FREUD, Sigmund (1856-1939) Avusturyalı psikanalist. Psikanalitik kuramı geliştirmiş ve ruh hastalarının psikanaliz yöntemiyle tedavisini dünyaya tanıtmıştır.
6 Mayıs 1856’da Moravia’nın Freiberg kasabasında (bugün Çek Cumhuriyeti’nde Prvibor) doğdu, 23 Eylül 1939’da Londra’da öldü. Orta halli Yahudi bir yün tüccarının oğluydu. 1860’ta ailesiyle birlikte Viyana’ ya yerleşti. 1873’te Viyana Universitesi’nde tıp öğrenimine başladı. 1876’da öğreniminin yanı sıra Viyana Fizyoloji Enstitüsü’nde Ernst Brücke’nin yânında çalışmaya başladı. Altı yıl boyunca araştırmalarını sürdürdüğü bu enstitüde özellikle merkezi sinir sistemi üzerine çalıştı ve anatomi ve fizyoloji üzerine ilk yazılarını yayımladı. 1881’de yükseköğrenimini tıp doktoru olarak tamamladı. Bir yıl sonra mali olanaksızlıklar nedeniyle Fizyoloji Enstitüsü’nden ayrıldı ve Viyana Genel Hastanesi’ne geçti. Hastanenin çeşitli bölümlerinde çalıştıktan sonra, Theodor Meynert’in Psikiyatri Servisinde beyin anatomisi’ve sinir sistemi üzerinde araştırmalar yapmaya başladı ve hastanenin asistanlığına atandı. Bu yıllarda yılan balığı ve kerevitin nöropatolojisine ilişkin buluşlarını yayımladı. Yine bu dönemde, kokainin anestezik olarak kullanılabileceğini ortaya koyan monografisi yayımlandıktan sonra büyük ilgi gördüyse de birkaç yıl sonra kokainin alışkanlık yarattığı saptanınca, sert eleştirilere hedef oldu.
1885’te nöropatoloji doçenti oldu. 1885-1886 yıllarında Paris’te Salpetriere Hastanesi’nde ünlü nörolog Charcot’nun yanında çalıştı. Ondan hipnoz tekniğini öğrendi ve onun histeride cinselliğin rolünü vurgulayan görüşünden etkilendi. 1886-1893 arasında Viyana’da Kassowitz Enstitüsü’nde nöroloji, özellikle de çocuklarda beyin felci üzerine incelemeler yaptı. Bir yandan da Charcot’dan öğrendiği hipnoz tekniğini hastalarına uygulamaya başladı. Ancak dilediği sonuçları alamayınca, Viyanalı bir tıp doktoru olan Josef Breuer’in o sıralarda kullandığı konuşma yoluyla hastayı iyileştirmeyi amaçlayan “baca temizleme”, teknik terimlerle de tepki yenilenmesi (abreaction) adını verdiği yöntemle ilgilendi. İki bilim adamı konuşma tedavisini histeriklere uygulayarak olumlu sonuçlar aldılar. Freud’un histeride cinsel çatışmaların temel sorun olduğunu savunması nedeniyle kısa bir süre sonra aralarında görüş ayrılıkları belirdi.
Freud, Breuer’den ayrıldıktan sonra çalışmalarım tek başına sürdürdü. Breuer’in duygusal boşalmayı sağlayan yönteminin ve Charcot’nun hipnozunun ancak geçici rahatlamalar sağladığı görüşünden yola çıkarak serbest çağrışım tekniğini geliştirdi. Böylece cinselliğin insan yaşamında oynadığı rolü ve bilinçdı-şının gücünü gördü.
Çarşamba Toplantıları
Freud’un 1900’de yayımladığı Die Traumdeutung (Rüyalar ve Yorumları), psikanalitik kuramın temel ilkelerini ortaya koyduğu en önemli kitabıdır. Bundan sonra art arda yayımladığı yazılarıyla ünü gittikçe arttı ve birçok ülkeden genç doktor onun çevresinde toplanmaya başladı. 1902’de profesör oldu. Aynı yıl Alfred Adler, Max Kahane, Rudolf Reitler ve Wilhelm Stekel’in katılımıyla ünlü “Çarşamba Toplantıları”nı başlattı. Psikanaliz üzerine tartışmaların yapıldığı bu toplantılara düzenli olarak katılanların sayısı gittikçe arttı. İngiliz Ernst Jones, İsviçreli Carl Jung, ABD’li Brill, Macar Sandor Ferenczi, Alman Karl Abraham gibi geleceğin ünlü psikanalistleri yeni katılanlar arasındaydı. 1908’de 22 kişiye ulaşan bu grup Viyana Psikanaliz Enstitüsü’nü kurdu. Freud 1909’da Carl Jung’la birlikte ABD’deki Clark Üniversitesi’ne çağrıldı ve bir dizi konferans verdi. 1910’da Viyana Psikanaliz Enstitüsü, Uluslararası Psikanaliz Derneği’ne dönüştü. Ancak çok geçmeden psikanalistler arasında görüş ayrılıkları doğdu ve kopmalar oldu. Alfred Adler bireysel psikoloji okulunun, Carl Jung ise analitik psikoloji okulunun öncüsü oldu.
1933’te Almanya’da Naziler’in iktidara gelmesinden sonra Freud’un kitapları Berlin’de yakıldı. 1938’de Alman ordularının Avusturya’yı işgalinden sonra Freud ülkesini terketmek zorunda kaldı ve ailesiyle birlikte Londra’ya gitti. İki oğlunun savaşa katılması, Yahudilerin katliamı ve kendisinin Yahudi oluşu, bundan sonra geliştirdiği düşünceleri etkiledi. Çene kanserinden öldükten sonra kızı Anna onun görüşlerine yenilikler katarak ego psikologlarının öncüleri arasında yer almıştır.
1886’da tohumları atılan psikanalitik görüş, 1939’a dek çok farklı aşamalardan geçmiştir. Freud psikopatolojiye ilişkin klinik deneylerden yola çıkarak yeni gözlemlerin ve bilgilerin ışığında kuramını geliştirmiş, bir önceki yazısında savunduğu tezi daha sonra eleştirmiştir.
Bilinç dışı
Freud’a göre insan davranışı nedensiz değildir. Eıj önemsiz sözden, hareketten en yüce atılımlara dek her davranışın bir nedeni vardır. Freud’un “ruhsal gerekircilik” olarak adlandırdığı bu tez psikanalitik kuramın temel varsayımıdır. Bazı davranışların nedenleri kolaylıkla açıklanabilirken, bazılarının nedenlerini anlamak ya çok güç, ya da olanaksızdır. Bu durum insan davranışının bazen bilinçli, bazen bilinçaltı bazen de bilinçdışı nedenleri olmasından kaynaklanır. Psikanalitik kuramda ruhsal dünyanın bilinç, bilinçaltı ve bilinçdışı olmak üzere üç tabakadan oluşmasına topografik görüş denilir. Bu görüşe göre, bilinç o anda yaşananlardır. Bilinçaltı, bilinçlenme olasılığı olan, ama o anda bilinçlenmemiş düşünceleri, anıları içerir. Bilinçaltı, bilinçlenme olanağına sahip anıların deposudur. Bilinçdışı ise, ne kadar zorlansa, bilinçlenmesi yasaklanmış yaşantıların tümünü kapsar. Bilinç, bilinçaltı ve bilinçdışı arasında bazı sınırlar, psikanalitik terimlerle kontr-kateksizler, yani sansürler vardır. Bu enerji dağılımları insanın düşünce ve davranışlarının gereksiz yere bilinçaltı veya bilinçdışı süreçlerle etkilenmesini engeller, yani insanın ruhsal sağlığı için gereklidir.
Freud, insanın ruhsal yapısını id, ego (ben) ve üstben (süperego) olmak üzere yapısal görüşle üçe ayırır. İd, içgüdülerin deposu, bir başka deyişle, insanın yaşam kaynağıdır. Bilinçdışının sansür yoluyla çok sıkı bir denetim altında tutulmasının ve bilinçlenmemesinin nedeni iddir. İçgüdüsel özellik gelişmeyle veya eğitimle kaybolmaz, toplumdışıdır, yani kendi dışında bir toplumdan habersizdir. Bu nedenle yasa, kural, ayıp, yasak gibi şeyler id için söz konusu değildir. Beklemek bilmeyen, anında dovum arayan id, denetim altında tutulmalı, yani bilinçdışı kılınmalıdır.
Freud, idi denetleyen ve bilinçdışı kılan yapıya ego der. Kişiliğin en önemli yapısı olan egonun bazı araçları gelişmemiş biçimde doğuştan vardır, bazıları ise gelişmeyle edinilir. Birincilere egonun doğuştan getirdiği birincil araçlar, İkincilere de ikincil araçlar denir. Örneğin ses çıkartabilme, konuşma birincil araçlar, savunma mekanizmaları, uyum yolları ikincil araçlardır. Doğuşta ayrışmamış bir şekilde var olan ego, zamanla gelişir ve kişiliğin yürütülmesinde bazı önemli görevler yüklenir. Ego dış ve iç dünyaları algılayarak gerçekleri değerlendirir. Gerçeğin değerlendirilişi bir açıdan kişinin ruhsal sağlık düzeyini belirler.
Ruhsal dünyanın üçüncü yapısı, doğuşta varolmayan, ancak toplumsal ilişkilerle yavaş yavaş gelişen ve beş yaşlarında iyice oluşan üstbendir. Üstben toplumun yasaklarını içerir. Neyin doğru, neyin yanlış, neyin yapılabilir, neyin yapılamaz olduğunu bildiren üstbendir. Tıpkı id gibi, üstbenin de büyük bir bölümü bilinçdışı ve bu nedenle de mantıksız, sert ve haşindir. Üstbenin bilinçli bölümüne vicdan denir.
Egonun görevlerinden biri idin toplumdışı istekleriyle üstbenin mantıkdışı kurallarım bağdaştırabilmek, kişilikte bir bütünlük sağlayabilmek ve bu bütünlüğü sürdürebilmektir. Bunu başaran ego sağlıklıdır, başaramayan ise id ile çatışma halindedir. Bu çatışmada üstben ya egonun, ya da idin tarafını tutar. Çatışmanın doğurduğu kaygı, egoyu, Freud’un baskı ya da sansür olarak adlandırdığı birtakım savunma yollarına başvurmaya zorlar. Ego kendi içinde veya dışında kaygı yaratabilecek uyarıları inkâr edebilir, sevgi gibi bir duyguyu bastırıp öfkeyi gösterebilir. Kendini kaygıdan koruyabilme uğruna duyguyla düşünceyi ayırır, içinden gelen isteklerin yönünü değiştirir, patronuna kızacağına kapıcıya bağırır. Son çare olarak da etkin veya mutlu olduğu dönemlere doğru geriler, insanın kendisiyle ve çevresiyle yaşayabilmesi için gerekli olan bu savunma mekanizmaları, bazen artan kaygının paniğiyle kişiliği yönetmeye başladıklarında nevrozun, savunma mekanizmaları çöktüğünde, yani ego görevlerini yürütemediğinde de psikozun başlamasına neden olur.
Haz ilkesi ve gerçek ilkesi
Psikanalitik kuramın en karmaşık, ama en temel kavramları dinamik görüşle ele alınan haz ilkesi ve gerçek ilkesidir. îd, haz ilkesini benimser ve anında doyum arar. Gerçek ilkesini benimsemiş olan ego ise, anında eyleme geçip büyük zararlara uğramaktansa düşünüp en uygun doyum yolunu aramayı yeğler. Bir başka deyişle gerçek ilkesi eninde sonunda haz ilkesine kulluk eder. Psikanalitik kuramda vurgulanan bu hazcı yaklaşım da Freud’un sert eleştirilere uğramasına neden olmuştur.
