KIŞ GECESİ
Bir kamersiz gece., her yerde sükûnet, sulmet…
Bir karanlık gece, yıldızlar hep
Sanki ezhâr-ı zeheb…
Yalnız esrâr-ı leyâli bu sükûnetleri dinler gibidir;
Ve gelir,
Ve gelir karşıma bir şi’r-i hakikatle mırıldar mütekeddir, mahzun!
Ey büyük şi’r-i sükûtî, acebâ son hangi
Asabi.
Ve marîz
Bir hayâtın şi’r-i bî-nağmesisin?…
Ve sesin
Acebâ hangi ufuklarda kısılmış, ölmüş.
Gece ba’zan mahzun
Senin efğanmı ben her gece dinler, dinler,
Ba’zı ağlar ve güler… ba’zı da inler inler
Dururum….
Senin efganını dinler de büyüklük bulurum!
Ey karanlık, ey şeb!
Ben hep
Senin efgan-ı siyeh-fâmını dinler de muazzeb, mütekeddir olurum âh!
O zaman., âh o zamân sen bilsen!…
Ben kalben
Bu büyüklükle ezilmiş susarım
Ve yarım
Bir duâ kalbimin üstünde gezerken., ey mâh,
Sen ufuktan nâ-gâh Yükselirsin., o zamân,
O zamân, âh o zamân…
O zaman haste-i isyân olurum!…
Ey kamer, ben sana hemşîre-i ye’sim diyemem.
Sana ben inleyemem,
Sana ben ağiayamam… lâkin âh!
Ey sükûnet ü riyâh….
Ey sükûnette esen nefha-yı sâf-î ervâh….
Eyvâh!
Ne için ben böyle Asabiyim söyle?..
Ne için ben böyle
Hep onun yâd-ı hayâliyle karanlıklara, yıldızlara yalvarmadayım?
Ne için hep böyle Hasta, şefkat-zedeyim?
Bilmiyorsun bunu sen, ey kamer-î lâl-i leyâl!
Bilmiyorsun bunu ey zulmet, sen
Bilmiyorsun niye ben Böyle hülyâ-zedeyim?!…
Bilmiyorsun bunu; ey bâd-ı şitâ, ey rüzgâr!
Ey esrar!
Sâde sen bilmedesin zannederim!…
Şimdi zulmetlerin üstünde kutublarda uçan buzlu soğuklar esiyor.
Şimdi ay sisleniyor, sisleniyor, sisleniyor…
Şimdi yıldızlar uzaklarda birer gizli emel Gibi mübhem, mübhem,
Parlıyorlar…
Sen gel
De berâber gecenin rûhu ezen zulmet-i mağmûmunda Ezilip haşr olalım…
Sen gel
De berâber ebediyetlerin a’mâkmda Rûh-ı sevdâyla karışmış kalalım.
Tahsin Nahid