Gölgeler ve Hayaller Şehrinde, Murat Gülsoy’un kaleme aldığı 2014 yılında yayımlanan tarihi romanıdır.
Doğu-Batı çatışması arasında kalmış bir gencin kimlik bunalımı hakkındadır. Bir yandan da II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan toplumsal kargaşayı anlatır. Mektuplarla örülü bir romandır. Romanın kahramanı olan Türk asıllı Fransız gazetecinin (Fuat Chausson) 1908 yılında Fransa’da bir sanatoryumda tedavi görmekte olan yakın arkadaşı Alex’e İstanbul’dan gönderdiği mektupların kopyalarını yazdığı defterin 1968’de bir sahafta tarih meraklısı bir avukat tarafından bulunması ve Türkçe’ye çevirmesi ile ortaya çıkmış bir mektup-roman şeklinde kurgulanmıştır.
Romanda kahramanın ölmüş babası olarak Beşir Fuat’a ve Prens Sabahattin olayı gibi tarihi gerçeklere yer verilmiştir. Ahmet Mithat, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi Osmanlı entelektüelleri de Beşir Fuat ile ilişkileri dolayısıyla romana girmiştir. Ana metne dip düşülen notlarla okur tarihsel, sosyolojik, felsefi, mitolojik, edebi bir çok konuda çeviri bir kitabı okur gibi, yayıncının ve çevirmenin notlarıyla aydınlatılmıştır.
Konusu
Fuat Chausson, yolu İstanbul’a düşmüş bir Fransız aktris ile hali vakti yerinde bir Osmanlının yaşadığı evlilik dışı ilişkinin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Babası onun doğumundan önce ölmüş, annesi 1869’daki Osmanlı Bankası Baskınından sonra İstanbul’da gayrımüslimler için hayatın zorlaştığı günlerde çocuklarını alıp Paris’e dönmüştür. Fuat ve ablası, annelerinin birlikte yaşadığı Victor’un evinde bir Fransız çocuğu gibi yetiştirilirler. Ancak Türkçe’yi ve nereden geldiklerini de unutmazlar.
Yirmili yaşının başında, annesinin ölmesi, ablasının da evlenip uzaklaşması yüzünden kendisini yapayalnız hisseden Fuat, bir Fransız gazetesinin muhabiri olarak fotoğrafçı Marcel ile birlikte İstanbul’a gelir. Görevi imparatorlukta II. Meşrutiyet’in ilanı ile ortaya çıkan siyasi çalkantıları gözlemek ve yazmaktır. Ancak asıl niyeti, çocukken fazla kurcalamadığı kimlik sorunun kökenine inmek ve babasının izini bulmaktır. İzini sürdüğü kişinin zeki, kültürlü, kitaplarıyla döneminde iz bırakmış bir yazar olduğunu öğrenince çok etkilenir. Ne var ki babası Beşir Fuat’ın geride bıraktığı metinlerde Fransız metresi ve ondan doğan çocuğu için kullandığı dil, roman kahramanını cinnetin eşiğine kadar getirir.
İstanbul sokaklarında dolaşırken tanıştığı maceracı, zengin bir İngiliz olan Charles sayesinde şehirdeki zengin ve batılı seçkinleri arasına giren Fuat, özgür düşünceli Margaret ile zeki ve alaycı Evelyn’den etkilenir. İstanbul’u tutkulu biçimde seven Charles ve fotoğrafçı Marcel ile birlikte İstanbul hakkında bir kitap üzerinde çalışırlar. Her üçü de varoluşsal sorunlarını İstanbul’un geçmişine dalarak aşmaya çalışır. Babasız Fuat, kimliğini aile kökeninde değil, doğduğu şehrin insanı olmakta bulur ve zamanla Charles ile Marcel’den kopup içine kapanır, İstanbul’u dışardan gözlemekten vazgeçip şehrin gölgelerine karışır.
Fuat, İstanbul’a yola çıktığı günden itibaren Paris’teki arkadaşı Alex’e düzenli mektuplar göndermekte ve kaybolmaya karşı önlem olarak da mektupları postalamadan önce bir deftere kopyalamaktadır. Arkadaşının ölümünden sonra da deftere mektuplar yazmayı sürdürür. Her nasılsa eskiciye düşen bu defteri 1960’larda genç bir avukat olan M.F.A bulup, Fransızca’dan Türkçe’ye çevirecektir.