Görevi idin istekleriyle üstbenin kurallarını bağdaştırmak olan egonun, haz ilkesiyle gerçek ilkesi arasında uyum sağlayabilmek için kullandığı yöntem psikanalitik kuramın “ruhsal ekonomi” görüşüyle açıklanır. Freud’a göre insan bir enerji yığınıdır. Bedensel hareketler gibi ruhsal süreçler de enerji dağılımlarıyla oluşur. Ruhsal enerjinin kaynağı içgüdüler, yani iddir. Doğuşta ruhsal enerji tümüyle içgüdüseldir, dolayısıyle kaygan, yaygın, kaypak ve dizginlenmemiştir. Başıboş akan bu kaygan yığın gelişmeyle ayrışmaya, belirli ruhsal ve bedensel işlevlere bağlanmaya, içgüdüsel niteliklerini yitirip yansızlaşmaya başlar.
İnsanın sağlıklı gelişmesinde, ruhsal enerjinin büyük bir bölümü idden koparak, egonun boyunduruğuna girer. Bir bölümü de içgüdüsel özelliklerini koruyarak, idde süregelir. Ego, kendi boyunduruğu altına aldığı bağlanmış ve yansızlanmış ruhsal enerjiyi algı, düşünce, gerçeği değerlendirme, eylem gibi işlevlerinde tüketir. Bir bölümünü de gerçeğin koşullarına uyarak idi ve üstbeni denetlemek, haz ilkesinin davranışı yönetmesini engellemek, bilinçli davranışları, bilinçaltı ve bilinçdışı akımlardan korumak için harcar. Bu enerji akımları savunma mekanizmalarıdır.
Savunma çareleri hiçbir zaman tümüyle etkili olamaz. Bastırılan ve bilinçdışı kılınan id, her insanda vardır ve bir enerji yığını olduğu için de gücünü korur. Egonun tüm çabalarına karşın, isteklerini açıkça ortaya koymasa da simgeli yollarla dile getirir. Rüya bunun en belirgin örneğidir. Ego uykuyla dinlenmeye geçtiğinde savunmalarını zayıflattığı için id rüya yoluyla isteklerini belirtir. Bir başka deyişle rüyanın insanın ruh sağlığı açısından büyük bir yararı vardır. Bu yolla idin bastırılmış enerjisi, verimsiz de olsa boşalma olanağına kavuşur. Rüyanın karabasana dönüşmesi idin kendini gereğinden fazla ortaya koyması demektir. Bir tehlikenin belirebileceğim bildiren kaygı, insanı karabasandan uyandırır. Ego, bu yolla id üzerindeki denetimini yeniden sağlar.
Freud’a göre ideal sağlıklı insan söz konusu değildir. Her insanda varolan id ile ego arasındaki çatışma kaygı doğurur, kaygı da ruhsal sıkıntı belirtisidir. Bu nedenle bütün insanların az ya da çok, kendilerine göre bazı uyumsuz, yani nörotik belirtileri vardır.
Freud yaşamak için gerekli olan besin, uyku gibi bedensel (fizyolojik) gereksinmelerin dışında iki temel içgüdüden söz eder: cinsel ve saldırgan içgüdüler. Cinsel içgüdü, cinsel isteklerle birlikte tüm olumlu, bağdaştırıcı, birleştirici, yapıcı dürtüleri; saldırgan içgüdüler ise ayırıcı, bozucu, yıkıcı, dağıtıcı olumsuz dürtüleri içerir. Birincisi soyların devamı, İkincisi ise insanın devamı için gereklidir. Freud son yıllarındaki yazılarında bu iki içgüdü için “yaşam ve ölüm içgüdüleri” demiştir.
Cinsel ve saldırgan içgüdülerin gelişmesi gensel görüşte ele alınır. Psikanalitik kurama göre kişiliğin temeli çocuklukta yatar. Beş, altı yaşlarından on bir, on iki yaşlarına kadar süren gizlilik (latans), on ikiyle on sekiz, yirmi yaş arasındaki gençlik ve bunu izleyen yetişkinlik, ilk yaşlarda ekilmiş tohumların ürünlerini toplar. Özet olarak bugünü ve yarını dün belirler.
Cinsel ve saldırgan içgüdüler
Freud, cinsel ve saldırgan içgüdülerin çocukluk çağındaki gelişimini “ağızcıl”, “dışkıl” ve “üretken” olmak üzere üç döneme ayırmıştır. Psikanalitik kurama göre cinsel ve saldırgan içgüdüler belirli yaşlarda vücudun belirli alanlarında toplanırlar. Yaşamın ilk yıllarında bebeğin beslenmesi en önemli sorun olduğundan cinsel ve saldırgan içgüdüler ağızda toplanır. Ağız yalnızca besinin alınmasıyla ilgili doyumları değil, emmeyle veya ısırmayla ilgili cinsel ve saldırgan hazları da sağlar. Yetişkinlerde izlenen öpüşme, ısırma gibi ağızcıl cinsel ve saldırgan davranışların temel taşlarını oluşturur. Yaşamın ikinci yılına doğru tuvalet eğitiminin başlamasıyle ruhsal enerji dışkıl alanda toplanmaya başlar. Biyolojik bir gereksinme olan dışkıl faaliyetler cinsel ve saldırgan özellikler kazanır. Bunların izleri yetişkinlerde homoseksüellik, sadizm, mazoşizm olarak ortaya çıkar.
Dört, beş yaşlarına doğru her çocuğun girdiği üretken dönemin en önemli sorunu“Oedipus Kompleksedir. İçgüdüler, dışkıl alandan cinsel organlara kayar. Çocuğun yeni hazlar duymasına, cinsel merakların uyanmasına neden olur. Dolayısıyla erkek çocuk annesine karşı cinsel duygular beslemeye ve annesine sahip çıkan babasına kızmaya başlar. Sevgi, öfke ve rekabetin birbirine karıştığı bu üçgene, babasını öldürüp annesiyle evlenen eski Yunan Kralı Oedipus’ un adı verilmiştir. Bilişsel süreçler yeterince olgunlaşmamış olduğu için kendinde varolanı başkasında da var sanan çocuk, babasının da kendine öfkeli olacağı kuşkusuna düşer. O babasına kızıyorsa, babası da ona kızıyordur ve onu cezalandıracaktır. Freud bu çocuksu kaygıya hadım edilme (kastrasyon) kaygısı demiştir. Oedipus kompleksinin ve kastrasyon kaygısının yarattığı çelişki, çocuğun anasına karşı beslediği cinsel isteklerden caymasına ve babasıyla özdeşleşmesine yardımcı olur. Bu sayede üstben ruhsal dünyada iyice sağlamlaşır. Çocuk, ana babasının ve toplumun ahlak kurallarını benimser, egoda gerçek ilkesi güçlenir.
Çocukluk dönemleri ve yaşantıları kişiliğin temel taşlarını oluşturur. Herhangi bir dönemin herhangi bir özelliğine saplanan bir insan, yaşamı boyunca bu saplantıyı açık ya da simgeli yollarla dile getirir.
Çocuksu cinsellik çağını, altı yaşlarında başlayan ve buluğa kadar süren gizlilik (latans) çağı izler. Bu yaşlarda çocuğun cinsel ve saldırgan içgüdülerinde bir durulma, daha doğrusu bir gizlilik izlenir. Buluğla başlayan gençlik çağında fizyolojik değişikliklerle birlikte cinse! ve saldırgan içgüdüler yeniden canlanır, gerilmelere, ruhsal belirtilere rastlanır.
Freud’un, tedavi ettiği hastaların geçmiş yaşantıları üzerine anlattıklarına ve kendi gözlemlerine dayanarak, çocukların cinsel yaşamına ilişkin öne sürdüğü görüşlere önceleri şiddetle karşı çıkılmışsa da, çocukların da kendilerine özgü bir cinsel yaşamları olduğu büyük ölçüde benimsenmiştir.
Freud’un geliştirdiği psikanalitik görüş 20.yy’ın en çok tartışılan konularından biridir. Önerdiği kavram ve mekanizmalar bilimsel düzeyde yoğun araştırma konusu olmuş, bazılarını destekleyici nitelikte bulgular ortaya çıkarılmış, ancak hemen hemen hiç birinin geçerliliği kesin olarak kanıtlanamamıştır. Bu konuda özellikle organik görüşü savunanların eleştirileri sonucu organo-dinamik öğretiler doğmuştur. Eleştirileri psikanalitik çerçeve içinde karşılamaya çalışan Freud sonrası psikanaliz kuramları ise, bir ölçüde Freud’un görüşlerinin zaman içinde değişimine uğraması sonucu birbiriyle çelişmektedir.
Freud’un görüşleri, felsefi ve siyasi düzeyde de, boyutları Descartes’çı insan anlayışından Mamzm’e varan geniş bir alanda, eleştirinin ağırlık kazandığı tartışmalara yol açmıştır. Görüşlerine yöneltilen eleştirilere karşın Freud’un antropoloji, eğitim vb. bilim dallarında, edebiyatta, dinde ve yaşamın hemen hemen her alanında etkisi olmuştur. Psikiyatri alanında ise Wilheim Reich, Karen Horney, Erich Fromm, Melanie Klein, David Leing vb. Freud’u izlemiş, görüşlerine yenilikler katarak psikanalitik görüşü geliştirmişlerdir.
• YAPITLAR: (Başlıca): Studien über Hysterie (j.Breuer ile), 1895, (“Histeri Üzerine Çalışmalar”); Die Traumdeutung, 1900, (Rüyalar ve Yorumları, 1972); Zur Psychopa-thologie deş Altagslebens, 1901, (“Günlük Yaşamın Psiko-patalojisi Üzerine”); Der Witz und seine Beziehung zum Unbewussten, 1905, (“Şaka ve Bilinçdışıyla İlişkisi”); Drei Abhandlungen zur Sexualtbeorie, 1905, (Cinsiyet Üzerine Üç Deneme, 1962); Totem und Tabu, 1913, (Totem ve Tabu; 1942); Zur Geschichte der psychoanalytischen Be-vıegung, 1914, (“Psikanalitik Hareketin Tarihi Üzerine”); Vorlesungen zur Einführung in die Psychoanalyse, 1917, (“Psikanalize Giriş Üzerine Dersler”); Jenseits des Lustprinzips, 1920, (“Haz İlkesinin Ötesinde”); Das leh und das Es, 1923, (“Ego ve İd”); Selbstdarstellung, 1925, (Hayatım ve Psikanaliz, 1944) Hemmung, Symptom und Ângst, 1926, (“Ketvurma, Belirti ve Endişe”); Die Zukunft einer Illusion, 1927, (“Bir Yanılsamanın Geleceği”); Das Unbehagen in der Kultur, 1930, (“Uygarlığın Huzursuzluğu”); Der Mann Moses und die monotheistische Religi-on, 1939, (Musa ve Tektanrıcılık, 1976); Gesammelte Werke, 1940, (“Toplu Yapıtlar”).
• KAYNAKLAR: M.Bonaparte, A.Freud, E.Kris (der.), Sigmund Freud, the Origins of Psychoanalsis: Letters to Wilhelm Fliess, Drafts and Notes (1887-1902), 1954; G.Cansever, İçimdeki Ben, 1979; E.Fromm, Sigmund Freud’s Mission, 1955; E.Jones, The Life and Works of Sigmund Freud, 3 cilt, 1953-1957; C.Jung, Memoirs, Dreams, Reflections, 1963; P.Roazem, Freud: Political and SocialThought,1969; W.Stekel, Authobiography: The Life Story of a Pioneer Psychoanalyst, 1950.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi