üç çizgiyle kapalı olmasıyla birbirlerinden biçimsel anlamda ayrılırlar. Scotus, bu ayrımı insan ve Tann’nm varlıklarına uygular. Hem Tanrı’da hem de insanda, öz (essentia) ve varlık, koparılamaz bir biçimde bağlıdır. Ancak, sonlu bir varlık olan insanda öz ve varlık ayrı ayrı düşünülebilir. Bir başka deyişle, insanın özü ve varlığı arasında biçimsel bir ayrım söz konusudur. Oysa Tanrı’nm öz ve varlığı hiçbir anlamda ayrılamaz, ayırt edilemez: Burada biçimsel ayrım da söz konusu olamaz.
Aquino’lu Thomas’ın benimsediği Aristotelesçi varlıkbilime göre nesneleri oldukları nesne yapan, tikellik ilkesi olan özdektir. Bu görüş açısından, biçimleri özdeş olan iki nesneyi (örneğin iki çiviyi) ayırt eden, özdekleridir. Oysa, yine Aristoteles’e göre özdek kendi başına aktüel değil potansiyel olduğuna göre bilinememelidir. Bunun sonucu, nesnelerin ayırt edilmelerinin olanaksızlığıdır. Scotus, bu güçlüğü gidermek için özdekten başka bir ayırt etme ilkesi (principium individuum) aramıştır. Özdeğin potansiyel oluşuna karşın nesneler ayırt edilebiliyorsa, tikelleri birbirlerinden ayırt eden ilke özdek değil biçimleri, yani formdur. Öyle ise, nesnelerin tikel biçimleri ile tümel biçimlerini ayırt etmek gerekir. Bir nesnenin formu o nesnenin “ne”liğini (quidditas) verdiği gibi “bu”luğunu (haecceitas) da verir. Örneğin, Sokrates’ in biçimsel yönü içinde hem “insanlık” hem de “Sokrateslik” formlarım buluruz. Böyle bir açıklama Scotus’u adcı (nomirıalist) sonuçlara götürmüyor mu?
İnsan formu Sokrates’in tikel formuna indirgenmiş olmuyor mu? Scotus bunu şöyle yanıtlar: İnsan ile Sokrates arasındaki ayrım ne gerçek ayrımdır ne de salt ussaldır. Bu yine “biçimsel” bir ayrımdır.
Duns Scotus, Aquino’lu Thomas’ın Tanrı için anlağı ön plana alışına karşı çıkar. Augustinus’u izleyerek, hem insan hem de Tanrı için istenci daha temel bir ilke olarak görür. Ona göre, anlağı yönlendiren istençtir. Aquino’lu Thomas’ın öğretisinin, kendisinden hemen sonra Duns Scotus ve Bonaventura gibi Fransisken düşünürlerince eleştirilmesi Skolastik dönemin kapanışını hazırlamış, tanrıbilimin ussal verilerle temellendirilme çabalarının başarısız kalışının kabulü anlamına gelmiştir.
• YAPITLAR (başlıca): Opus Oxoniense, ykş. 130(3, (“Ox-ford Yapıtı”); de Primo Principio, ykş. 1300, (“İlk İlke Üzerine”); Reportata Parisiensia, ykş. 1305, (“Paris Yazıları”); Opera Omnia, (ö.s.), 1639, (“Bütün Yapıtlar”).
• KAYNAKLAR: C.R.S.Harris, Dans Scotus, 1927; W.Hoeres, Der Wille als reirıe Vollkommenheit nach Duns Scotus, 1962; A.Wolter, Transcendentals and their Func-tion in the Metaphysics of Duns Scotus, 1946.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi